ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇTE ISRAR VE ÇABALARIMIZ NE YÖNDE YOĞUNLAŞMALI?

0
8625

Doğan Baran

Dünya ne durumda?

Bir yandan küreselleşmenin çöküşü ifade edilirken öte yandan ilerici, yeni bir enternasyonal gerekliliği dile getiriliyor.

Dünya garip bir “ülke” oldu!

Avrupa bir süredir yanıyor. Uzun zamandır ekonomik ve sosyal bunalımlarını, geliştirdikleri göçmen karşıtı propagandalar ile sümenaltı edebilen ülkelerde bu politikalar artık tutmuyor gibi. Kriz hissediliyor. Sarı Yelekliler, muhtevası ne olursa olsun, bu krize bir başkaldırıdır. Ülke ülke etkili oluyor. 

Yunanistan’da direnmek bir kültür olmuş. Özelikle gençlik örgütlü, toplumun öteki kesimlerini de dinamik tutabiliyor. Halk her hak gaspına gereken cevabı veriyor. 

“Popülist sol” olarak ifadelerdirilen Latin Amerika ülkeleri biraz karışık. Evo Morales, dördüncü kez devlet başkanlığına talip olurken buna itirazlar da yükseliyor. Yeni bir dünya iddiasındakiler yeni bir lider dahi yetiştirmekten uzak olunca, haliyle bu durum da çok kolay aleyhte kullanılabiliyor. Sosyalizmleri elbette tartışılır, ama en azından kendilerini böyle nitelendirdiklerinden, ilgi alanımızda oluyorlar. Bir de Maduro var tabii, Bolivarcı devrimci olduğunu söylüyor ama AKP ile arası çok iyi. O Erdoğan’ı , Erdoğan da onu öve öve bitiremiyor. Yandaş medya haberlerine göre Maduro TRT’deki “Ertuğrul” adlı Osmanlı dizisini kaçırmıyormuş. Erdoğan ile birbirlerine “kardeşim” diyorlar.

Dünya Prens Salman’ı konuşuyor. Avrupa insanına muhtemelen “barbar” geliyordur. Ama Trump gibi, Salman gibi liderler özellikle son yıllarda Türkiye gibi ülkelerin toplumlarında sempati topluyor galiba. Uzun zamandır kötüler sevilir oldu. 

Türkiye-Suriye hattı ise malum. Amerika 40-50 bin DSG’liyi eğiteceğim, diyor. En son Afrin çok net bir biçimde bir yandan Amerika’nın öte yandan Rusya’nın PYD’ye verdiği bir “ders”ti. Her iki gücün de PYD’ye “Ötekisi ile ilişki sürdürmeye devam edersen böyle olur” mesajlı dersi! Kiminle ittifak yapacakları kendi bilecekleri iş elbet ama galiba bölge halkları ile değil de egemenler ile, emperyal güçler ile kurulacak işbirlikleri, uzun süreçte Kürt hareketine kaybettirir gibi. Türkiye oligarşisi ise bu Amerikan işini profesyonelce kullanmaya devam eder. 

Türkiye’de durum 

Uzun bir süredir Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler sorunu sıkça ifade edilir halde. Hatta AKP’ye yakınlığı ile bilinen kişiler-kurumlar tarafından bile. Başkanlık seçimleri öncesi Abdülkadir Selvi, Nagehan Alçı gibi isimlerin yazıları, yorumları; Habertürk gibi televizyonlarda yapılan programlar hatırlansın. 

“Şunun yüzünden” şeklindeki net ifadelerle yapılan eleştirilere soruşturma üzerine soruşturma açıldığından mıdır bilinmez; sürecin sorumlusunu ortaya koymayan, demek ki çekinen; ama bir takım uygulamaların da “artık fazla” olduğunu düşünenler, Türkiye demokrasisine zarar veren “bir takım güçlere” atarak suçu en azından belli demokratik hamleler yapılmasını öneriyorlardı. Hiç olmazsa bir ayağı çukurdaki ekonominin hatırına!

24 Haziran’dan sonrasında ise Türkiye’nin çok daha başka bir yere sürüklendiği yorumları sıklaştı. Bu görüş gittikçe de derinleşiyor. Yeni bir toplum, yeni bir rejim, yeni bir ülke inşaa ediliyor. Bunun herkes farkında. 

Egemen bir anlayış güdülüyor. Machiavelli’nin sonuçta bir Cumhuriyetçi olduğu unutulur çoğu zaman ama, tarzı ve yöntemi de “Makyavelcilik” diye bir akım geliştirmiştir politikada. Sanki bir tarzı, Makyavelci yöntemleri andırıyor gibi. 

Toplumum en diptekilerinden en tepedekilerine, pastadaki büyük payın sahiplerine kadar tüm kesimlere AKP’cilik dayatılıyor. Bu tarza uymayan kim varsa; batıcı/laik burjuva kesimler dahi tasfiye ediliyor. Yerini ise islamcı-burjuvazi alıyor. İslamcı yani komşusu açken tok yatan, mışıl mışıl uyuyan din istismarcısı müslümanlar! Rejim değiştikçe, rejime uygun unsurlar da oluşturuluyor tabii. Önümüzdeki süreçte ayak uyduramayan kim varsa çok daha hızlı şekilde tasfiye edilecek gibi.

Muhalefet

Son 3-4 yıldır ülkenin Cumhırbaşkanına hakaret iddiası ile 64 bin soruşturma açıldığı yazılıyor. Bunların 20 bine yakını davaya dönüşmüş. Erdoğan öncesi yılda 70-80 soruşturma açılırken, özellikle son birkaç yıldır 5-6 binlerden söz ediliyor. Dünyada tutuklu bulunan gazetecilerin yarıya yakını Türkiye’de imiş. 200’e yakın isim sayılıyor. Toplamda milyonlarca lirayı bulan tazminat davaları varmış. Uluslararası kuruluşlar sık sık değişen Türkiye için kaygılarını ifade ediyor. 

Uzun zamandır demokratik tüm gösteri, yürüyüş ve açıklamalar bir biçimde engelleniyor. Kadına karşı şiddetle mücadele gününde, tam da AKP kollarının kadına karşı şiddetle nasıl  mücadele ettikleri üzerine düzenledikleri paneller sorasında Taksim’de toplanan kadınlara nasıl şiddet uygulandığı epey ironik bir durumu gösteriyordu. Ki, münferit bir olay değildi bu, binlercesi içinden yalnızca biriydi. 

Tüm engellemeler, tüm yasaklamalar halktaki terör ve güvenlik korkusu yarası kaşınılarak uygulanıyor. Bu korku medya eliyle daha da derinleştiriliyor. Gözaltı, soruşturma ve cezaevleri ile bir korku yayılıyor. Öyle akla aykırı, saçmasapan gerekçeler ile işletiliyor ki hukuk, “kimse bu tutuklanamaz” diye düşünmüyor. 

Nereye gidiyoruz?

Korkut Boratav, 2 Aralık tarihli BirGün Pazar söyleşisinde “Alaturka/ İslamcı faşizm” olarak tanımladığı bir yeni sürece geçişin 24 Haziran ile tamamlandığını belirtirken “belli özgürlük alanları hala var olduğu için pek çoğumuz bunun farkında da değiliz” diye ekliyor. 

Ne yazık ki geldiğimiz nokta belki bundan bile vahim. Belli özgürlük alanlarının hala varlığından ziyade, toplumun direk özgürlük isteğinin yok edildiğini desek daha doğru bir durum tahlili olabilir. İçerisinde bulunduğumuz özgürlükten uzak durumu göremeyişimizdeki neden belki de budur. Özgürlük, demokrasi ve insan hakları gibi en temel kavramlar bir ihtiyaç olmaktan çıkarılmış durumda. Sokaktaki birey özgürlük ve insan haklarının yaşamında neleri değiştireceğini bile unutmuş.

Bu durum gün geçtikçe daha kötü hale geliyor. Halka deyim yerindeyse ölüm gösterilip sıtma razı edilmiş. Egemenlerin tüm stratejisi kokutma, kutuplaştırma ve çatışma üzerine kurulu ne yazık ki.

Çare ve ısrar lazım

Sol güçler ne yazık ki çok uzun zamandır zaaflarını  tanımlarken egemenlerin şu yüce gönüllü özeleştirilerini andırırcasına, tespitlerini pratiğe dönüştürme yolunda kullanamıyor. Ülkenin bu noktaya gelişinde belki de en büyük sorumluluk biz sol muhalefette. 

Evet, iktidarın egemenlik ve tahakkümü bir gerçek ama mevcut solun halkta bir umut yaratamayışına neden yalnızca bu olamaz. Sorunumuzu net şekilde çözmemiz ve önünümüzdeki süreçte hedeflerimizde çabalamalı, bu konuda ısrarlı olmalıyız. 

Bugün özellikle sosyalistlere büyük rol düşüyor. Türkiye’nin ileri değerlerinin, halkın çıkarlarının savunulması açısından sol geleneğin cesaretine ve kararlılığına ihtiyaç duyulduğu görülüyor. Değerlerimiz için ve aydınlık yarınlara yönelik çabamızın, bu konuda ısrarlı çalışmalarımızın mevcut süreçte tarihsel bir rolü olduğunu bilelim. 

Sonuç

Kötü bir tablo çizmiş olabiliriz. Gerçekliği görerek, fakat ünlü İtalyan devrimci Antonio Gramschi’nin “Aklın karamsarlığı umudun istencidir” sözünü de aklımızdan çıkarmayarak devam edelim.

Yukarıda alıntı yaptığımız söyleşide Korkut Hocanın temel olması açısından önerdiği “Muhalefet, farklı yataklardan gelip bir çağlayana dönüşmeli” tespiti üzerine şunları katarak bitirelim: 

1. Uzun zamandır biz solun, sosyalistlerin en önemli zaaflarından birisi farklılıklarımız ile birleşmek ve birbirimiz vasıtasıyla gelişebilmek yerine ayrılıklarımızı derinleştirmek, grupçuluklarımızı ve benmerkezciliğimizi körüklemek olmuştur. “Küçük olsun benim olsun”  mantığımız belki de mevcut gerçekliğimize neden olan en önemli problemimizdir. 

2. Sol uzun zamandır belki de özgüvensizliğinden ötürü, kendi gündeminden sapmıştır. “Enternasyonalizm” adı altında geliştirdiği politik yönelimle ne yazık ki Türkiye toplumuna  sırtını dönmektedir. Belki bu tahlil çok insan tarafından “şovenizm” olarak yaftalanır. Aksine, solun barışa ve kardeşliğe olacak katkısı kendi topraklarına yabancılaşarak değil, tam da bu toprakların insanının özgün değerleriyle bütünleşebilen, bu halkın sorunlarına çözüm arayan bir tarz ile mümkündür. 

Sol bu ülkede yurtsever, anti-emperyalist, halkçı ve aydınlık geleneği sahiplenebildiği; bağımsız, kendine güvenli ve omurgalı bir hareket oluşturabildiği ölçüde gelişebilecektir.

3. Egemenlerin toplumda derinleştirdiği dejenerasyon ve çürümeye verilecek en güzel cevap alternatif bir kültürün, dayanışmanın; yani yeni-insan ilişkilerinin kurulması için çabalamak olacaktır. Demokrasi, özgürlükler ve insan hakları değerleri unutturuluyor ise biz çalışmalarımızı bu değerleri hayatta ilmek ilmek örerek, hissettirerek geliştiririz. Halkın kimseden “büyük” politikalar öğrenmeye ihtiyacı yok. Yıkıcılığın değil, yapıcılığın temel alındığı, sosyalist dayanışmacı çalışmalara ihtiyacımız var.

Halkla büyüyebilmenin, alternatif olabilmenin yolu işte buradan geçmektedir…

16.12.2018

Doğan Baran

Edirne F Tipi Cezaevi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.