2019: YERKÜREDE VE COĞRAFYAMIZDA İŞÇİ SINIFI(MIZ)[1]

0
3885

SİBEL ÖZBUDUN- TEMEL DEMİRER

“Umutsuzluk yasak

Yılgın türküler söylemek de

Çünkü yürüyor umudun ordusu

Umutsuzluğu kurşuna dizerek”[2]

Friedrich Engels’in, “Bir sınıf olarak burjuvazinin de zorbalığıyla yüz yüze gelirler; burjuvazi onları insan olarak değil nesne olarak görür; insani varlık olarak değil ‘emek’ ya da ‘el’ olarak görür,”[3] diye betimlediği; dünyanın lanetlilerinin kurtarıcısı proletaryaya dair çok şey söylendi, söyleniyor da; ancak bunlardan en önemlisi, “Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler,”[4] biçiminde formüle edilen misyonudur.

Onun bu misyonu tarihseldir ve “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir… Burjuvazi kendisine ölüm getiren silahları yaratmakla kalmamış; bu silahları kullanacak insanları da varetmiştir, -modern işçi sınıfını- proleterleri… Şu hâlde, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır,”[5] tesbiti hâlâ aktüeldir.

Çünkü “Fabrika işçisi tüm sömürülen halkın ileri temsilcisidir, ne daha az, ne daha fazla ve temsilci olarak bu görevini örgütlü, sebatlı bir mücadelede gerçekleştirmesi için herhangi bir perspektife kapılması gerekmez; bunun için sadece onu durumu hakkında, onu ezen sistemin politik-ekonomik yapısı hakkında ve bu sistem altında sınıf antagonizmasının zorunluluğu ve kaçınılmazlığı hakkında aydınlatmak gereklidir. Kapitalist ilişkilerin bütün sistemi içinde fabrika işçisinin bu konumu onu işçi sınıfının kurtuluşu için tek savaşçı hâline getirir, çünkü yalnızca kapitalizmin en yüksek gelişme aşaması makineli büyük endüstri, bu mücadele için gerekli maddi koşulları ve sosyal güçleri ortaya çıkarır.”[6]

Ve Karl Marx’ın, “Devlet içindeki bütün savaşımlar demokrasi, aristokrasi ve monarşi arasındaki savaşım, oy hakkı uğruna vb. savaşım, çeşitli sınıfların yürüttükleri gerçek savaşımların büründükleri aldatıcı biçimlerden başka bir şey değildir,”[7] notunu düştüğü geniş spektrumda; “İşçilerin mücadelesi, ancak bütün ülkelerin işçi sınıfının başta gelen temsilcilerinin tek bir sınıf olarak kendilerinin bilincine vardıkları ve tek tek patronlarla değil de, tümüyle kapitalist sınıfa ve o sınıfı destekleyen hükümete karşı yönelmiş bir mücadeleye giriştikleri zaman sınıf mücadelesi hâline gelir,” saptamasına V. İ. Lenin’in altını çizerek eklediği üzere:

“İşçiler, başkalarının emeğiyle geçinenlere karşı tek insanmış gibi birleşmelidir, işçiler kendileri ve bütün mülksüzleri bir işçi sınıfı hâlinde, proleterya sınıfı hâlinde birleştirmelidir. Mücadele işçi sınıfı için kolay olmayacaktır,[8] ama böyle bir mücadele mutlaka işçilerin zaferiyle sona erecektir. Çünkü burjuvazi ve başkasının emeği ile yaşayanlar halkın çok küçük bir bölümünü oluşturur. İşçi sınıfı ise halkın ezici çoğunluğudur. Mülk sahiplerine karşı işçiler – bu binlere karşı milyonlar demektir.”

Söz konusu tabloda işçi sınıfı kapitalist toplumun yıkıcı ürünü ve sonuna kadar devrimci olan tek sınıfıdır. İşçi sınıfının kapitalistler sınıfına karşı evrensel ve yerel ölçekli bu mücadelesi, sadece fabrika işçilerinin değil, sermaye birikiminin egemenliği altındaki tüm kolektif proletaryanın mücadelesine bürünür. 

Bu büyük sınıfsal mücadele ancak, sermaye egemenliğinin ve sınıflı toplumun bir uzantısı olan devlet iktidarının zora dayalı bir devrim yoluyla işçi sınıfına geçişiyle; tüm fabrikaların, işletmelerin, makinelerin, toprağın ve maden ocaklarının tüm topluma maledilmesi yani toplumsallaştırılmasıyla anlamlandırılabilir.

Çünkü toplumsal devrim, işçi sınıfının kurtuluşunun temel koşuludur. Bu devrim, özel mülkiyetin, sömürünün, baskının, sefaletin, eşitsizlik, haksızlıkların ve bunların beşiği olan kapitalist sınıflı toplumun ölüm çanı ve sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız yeni dünya güzergâhında ileri adımların atılmasıdır.[9]

İfade ettiklerimiz, postmodern kurmacanın “emek değer teorisini, değer, artı değer yasalarını da berhava etmeye kalkışan fantezilerin” ya da “proletarya olmaktan çıkmış proletarya zırvaları” indinde “dogmatik” gözükse de; Karl Marx ile Friedrich Engels ‘Merkez Komitesi’nin Komünist Birliğe Çağrısı’ndaki, “Bizim için sorun özel mülkiyetin herhangi bir değişikliğe uğratılması değil, olsa olsa yok edilmesidir; sınıf karşıtlıklarının üzerinin örtülmesi değil, sınıfların ortadan kaldırılmasıdır; mevcut toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulmasıdır,” ifadeleri yolumuzu aydınlatmaktadır hâlâ!

Ancak şunları da atlamamak kaydıyla: Evet işçi sınıfı uluslararasıdır; onun bu karakteri, farklı ülkelerde benzer sömürü koşullarında çalışması, aynı sömürüye tabi tutulmasından kaynaklanır. Yani bu sömürüye karşı özünde aynı mücadeleyi verir. Ancak farklı ülkelere ve farklı uluslara mensup olduğundan mücadelesi biçimsel olarak farklı koşullarda devam eder: Özde aynı sömürü, biçimde farklı ülkeler söz konusudur. Bu kapsamda her coğrafyanın işçi sınıfı öncelikle kendi burjuvazisine karşı mücadele edecek, söz konusu mücadeleyi verirken de, işçi sınıfının uluslararası birliğini gerçekleştirmeye çalışacaktır.

Ama burada durup Mike Davis’in,[10] “Dünyanın lanetlilerinin” anlamının yeniden belirlendiğini proletaryaya, neo-liberalizm koşullarında sayıları hızla katlanan esnek ve güvencesiz çalışanlarla, geçinmek için suç işlemek zorunda kalanları da eklemek gerektiğini söylediği hâle dair parantez açmak gerek:

Neo-liberal küreselleşme sürecinde küresel imalatın yer değiştirmesiyle, geleneksel işçi sınıfı inanılmaz boyutlarda ekonomik ve siyasal olarak güç kaybetti.

Buna paralel olarak ücretler düştü, taşeronlaşma yaygınlaştı, otomasyonun etkisiyle istihdam aşındı, hizmet işleri güvencesizleşti, beyaz yakalı işler dijitalleşti, kamuda sendikalı istihdam geriledi. İstihdam daralırken ve yeni sömürü biçimleri devreye girerken de sermaye büyümeye devam etti. Neo-liberal süreçte işçi sınıfının dayanışma kültürü aşındı ve zehirlendi. Bugün artık ana ekonomilerde bile iş güvencesinin son kırıntıları tehdit altında.

Davis, neo-liberal küreselleşmenin, kentleşmenin sanayileşme ile, geçimin de ücretli istihdamla bağını kopardığını, “işsiz büyümenin” bir sonucu olarak da devasa boyutlar kazanan göçle karşı karşıya olduğumuzu hatırlatarak şu tespiti yapar: “Göçmenlerin yeniden modern üretim ilişkilerine entegre edilmeleri olasılığını zayıf görüyor. Bu insanların gidebilecekleri yer, sefil sığınma kampları ve işsiz çevresel varoşlardır. Çocukları ise oralarda ancak fahişe olmayı ya da araçlı bombacı olmayı hayal edebilirler.”

O, bu noktada Karl Marx’ın uyarılarını hatırlatır: “Üretici emeğin amacı üreticilerin var oluşu değil, artık değer üretimi olduğu için, artık değer üretmeyen her türlü emek kapitalist üretim açısından gereksiz ve değersizdir.”

Kapitalizmin gözündeki bu “gereksiz insanlığın” kaderinin, XXI. yüzyılda Marksizmin ana problemi hâline geldiğini belirten Davis, “geleneksel işçi sınıfının ömrünü tamamladığı” biçimindeki post-Marksist düşüncelere karşı çıkarken; “Elveda Proletarya” yaklaşımlarını da korkunç bir hata olarak niteler. Ancak geleneksel işçi sınıfının eylemlilik olarak bir gerileme içinde olduğunu kabul eder.

Hindistan’daki büyük çıkıştan Tunus,[11] Güney Afrika[12] örneklerine;[13] veya Flormar, Cargill, Tariş, Sibaş işçilerinden, fabrika ve işletmelerde filizlenen komitelere;[14] işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağını bir kez daha öğreten filizlerle, “gerilemenin durdurulup”, “sınıftan kaçış”ın nihayete erdirilmesi yani sınıfla buluşmanın yeniden gündem maddesi olması; XXI. yüzyılın devrimcilere sunduğu müthiş bir imkândır.

Michael Zweig, özellikle II. Dünya Savaşı’nın ardından Amerika’da, işçi sınıfının sınıfsal-kitlesel varlığının, toplumsal olarak ezici çoğunluk olduğu gerçeğinin gözlerden uzak tutulduğunu, tutulmaya çalışıldığını anlatırken; “ABD’de toplumsal sınıfların olmadığı, dolayısıyla işçi sınıfı diye bir sınıfın da bulunmadığı fikrinin, her toplumsal düzeye nasıl egemen kılınmaya çalışıldığını” kitabın önsözünde “Toplumsal sınıflardan söz eden bir öğrenciyi ‘bu ülkede tek sınıf var o da okuldakiler’ diyerek,”[15] sınıftan kovan profesör örneğiyle somutlaştırırken; post-modern zamanlardan söz eder gibidir sanki…

Dünyada ve coğrafyamızda da aşılıp, hesaplaşılması[16] gereken bu hâldir![17] Çünkü neo-liberal kapitalizm, tüm yerkürede geçimlik temelleri yok ederek ve yığınları mülksüzleştirerek devasa bir proletarya yaratmaktadır. Ve günümüzün en hızlı büyüyen sınıfı, bu kolektif proletaryadır; “prekarya” (dedikleri) değil!

I) DÜNYA

Kolektif proletaryanın gerçeğiyle betimlenen yerkürede, -‘Dünya Kalkınma Raporu’nun 2019 taslağına göre,- kapitalizmin XXI. yüzyıldaki gelişim özelliklerinin en başında küresel mülksüzleştirme gelmektedir. 1990 sonrası neo-liberal dönemde küresel ücretli emek piyasalarında işçi sınıfı yaklaşık iki misli büyümüş; işgücünü küresel rekabet koşullarında satarak geçinen emekçilerin sayısı 1.5 milyardan, 3 milyar kişiye ulaşmıştır. Küresel çapta işsizlik oranının yüzde 7 civarında olduğu günümüzde, kapitalizm bu devasa yedek işsizler ordusunun olanaklı kıldığı baskı ve şiddete dayalı emek aleyhtarı politikaları uygulama olanağı elde etmiştir.[18]

Eşitsizliğin derinleşerek yaygınlaştığı dünyada ‘Uluslararası Çalışma Örgütü’ (ILO) verilerine göre, 1970’lerin sonlarından beri 133 ülkenin 91’inde, milli gelirleri içinde ücretlilerin payı sürekli olarak düştü. Şirketler maliyetlerini düşük tutarak mallarını daha ucuza satabilmek için ücretleri düşük tutma eğilimi içine girdiler. Buna karşın şirketlerin elde ettikleri kârların milli gelir içindeki payı büyüdü. IMF ve ‘Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nde (OECD) de benzer rakamlar var. Sonuç: Giderek artan gelir eşitsizliği, azalan talep ve işgücü verimindeki artışın azalması oldu.[19]

Bu tabloda ILO verileri dünya nüfusunun yüzde 55’inin herhangi bir sosyal güvencesinin olmadığını vurguluyor. Sosyal güvenceden yoksunlar 4 milyara ulaşmakta; bu rakam Sahra Altı Afrika ülkelerinde nüfusun yüzde 87’sine değin uzanıyor. Bu koşullarda uluslararası düzeyde günde 1.90 dolar olan “aşırı yoksulluk” sınırının altında yaşamını sürdürme mücadelesi veren 300 milyon yoksul emekçi bulunuyor.

ILO, küresel boyutta genç işsizlerin sayısının 64 milyon; aşırı yoksulluk altında çalışan genç işçilerin sayısının da 145 milyona ulaştığını belgeliyor.

Diğer yandan OECD ülkeleri arasında işsizlik oranındaki gerileme devam etmekte. İşsizlik oranı AB üyesi 28 ülkede yüzde 6.5’e; OECD’de ise yüzde 5.1’e değin gerilemiş durumda. Her iki rakam da, 2008 krizinden bu yana gözlenen en düşük işsizlik oranlarını dile getiriyor. İşsizliğin bu denli gerilemiş olmasına karşın, ortalama ücret artışlarının son derece düşük düzeyde kalması, küresel ekonomideki en büyük açmazlardan birisi olarak değerlendirilmekte.

ILO’nun ‘2018-2019 Küresel Ücret Raporu’na göre küresel ekonomide ortalama ücretler sadece yüzde 1.8 arttı (Çin dışarıda tutulursa ücret artışları yüzde 1.1’e geriliyor). Oysa dünya ekonomisi bu dönemde yaklaşık yüzde 3.7 büyüme gösterdi.

Örneğin, OECD’nin ‘2018 İstihdam Görünümü Raporu’, işçi başına üretkenlik ile ücret gelirleri arasındaki uçurumun giderek daha da belirginleştiğini vurgulamakta. Aşağıda yansıttığımız verilere göre, OECD ülkelerinde ücretlerin işçi başına üretkenlik kazanımları arasındaki fark 1995’ten bu yana yarı yarıya artmış durumda.

OECD Raporu 2015 itibarıyla ortalama kadın ücretlerinin, erkeklerin ücretlerine görece yüzde 39 daha düşük olduğunu vurguluyor.[20]

Yani küresel ekonomide bir yandan durgunluk sinyalleri, bir yandan da küresel üretimin paylaşım süreçlerindeki çarpıklık derinleşiyor. Küresel kapitalizm, krizini aşabilmek için daha yoğun sömürü, daha yoğun ayırımcılık ve sosyal dışlanmaya başvuruyor. Küresel ekonomide yeniden durgunluk sinyalleri ile birlikte emeğin sosyal kazanımları üzerine sürdürülen baskının da açık faşizm ve otoriter yönetim koşullarına dönüşmekte olduğu görülüyor.[21]

ILO’ya göre 2017’de küresel ücret artışının, 2008’den bu yana en düşük seviyeye gerilediğini, dünyadaki kadınların da erkeklere göre hâlâ yüzde 20 az daha kazandığını vurguladı. Veriler küresel ücret artışı oranının 2016’da yüzde 2.4 iken 2017’de yüzde 1.8’e düştüğünü ortaya koyuyor.[22]

Ayrıca OECD’nin 2013 verilerine göre, çalışan nüfusun ortalama gelirinin yarısından daha az gelir alanların payının OECD ortalaması yüzde 10.6. Bu sıralamada en düşük oran yüzde 5.6 ile Çek Cumhuriyeti’ne ve yüzde 6.8 ile Danimarka’ya ait. Türkiye’nin verisi yüzde 13.1. Yani Türkiye’de 2013 itibarıyla çalışanların yüzde 13.1’i ortalama gelirin yarısından daha az gelir düzeyinde çalışmakta. Bu oranın görece yüksekliği işgücü piyasalarının ne derece parçalı ve enformalleştirilmiş olduğunu belgeliyor.

OECD ülkeleri arasında güvencesiz ve kapsayıcı olmayan istihdam biçiminin en yaygın olduğu ülkeler arasında Yunanistan (yüzde 16.2) ve İspanya (yüzde 16.4) geliyor. Küresel kriz boyunca işsizliğin en şiddetli biçimde artış gösterdiği bu iki ekonomide istihdam biçimlerinin de tahribata uğramış olmasında şaşırtıcı bir yan yok. Ancak onları izleyen ülkelere baktığımızda küresel krizin faturasının nasıl da emekçilere çıkartılmış olduğunu görebiliyoruz.[23]

Öte yandan ILO verileri, dünya nüfusunun yüzde 55’inin herhangi bir sosyal güvencesinin olmadığını vurguluyor. Sosyal güvenceden yoksun olanların sayısı 4 milyara ulaşmakta; bu rakam Sahra altı Afrika ülkelerinde nüfusun yüzde 87’sine değin uzanıyor. Bu koşullarda uluslararası düzeyde günde 1.90 dolar olan “aşırı yoksulluk” sınırının altında yaşamını sürdürme mücadelesi veren 300 milyon emekçi yoksul bulunuyor.

ILO’nun OECD’ye göre kadın ücretleri konusunda daha “iyimser” olduğu söylenebilir. ILO’nun 70’ten fazla ülke üzerine yaptığı araştırmalar, ortalama kadın emeği ücretinin, erkeklere göre yüzde 20 daha düşük kaldığını belgeliyor. Aşırı yoksulluk altında çalışan genç işçilerin sayısının da 145 milyona ulaştığını belgeliyor.[24]

Metropol ülkelere, örneğin Almanya’ya gelince: 36.85 milyon emekçinin sosyal sigortalı çalıştığı Almanya’da emekçilerin yüzde 24’ü yarı zamanlı işlerde ve yüzde 14’ü düşük ücretli işlerde çalışıyorlar. Sigortalı işçilerin yüzde 2.74’ü ise kiralık işçi olarak istihdam ediliyor. Yani 1.01 milyon emekçi her gün işten atılma-işsiz kalma tehdidi altında çalışıyor.

‘Federal Çalışma Ajansı BA’nın verilerine göre 2.8 milyon emekçi süreli sözleşmeyle; özellikle genç işçilerin önemli bir bölümü süreli işlerde çalışmaktalar. 20 yaşın altındaki genç işlerin yüzde 41.3’ü, 20-25 yaş grubundakilerin yüzde 27.4’ü, 25-30 yaş grubundakilerin ise yüzde 20’si süreli sözleşmeye sahipler. Bu tür güvencesiz işlerde çalışan göçmen kökenli gençlerin oranı ise Alman gençlerinin neredeyse iki katı. Bu genç işçilerin yüzde 15’i de yoksulluk içinde yaşıyor.

Almanya’da 8.9 milyon emekçi -ki bu rakam tüm çalışanların yüzde 22.5’ine tekabül etmekte- devlet tarafından resmi olarak tespit edilen düşük ücret sınırı 10.50 avronun altında ücret alıyor.

Avro Bölgesindeki emekçilerin ise yüzde 15.9’u düşük ücretli işlerde çalışıyorlar. Ama bu emekçiler Almanya’daki sınıf kardeşlerinden daha yüksek ücret alıyorlar. Çünkü Avro Bölgesinde düşük ücret sınırı 14.10 avro dolayında!

Devletin kendi verilerine göre 55 ve üstü yaş grubundan 5.6 milyon emekçi yoksulluk içinde yaşıyor. Bugünün Almanyası’nda ortalama emekli maaşı 842 avro dolayında. Bu emeklilik maaşının Hartz IV’ün altında (geçim parası + kira ve yan giderler) olduğunu ise kimse görmek istemiyor.

Aynı şekilde 2.5 milyon çocuğun da yoksulluk içinde yaşadığı da gerçekte ne sermayeyi ne de politikacılarını ilgilendiriyor.[25]

ABD’ye gelince: 2017 itibarıyla Amerika’dan gelen veriler, enflasyondan arındırılmış reel ücretlerin 1973’e görece sadece yüzde 10 artmış olduğunu gösteriyor. 1973 sonrasında Amerika’da reel ücretlerin yıllık artış hızı yüzde 0.2’nin altında gerçekleşti. Söz konusu dönemde Amerikan ekonomisinin yılda yaklaşık yüzde 2.2 büyümüş olduğu göz önüne alındığında, ücretli-emeğin milli gelir içerisindeki payının nasıl da erimiş olduğunu ve gelir dağılımındaki bozulmanın boyutlarını algılamak hiç de zor değil.[26]

Gerçekten de ‘Economic Policy Institute’ (EPI) uzmanlarının raporlarına göre 2015 Amerikan emekçisi için son derece kötü bir yıl idi.[27] 2015’te Amerikan işgücü piramidinin en üst yüzde 5’lik diliminde yer alan çalışanların ücretleri yüzde 9.9 büyürken, ortalama gelire sahip yüzde 50’lik kesimin ücretleri yüzde 2.9 gerilemişti.

EPI çalışmalarına göre, 1973’ten bu yana Amerika’da ortalama işçi ücretleri toplamda yüzde 4.6 gerilerken, en üst ücret geliri düzeyindekilerin ücretleri yüzde 51.4 artmış durumda. Yirminci yüzyılın son çeyreği ile birlikte hızlanan ücret eşitsizliği, etnik ve coğrafi kökenli eşitsizliklerin ve sosyal dışlanmanın da ana nedenini oluşturmakta.[28]

Bu kadar da değil! ABD’de 2017 en az grev yapılan ikinci yıl olurken, grev sayılarındaki düşüş ile ücret artışındaki azalmanın taşıdığı paralellik dikkat çekti.

Grev işçi sınıfının en önemli silahı olarak kabul edilir ancak tüm dünyada grev sayıları geçmişe oranla büyük düşüş eğiliminde. Grevlerle birlikte, ücret artışları da önemli ölçüde geriliyor. ABD’de 9 Şubat 2018’de ‘İşgücü İstatistikleri Bürosu’ tarafından açıklanan rakamlar, 2017’nin ülke tarihinde en az grev yapılan ikinci yıl olduğunu ortaya koydu.[29]

Ancak bir yıl sonra ‘İşçi İstatistikleri Bürosu’nun yayımladığı yeni veriler, 2018’de greve giden işçi sayısının 1986’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaştığını gözler önüne seriyor. Buna göre 2018 yılında 500 bin ABD’li işçi, iş durdurdu. Grevler ve direnişler 2019’un ilk aylarında da hız kesmeden devam etti. Yılın başından itibaren sırasıyla Los Angeles, Denver, Batı Virginya, ve Oakland’da öğretmenler, fiili grevlere çıktı. Öğrenci ve ailelerin de destek verdiği eylemler kitleselleşti.[30]

ABD’de öğretmenlerin dev grevleri devam ediyor. Şimdi de Indiana’da binlerce öğretmen Indianapolis’teki eyalet binasını doldurdu. 2019’ün ilk üç ayında Los Angeles, Denver, Batı Virginia, Oakland ve Kentucky’de 75.000’den fazla öğretmen greve katıldı.[31]

Bunlara eklenecek öteki verilere gelince: ILO’nun bulgulara göre, günümüzde küresel ekonomide toplam 190 milyon açık işsiz bulunmakta. Küresel toplamda 2 milyar emekçi, yani çalışanların yarısından fazlası, enformel koşullarda, güvencesiz olarak istihdam edilmekte; 200 milyon işçi günde 1.90 doların altında yoksulluk koşullarında çalıştırılmaktadır. Küresel kapitalizmin kıyasıya rekabet koşullarında emekçilerin üçte birinden fazlası aşırı uzun sürelerde (haftada 48 saatten fazla) çalışmak zorunda kalmakta; bu koşullar altında yılda 2.78 milyon emekçi iş kazalarında yaşamını yitirmektedir.[32]

Yine ILO verilerine göre dünyada 70 milyon 900 bin genç işsiz var. Gençler arasında işsizlikte başı Arap ülkeleri çekiyor, iş için en çok Afrikalılar göç ediyor. Türkiye’de yüzde 26’larda seyreden genç işsizliği, dünyada da can yakıyor.

ILO’nun ifadesiyle, dünya genelinde 15-24 yaş arasında 70 milyon 900 bin insanın işi yok. Bu oran dünya nüfusunun yüzde 13.1’ine tekabül ediyor. 2018’de 200 bin genç kadın ve erkeğin de işsizler ordusuna katılacağına dikkat çekiyor.

Yaşadığı ülkede iş bulamadığı için başka ülkelerde yaşama şansı arayan gençlerin dünya nüfusunun yüzde 36’sına tekabül ettiği belirtildi. Başka ülkelere göç eden genç nüfusun yüzde 44.3’ü Afrika’nın güneyindeki ülkelerden. Bunu Kuzey Afrika, Güney Amerika, Karayip ve Doğu Avrupa ülkelerinden gençler takip ediyor. Amerika’nın kuzeyinde yaşayıp da başka ülkelere göç etmek isteyen gençlerin oranı ise sadece yüzde 17.1.[33]

ILO’nun 2018’de yayımladığı, 2013 ile 2017 dönemini kapsayan ‘Göçmen İşçiler Küresel Tahminleri’ne göre, dünya genelinde 164 milyon göçmen işçi bulunuyor. Bu sayı, 2013 yılında 150 milyondu. Buna göre, göçmen işçi sayısında 2013 yılından bu yana yüzde 9 artış yaşandı. Göçmen işçilerin çoğunluğunu oluşturan erkekler 96 milyon ve kadınlar 68 milyon civarında.[34]

ILO’nun 2017 raporu verilere göre, dünya genelinde 5-17 yaş aralığında 152 milyon çocuk işçi bulunuyor. Bu çocukların 73 milyonu tehlikeli işlerde çalışıyor. Yani dünyada her 10 çocuktan biri işçi. Bu çocukların 64 milyonu kız, 88 milyonu erkek çocuklardan oluşuyor. Çocuk işçilerin yüzde 70.9’u tarım, yüzde 17.2’si hizmet sektöründe çalışırken, yüzde 11.9’u da sanayi sektöründe çalışıyor.

En fazla çocuk işçi Afrika’da bulunuyor. Çocuk işçilerin 72.1 milyonunu barındıran Afrika’da 31.5 milyon çocuk tehlikeli işlerde çalışıyor. Afrika’dan sonra en fazla çocuk işçinin bulunduğu bölge olan Asya Pasifik’te 62 milyon çocuk işçi bulunuyor. Bu da Afrika ile Asya ve Pasifik bölgesinin birlikte, dünyadaki her 10 çocuk işçiden 9’una ev sahipliği yaptığı anlamına geliyor. Kuzey ve Güney Amerika’da toplam 11 milyon çocuk işçi bulunurken Avrupa ve Orta Asya’da ise 6 milyon çocuk çalışma hayatında yer alıyor.[35]

Dünya nüfusunun yüzde 30.2’sini çocuklar oluştururken; uluslararası kuruluşların raporlarına göre toplam 20 ülkede yaşayan 153 milyon çocuk yoksulluk, çatışma ve ayrımcılıkla karşı karşıya. ILO’nun rakamlarına göre dünyada çalışmak zorunda bırakılan çocuk sayısı 2015 yılı itibariyle 168 milyon. Çocuk işçilerin yarıdan fazlası, yaklaşık 85 milyonu tehlikeli işlerde çalışmak zorunda kalıyor.

ILO’nun tahminlerine göre 2016’da dünyada 5-17 yaş bandında yaklaşık 218 milyon çocuk çalışıyordu. Bunun 152 milyonunun kayıt dışı çocuk emeği olduğunu belirten ILO, bu kategoriye girenlerin yarısının 12 yaş altında olduğunu söylüyor.[36]

ILO raporuna göre 5-17 yaş arasında 218 milyon çocuk, işçi olarak çalıştırılıyorken;[37] tarımdan sanayiye, tekstilden inşaata tüm üretim süreçlerinde çalışan ya da çalışmak zorunda bırakılan çocuklar, yasalardaki boşluklar ya da yasaların titizlikle uygulanmaması sonucu mağdur oluyor. Çocuk işçiliğinde Güney Asya ve Pasifik ülkeleri başı çekiyor.[38]

BM verilerine göre çocuk işçiliğinin yaygın olduğu ülkelerin başında gelen Kongo’nun güneyindeki madenlerde, yaklaşık 40 bin çocuk işçinin çalıştılıyor ve bu çocukların günde bir veya iki ABD doları kazanmak için bazen 24 saate varan süre boyunca çalıştırılıyor.[39]

Nihayet, dünyada her gün yaklaşık 1 milyon iş kazası yaşanırken; iş kazası ve meslek hastalıkları sonucu her yıl 2.3 milyon insan hayatını kaybediyor![40]

Ve İsveç İşçi Sendikaları Konfederasyonu yönetimi, kamuoyuna açıkladığı raporda her on kadın işçiden birinin işyerinde cinsel tacize uğradığını bildiriyor![41]

Bunlara ‘Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC), ‘Küresel Haklar Endeksi’nin 2014 ve 2018 kesitindeki beş yıllık veriler, toplu pazarlık ve işçi haklarının azaldığını gösteren birkaç madde daha şöyle:

* Örgütlenme özgürlüğünden mahrum bırakma yüzde 15 arttı. (80 ülkeden 92 ülkeye yükseldi);

* Toplu pazarlık hakkı ihlâlleri yüzde 32 arttı (87 ülkeden 115 ülkeye yükseldi);

* Grev hakkı ihlâlleri yüzde 41 arttı (87 ülkeden 123 ülkeye yükseldi).[42]

Yine ITUC’un ‘Küresel Haklar Endeksi 2017’ raporuna göre:

* 84 ülke çeşitli işçi gruplarını İş Yasası kapsamı dışında tutuyor. Ülkelerin dörtte birinden fazlası bazı işçilerin ya da işçilerin tamamının grev hakkını tanımıyor. Ülkelerin dörtte üçünden fazlası ise bazı işçilerin ya da işçilerin tamamının toplu pazarlık hakkını da tanımıyor.

* 139 ülkeden 50’si ifade özgürlüğünü ve toplanma özgürlüğünü ya tanımıyor ya da sınırlandırıyor.

* İşçilerin fiziksel şiddet ve tehdide maruz kaldığı ülke sayısı yüzde 10 arttı. Sendikacılar, Bangladeş, Brezilya, Kolombiya, Guatemala, Honduras, İtalya, Moritanya, Meksika, Peru, Filipinler ve Venezüella olmak üzere 11 ülkede katledildi.

* 2017’de işçi hakları konusunda en kötü 10 ülke, Bangladeş, Kolombiya, Mısır, Guatemala, Kazakistan, Filipinler, Katar, Güney Kore, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri oldu.

* Raporda, ülkeler 97 göstergeye göre, 1’den 5’e kadar puanlandı. Buna göre Hakların Güvence Altında Olmadığı Ülkeler: Mısır, Filipinler ve Türkiye dahil 35 ülke olarak sıralandı.[43]

I.1) KONTROL + BASKI ÖRNEKLERİ

Bu kadar da değil; topyekûn bir yıkıcılığa dönüşen sürdürülemez kapitalist tahakküm vahşete dönüşen kontrol + baskı örnekleriyle insan(lık) tarihine kara bir leke sürmektedir.

i) İngiliz Sendika Kongresi Genel Sekreteri Frances O’Grady, “Bazı işverenlerin teknolojiyi kullanarak çalışanlarını kontrol altında tutmaya çalıştığını biliyoruz, mikro yönetim peşindeler” diyerek mikroçiplerin daha fazla kontrol elde etmek için kullanılabileceğini açıkladı.

‘Bioteq’ adlı İngiliz firma, 40 Sterlin (yaklaşık 280 TL) ile 270 Sterlin (yaklaşık 1900 TL) arasındaki çiplerden şimdiye kadar 150 adet satıldığını belirtti. ‘The Guardian’a konuşan şirketin kurucusu Steven Northam, her ne kadar bunların çoğu bireysel alımlar olsa da, finans ve mühendislik şirketlerinin de çalışanlarına çip taktırdıklarını ifade etti.

Öte yandan İsveç merkezli mikroçip üreticisi Biohax şirketi ise, yüz binlerce çalışanı olan bir İngiliz şirketi ile görüşmeler yaptıklarını açıkladı. Biohax kurucusu Jowan Österlund, çiplerin belgeleri korumak için kullanılabileceğini söyledi. Österlund şimdiye kadar çoğu İsveç’te 4 bin kişiye çip takıldığını öne sürdü.

Almanya’daki biyohacking ürünlerinin satışını yapan Digiwell şirketinin CEO’su Patrick Kramer ise son 18 ay içinde 2 bin kişiye biyoçip yerleştirdiklerini söyledi…[44]

ii) Perakende devi Amazon, çalışanların el hareketlerini izleyecek bir tür bileklik için iki patent aldı. Bilekliği takan çalışanın tüm hareketleri izlenebileceği gibi planlı iş dışında bir iş yaptığında bilekliğe “titreşim” gönderilecek. Elektronik kelepçeye benzetilen bileklik büyük tartışmaları da beraberinde getirdi. Amazon ise bileklik sayesinde önemli “zaman tasarrufu” sağlanacağını savunuyor.

Şirketin 2016 yılında ‘ABD Patent ve Ticari Marka Ofisi’ne yaptığı başvuru 30 Ocak’ta onaylandı. Bileğe takılacak cihaz “teorik olarak” çalışanların el hareketleri ile stoklardaki ürün arasındaki ilişkiyi izlemek üzere tasarlandı. “Bileklik” ya da “kelepçe” olarak adlandırılan yeni teknolojinin, farklı ülkelerdeki 70 depoda kullanılması bekleniyor…[45]

iii) İsveçli yüksek teknoloji ofis grubu ‘Epicenter’ isimli İsveçli firma, çalışanlarının kimliklerini tanımlamak için dijital kimlik kartı yerine derilerinin altına çip takmaya başladı. Toplamda 400 kişiye takılan çiplerin takılma amacı ise hem zamandan tasarruf etmek hem de daha güvenli bir çalışma ortamı oluşturmak.[46]

iv) Gizlice ‘Amazon’un İngiltere’deki deposuna giren bir yazar, çalışanların kendilerine konulan hedefleri kaçırmamak için tuvalete gitmek yerine ihtiyaçlarını şişelere giderdiklerini ortaya çıkardı. Yazarın aktardıklarına göre, bir ‘Amazon’ çalışanı ise yaşadıklarını “Hedeflerimiz inanılmaz şekilde artırıldı. Tuvalete gitmeye zamanım olmadığı için su içmiyorum” sözleriyle anlattı. Dünyanın en zengin insanı Jeff Bezos’un teknoloji devi ‘Amazon’da çalışanların korkudan tuvalete gidemediği, hastalandıklarında sert bir şekilde cezalandırıldıkları iddia edildi…[47]

v) ABD’de bir süredir, kanatlı hayvan üretiminde çalışan işçilerin ağır çalışma koşulları konuşuluyor. İşçiler tuvalet yasağından dolayı bez bağlıyor. Çoğu azınlık ya da göçmen olan işçiler, açıkça bir hak gaspına uğrasa dahi, hukuki olarak hak arama olanaklarına sahip değil. Kanatlı hayvan sanayisinin marjinal ve karmaşık bir işgücü yapısı var. Bugün, kanatlı hayvan üretiminde çalışan 250 bin işçinin çoğu azınlık, göçmen, mülteci ve hatta mahkûm…[48]

vi) ‘Barbie’, Tank Motoru ve Sıcak Tekerlekler gibi oyuncaklar, saatte 86 peni kazanan işçiler tarafından yapılıyor. Fabrikada 4 bin 200 işçi çalışıyor ve işçiler saat başı 1.08 sterlinlik bir taban ücretten başlıyor, üretim pik yaptığı dönemlerde ayda 100 saatten fazla çalışıyorlar. Aylık asgari ücret 188 sterlin ve fazla mesai, ödenek ve kesintilerden sonra maksimum ücret 337 sterlin oluyor.

Araştırmacılar, ortalama haftalık çalışma saatinin 68.3 saat olduğunu söylüyor. Çin İş Kanunu, ayda yalnızca 36 saate kadar mesaiye izin veriyor. Haftada ortalama 68.3 saat çalışan bir işçi, ayda ortalama 88 saat fazla mesai yapıyor, ancak işçiler yaz boyunca, en yoğun üretim dönemlerinde bu rakamın daha yüksek olduğunu öne sürüyor.[49]

vii) İsveç bankaları altın çağlarını yaşıyor. 2017 yılında İsveç’in 4 büyük bankası 100 milyar krondan fazla kâr etti. Kârların faturasını ise daha fazla çalışmaları için baskıya uğrayan çalışanlar “hastalanarak” ödüyor.

‘Finans Federasyonu’nun hazırladığı ve kamuoyuna duyurduğu bir rapor, bankalar ve finas sektöründe çalışan emekçiler arasında uzun süreli hastalık izni yapanların 2010 ila 2017 yılları arası yüzde 40 oranında artış gösterdiğini ortaya koydu. Bu oran İsveç genelinde yüzde 32.

Federasyon Başkanı Ulrika Boethius, bunun pek çok nedeni olduğunu, artan iş yükünün ve tasarruf sonucu çalışanların sayılarının azaltılmasının etkenlerden biri olduğunu söyledi. İş temposunun artmasından dolayı hastalanan banka çalışanlarının sayısında artış görülürken bankalar ise aşırı kâr etmeyi sürdürüyor.

İsveç’in 4 büyük bankası ‘Handelsbanken’, ‘Nordea’, ‘SEB’ ve ‘Swedbank’ 2017 yılında 105.7 milyar kron kâr etti. En fazla kâr eden bankalar sıralamasında ‘Swedbank’ yüzde 15.1 oranıyla başı çekerken, onu yüzde 12.7 ile ‘SEB’, yüzde 12.3’le ‘Handelsbanken’ ve yüzde 9.5 ile ‘Nordea’ izliyor.[50]

viii) Japonya’nın resmi yayın kuruluşu NHK’de çalışan 31 yaşındaki Miwa Sado, bir ay içinde 159 saat mesai yapmasının ardından kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.[51]

Japonya, dünya genelinde çalışma saatlerinin en uzun olduğu ülkelerden biri. Ülkede çok çalışmaya bağlı ölüm olaylarında da artış var. Onlardan biri Michiyo Nişigaki. Nişigaki’nin oğlu Naoya, mezun olur olmaz Japonya’nın en büyük telekom şirketlerinden birinde işe girdi. Nişigaki, iş arkadaşlarından oğlu Naoya’nın gece gündüz çalıştığını öğrendi. “Genelde son tren saatine kadar çalışırdı, treni kaçırdığında ofisteki masasında uyurdu. En kötüsü, bir defa geceden sabaha kalıp, aynı gün gece 10’a kadar çalışmıştı. Toplam 37 saat” diyor annesi. İki yıl sonra Naoya, 27 yaşında aşırı dozda ilaç kullanımından öldü. Ölümüne resmi olarak “karoşi” tanısı kondu. “Karoşi” Japonya’da aşırı çalışma bağlı ölüm için kullanılan bir ifade.

Japonya’da çalışma saatlerinin uzun olması yeni bir durum değil. Uygulama ilk olarak 1960’lı yıllarda başladı. Son dönemde ise karoşi ölümlerinde artış yaşandı. Japon reklam ajansı ‘Dentsu’da çalışan 24 yaşındaki Matsuri Takahaşi, 2015 yılı Noel günü kaldığı yurttan atlayıp intihar etti. Ölümünden sonra genç kadının çok az uyuduğu, ayda en az 100 saat fazla mesai yaptığı ortaya çıktı.[52]

ix) İsveç’te 2017 yılının Temmuz ayında sendika ile patron arasında imzalanan toplu sözleşmenin iptal edilmesi için Stockholm’de direniş yapan 49 çöp toplayıcına “yasa dışı grev” suçlamasıyla 3 bin 500’er kron para cezasına çarptırıldı.[53]

x) Finlandiya’da inşaat işçileri 1987 yılından beri ilk defa grev yaptı. Patronlar, iki yıl için yüzde 3.2 oranında ücret zammı önerisinde bulunurken işçiler yüzde 5.7 oranında ücret zammı talep etti. Bun un üzerine Finlandiya’da inşaat patronları grevdeki inşaat işçilerine lokavtla misilleme yaptı.[54]

II) COĞRAFYAMIZDA DURUM

Türkiye ekonomisi 2000’li yıllarda yapısal bir dönüşüm yaşamış; tarımın milli gelir ve istihdam içerisindeki payı hızlı bir biçimde düşmüştür. Bu süreçte proleterleşme artmış ve Türkiye giderek daha fazla bir “ücretliler toplumu” hâline gelmiştir…

2000’li yıllarda Türkiye ekonomisinin içinden geçtiği yapısal dönüşüm sonucunda tarımın milli gelir ve istihdam içerisindeki payı azalırken ekonomik büyümenin istihdam yaratıcı etkisi zayıflamış, bu da işgücüne katılım oranlarının düşmesi ve işsizlik oranlarının artması şeklinde görünür hâle gelmiştir.

Toplam istihdam içerisinde ücretli ve yevmiyeli çalışanların oranı düzenli ve hızlı bir biçimde artmış, Türkiye büyük bir proleterleşme dalgası yaşamıştır. 2000’li yıllarda hâkim hâle gelen dış sermaye girişlerine bağımlı, borç artışına dayanan, inşaat odaklı büyüme modelinin herhangi bir sanayileşme ve istihdam politikası içermemesi sonucunda istihdam daha ziyade güvencesiz ve üretkenliği düşük hizmet sektörlerinde yoğunlaşmıştır.

Yedek işgücü ordusunun artan boyutlarını da göz önünde bulundurduğumuzda, ekonomik yapı içerisinde kendine ancak çeperlerde düşük ücretli, güvencesiz, önemli oranda kayıt dışı istihdamda yer bulabilen geniş bir kitlenin ortaya çıktığı söylenebilir. Sendikalaşma oranlarının da düşmesiyle emeğin pazarlık gücü giderek daha da gerilemiştir.[55]

Bu çerçevede 2007 verilerine göre Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki çalışabilir nüfus 52 milyon 484 bin kişidir yani işgücüne katılma oranı yüzde 49.3’tür. İşgücüne dahil olmayanlar toplam çalışma çağındaki nüfusun yüzde 51.7’sini oluşturmaktadır. Bunun içinde ev kadınları, emekliler, öğrenciler ve hasta ve engellilerin oranı yaklaşık yüzde 85.0 düzeyindedir. 1988’de işgücüne katılım oranı yüzde 57.5 iken, bu oran 2007’de yüzde 49.3’e gerilemiştir. Bunun anlamı çalışabilecek yaştaki her 100 kişiden ancak 49 kişinin ya çalışmakta ya da bir iş aramakta olduğudur.

İşçi sınıfının temelini oluşturan ücretli ve maaşlı emeğin toplam istihdam içindeki payı geçmiş yıllar boyunca sürekli artma eğiliminde olup, 2006 itibariyle toplam istihdamın yarısından fazlasını ücretli veya maaşlı kesim oluşturmaktadır. Bu ana eğilim işçileşme ve ücretlileşme sürecinin hızlandığına, mülksüzleşme, proleterleşme eğiliminin arttığına işaret etmektedir. Ücretli emeğin (esas olarak ücretli ve yevmiyeliler toplamı) toplam istihdam edilenler içindeki payı, 1970’te yüzde 27.6, 1980’de yüzde 33.3 iken, 2000’de yüzde 45.4 ve 2006’da ise yüzde 57.4’e çıkmıştır.

Başka bir ifadeyle coğrafyamızda çalışan 10 kişiden yaklaşık 5’inin ücretli ve yevmiyeli konumunda olduğu görülmektedir; geri kalan 5 kişinin 3 kişisi kendi hesabına ve işveren olarak çalışmakta, 2 kişi ücretsiz aile işçisi olarak ya tarlada ya da kentlerde küçük ölçekli aile işletmesinde hiç bir ücret almadan çalışmaktadır. 1988-2006 kesitinde ücretsiz aile işçileri yüzde 51.3 oranında azalırken, ücretli ve maaşlı çalışanlar ile yevmiyeliler yüzde 40 oranında artmıştır.

Özetle 2006 itibariyle 12.7 milyon kişi ücretli ve yevmiyeli olarak çalışmaktadır. Toplam çalışanların sayısının aynı yıl 22 milyon 300 bin olduğu dikkate alınırsa, yukarda da belirtildiği gibi işçi sınıfının kabaca toplam çalışanların yüzde 57’sine tekabül ettiği görülmektedir. Bununla birlikte 12.7 milyon ücretli ve yevmiyeliye 2.6 milyon açık işsiz ve 3.3 milyon “sayılmayan işsizler” (iş bulma ümidini yitirenler, part-time çalışanlar, mevsimlik işçiler vd.) eklendiğinde coğrafyamızda işçi sınıfının toplam 18.6 milyon kişi olduğu görülmektedir.[57]

İstihdam edilen her 100 çalışandan 61’i kayıtdışı olduğu[59] coğrafyamızdaki işçilerin yüzde 29’u kadınlardan oluşuyor. Kasım 2017 itibariyle toplam sigortalı çalışan işçiler içinde erkeklerin oranı yüzde 71.9 iken kadınların oranı yüzde 28.1’dir.

2017 nüfus istatistiğindeki kadın nüfus oranı yüzde 49.8 iken kadın işçilerin toplam içindeki yerinin oldukça düşüktür.[60]

Büyük bir sefalet içindeki işçilerin “2018 Ocak’ı başında aylık 425 dolar olan asgari ücret, 2018 sonunda yapılan yeni zamma rağmen 380 dolara gerileyip; emekçilerin 2018’de yüzde 40 yoksullaştı”nın[61] altı Tez-Koop-İş Sendikası Genel Başkanı Haydar Özdemiroğlu tarafından çizilirken; OECD raporuna göre Türkiye’de haftada 60 saatten fazla çalışan işçilerin oranı yüzde 20.6. Bu oran aynı zamanda OECD ülkeleri içindeki en yüksek oran.

Sömürü saatle de sınırlı değil. Yine OECD’ye göre Türkiye gelir dağılımı açısından Avrupa ve Asya’nın en kötü ülkesi. Toplam gelirini 100 lira kabul ettiğimizde yılbaşında bu gelirin yalnızca 38 lirası ücretlinin cebine giriyor. Geri kalan 62 lira ise; kâr, faiz ve rant olarak sermaye sahibinin cebine giriyor.[62]

Bu bağlamda işçilerin payına yine sömürü, güvencesizlik, yoksulluk, işsizlik ve ölüm düşerken; ‘2018 Yılında Emek ve Çalışma Hayatı’ başlıklı rapora göre, ekonomik krizin derinleşmesi işçilerin ücretlerini eritirken, çalışanların alım gücü neredeyse yüzde 50 oranında azaldı.

Açlık sınırının bin 900 lirayı, yoksulluk sınırının ise 6 bin lirayı aştığı ülkede çalışanlar açlığa ve yoksulluğa mahkûm edildi.[63]

Kriz gerekçesiyle işveren işçinin ücretini yüzde 40 düşürüp daha çok çalışmayı dayatıyor. “Kat kat giyinin öyle ısının, tuvalet kâğıdını az kullanın” diyen bile var! Ekonomik kriz git gide derinleşirken en büyük bedel yine emekçiye ödetiliyor. Yüksek kârlar elde ettiklerinde bu kârlarını işçilerle paylaşmakta son derece cimri olan patronlar, kârları düştüğünde işçilerden fedakârlıklar istiyor, işçilerin haklarına göz dikiyor.

Krizin etkileri gün geçtikçe daha derinden hissedilirken asgari ücretli ise yoksul kalmaya devam edecek ve en zengin ile en yoksul arasındaki makas iyice açılacak. Kişi başına düşen gelirin 2018’de 11.409 dolara yükseleceği öngörülmüştü. Ancak dövizin yüzde 40’tan fazla yükselmesi asgari ücretlinin de gelirini eritti.[64]

Özetle krizin derinleşmesi işçilerin ücretlerini eritirken, çalışanların alım gücü neredeyse yüzde 50 azaldı. Açlık sınırının 1900 TL yoksulluğun 6 bin TL’yi aştığı coğrafyamızda çalışanlar yoksulluğa mahkûm bırakıldı.[65]

Konuya ilişkin bir örnek: Asgari ücrete yüzde 26 zam yapıldı. Böylece 2019’de yeni asgari ücreti 2020 lira oldu. Ancak asgari ücretlinin alım gücü azaldı. 2017’de bir emekçi asgari ücretli maaşıyla 937 kilo patates ve 1097 kilo soğan alırken, 2018’de zamlı maaşıyla 721 kilo patates ve 562 kilo soğan alabiliyor.

Asgari ücret açıklandığında 2016’da 442 dolar, 2017’de 398 dolar, 2018’de 425 dolar karşılığıydı. 2019 için 379 dolar. Özetle asgari ücret artmıyor, artmadı! Aksine azalıyor.[66]

Ve…

Denizli’nin Pamukkale ilçesinde, inşaatlarda sıvacılık yapan Süleyman K. (43), iğde ağacına asılı hâlde bulundu. İntihar ettiği belirlenen Süleyman K.’nin cebinden, borç ihtarnamesi çıktığı öğrenildi.[67]

Antalya’da yüzde 40 engelli raporu olan M.N.Y. (44), işsiz olduğunu söyleyerek kendini yakma girişiminde bulundu.[68]

Sivas’ta maddi sıkıntıları olduğunu söyleyen Mevlut A. (38) adlı işsiz yurttaş üzerine benzin dökerek kendini yakmaya kalkıştı.[69]

Balıkesir’de, işsiz olduğunu belirterek daha önce defalarca iş başvurusunda bulunduğunu söylediği belediyenin önünde kendisini yakan Mustafa Birgül, “Taş taşıyayım, çöpçülük yapayım ama işim olsun. Maaşım 300 lira, 500 lira olsun ama bir işim olsun. Yakınlarıma yük olmak istemiyorum. İbreti âlem olsun diye kendimi yaktım,”[70] dedi.

II.1) VERİLERLE SOMUT

Hâle ilişkin olarak somut verileri aktarmakta büyük yarar var:

ITUC’un ‘Küresel Sendikal Hak İhlâlleri Raporu’nda Türkiye’nin en kötü 10 ülke arasında yer alıyorken;[71] Türkiye’de güvenceli istihdamın yerini sözleşmeli ve güvencesiz çalışma aldı. Genel-İş Sendikası’na göre, 2014’te 17 milyon 298 bin olan ücretli ve yevmiyeli çalışanların sayısı, 2017’de yüzde 8 artarak, 18 milyon 690 bine yükseldi.[72]

Büyüyen işçi sınıfının AKP iktidarındaki bilançosu: “Güvencesizlik, yoksulluk ve ölüm”de somutlanırken; bu sürede en az 21 bin işçi işyerlerinde göz göre göre ölüme gönderildi. Soma, Tuzla Tersaneleri, Davutpaşa, Ostim, Kozlu, Karadon, Ermenek, Esenyurt, Torunlar, Şirvan ve Şırnak’ta yaşanan katliamlar, AKP iktidarı döneminde öne çıkan iş cinayetleri oldu.

Sendikalı işçilerin de sadece yüzde 7’si toplu iş sözleşmesinden yararlanabildi. Özel sektörde çalışan işçilerin yüzde 95’i sendikalı değildi. OHAL boyunca 130 binden fazla kamu emekçisi sorgusuz sualsiz işten atıldı.[73]

Orhan Veli’nin, “Yüz karası değil,/ kömür karası/ böyle kazanılır/ ekmek parası,” dizelerindeki maden ocaklarında,[76] önlenebilir nedenlerle öl(dürül)en işçi sayısı 2003’da 22’iken, 2004’de 68, 2005’de 121, 2006’da 79, 2007’de 76, 2008’de 66, 2009’da 92, 2010’da 105, 2011’de 77, 2012’de 61, 2013’de 93, 2014’de 386, 2015’de 67, 2016’da ise 74 oldu.[77]

Ayrıca ‘İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi Beslenme Çalışma Grubu’nun hazırladığı ‘Gıda Zehirlenmeleri Raporu’na göre, 2018’de Türkiye’de en az 104 gıda zehirlenmesi vakası yaşandı, bu vakalarda en az 13 bin 190 kişi gıda zehirlenmesinden etkilendi, 18 kişi hayatını kaybetti. Gıda zehirlenmelerinden en çok etkilenenler işçiler (yüzde 61) oldu, en az 8 bin 94 işçi zehirlendi. Zehirlenme vakalarının yüzde 63’ü işyerinde gerçekleşti, 8 bin 303 kişi işyerinde zehirlendi.[78]

Bir de Tez-Koop-İş Sendikası Genel Başkanı Haydar Özdemiroğlu’nun, “Yürümek yasak, konuşmak yasak. Milletvekillerinin bile yürütülmediği bir yerde demokrasiden bahsetmek mümkün mü?”[79] sorusunu dillendirdiği tabloda; örneğin çalıştığı fabrikadan “performansı düşük olduğu” gerekçesiyle çıkartılan Dilek Gültekin’in işten atılmasının aslı nedeni, fabrikadaki performans baskısına, cinsel taciz ve sataşmalara karşı ses çıkarması…[80]

II.2) KADINLAR, ÇOCUKLAR…

Bilmeyen yok: Kapitalizm, özü itibarıyla eşitsiz gelişme yasalarına tabi olan ve insanları kutuplaştırıcı ayrımlara bölen bir sistem. Bunu hayatımızın her alanında yaşamaktayız. Cinsiyet ayırımcılığına dayalı sömürü de bunun bir parçası.

Bu konuda ILO’nun ‘2018-2019 Küresel Ücret Raporu’na göre, kadın/erkek ayırımında (aylık) ücretlerdeki eşitsizlik oranlarında kadınlar aleyhine yüzde 36 ile Kore ve İsviçre ücret eşitsizliğinde başı çekiyor. ILO küresel ücret eşitsizliğinde dünya ortalamasının yüzde 20.5 olarak hesaplamakta. Türkiye’de de bu oran yüzde 9.3 olarak veriliyorken;[81] iş cinayetlerinde öl(dürül)en kadın işçilerin çoğu sendikasız ve en az yüzde 75’i ise kayıt dışı…[82]

Evet coğrafyamızda kadınlar ve erkekler arasında ücret eşitsizliği yüzde 20 seviyelerinde. Yani aynı işi yapan erkek 100 lira alırken kadın 80 lira alıyor. TÜİK’in gelir ve yaşam koşulları anketindeki verilerle yapılan hesaba göre, lise altı eğitimli kadınlarda bu eşitsizlik oranı yüzde 40.3’e yükseliyor. Yani erkek 100 lira alırken kadın 59.7 lira alabiliyor. Bu kadınlar ise 4.3 milyon kişi ile Türkiye kadın istihdamının yarısını oluşturuyor.[83]

Bunun yanında krizin derinleşmesi kadınları iki kat vurdu. DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın ‘Kadın Emeği Raporu’na göre, işsizlik sigortasına başvuran kadın sayısı yüzde 57 arttı.[84]

Ya çocuklar mı?

Türkiye’de 2 milyon çocuk işçinin çalıştığı ve çalışan her 10 çocuktan 8’inin kayıt dışı olduğu açıklandı.[85]

Örneğin ‘Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın, ‘Madencilik Sektörü: Çocuk İşçiler, Hukuk ve İstatistikler (2014)’ başlıklı raporuna göre, madenlere inmesi mümkün olmayan 15 yaşında 164, 16 yaşında 334, 17 yaşında 274 çocuk, 18 yaşında 919 çocuk madenlerde çalışıyorken; bu çocukların yüzde 85’i de kayıt dışıydı.[86]

TÜİK’e göre, çalışan çocukların yüzde 49.8’i okula devam ederken, yüzde 50.2’si okula gitmiyor;[87] tam da böylesi bir tabloda çocuklar çalışırken ölüyor. Bu durum öyle bir noktaya varmış ki, 2018 yılında 8 yaşında ölen çocuk işçi var![88]

Mesela 11 Haziran 2018 tarihli ‘Ankara İşçi Sağlığı Meclisi’nin, ‘Çocuk İşçiliği ve Çocuk İş Cinayetleri’ başlıklı raporuna göre, 5 yılda en az 319 çocuk iş cinayetlerine kurban gitti.[89]

Evet, evet her yıl onlarca çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. 2018’in ilk on ayında en az 62 çocuk işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Aynı dönemde ölen 25 işçi ise 18 yaşında. Bu işçilerin kaçının 18 yaşını doldurmuş olduğu ise bilinmiyor.

2013’de 59 çocuk, 2014’te 54 çocuk, 2015’te 63 çocuk, 2016’da 56 çocuk, 2017’de ise 60 çocuk çalışırken yaşamını yitirmişti.

2018’de yaşamını yitiren 62 çocuk işçinin 10’u mülteci/göçmen… Göçmen çocukların ölüm oranı, tüm göçmen işçi ölümlerinin 3-4 katı. Ölümlerin 22’si 8-14, 40’ı ise 15-17 yaş aralığında yaşandı.

Çocuk iş cinayetlerinde ölen kız çocuklarının oranı, yüzde 11 ile iş cinayeti verilerindeki kadın işçi oranının neredeyse iki katı. Bu durum kız çocuklarının özellikle tarım sektöründeki yoğun sömürüsünden kaynaklanıyor.[90]

Çalışan çocukların yüzde 45’i tarım alanında mevsimlik işçi konumunda. TÜİK’in 2012 verilerine göre, 14 yaş grubunda 292 bin, 15-17 yaş gruplarında ise 631 bin çocuk tarımda çalışıyor.

Yine TÜİK’in Mart 2018’de yaptığı iş gücü anketine göre, 4 milyon 983 kişi fiili olarak tarımda çalışmaya devam ediyor. Tarım sektöründe çalışanların yüzde 81’inin kayıt dışı çalışıyor.[91]

Bir şey daha: 2018 ‘Çocuk İşçilikle Mücadele Yılı’ ilan edilmişti. 2018’in ilk on bir ayda en az 66 çocuk işçi ölümü gerçekleşti. Bu sayıyla 2018 çocuk işçi cinayetlerinin en yüksek olduğu yıl olarak tarihe geçti![92] Peki, bu durum karşısında ne yapıldı? Örneğin adalet mekanizması işletildi ya da önlemler alındı mı? Hayır!

II.3) İŞ CİNAYETLERİ VE DEVLET

Herkesin malumu: Devleti yönetenler, sorumluluktan kaçmak için “işçi cinayetlerine” “iş kazası” derlerse de; inanmayın!

İSİG Meclisi’nin verilerine göre, “6331 Sayılı İSG Yasası” çıktıktan sonraki iş cinayetleri şöyle: 2013’ün ilk yedi ayında en az 627 işçi… 2014’ün ilk yedi ayında en az 1139 işçi… 2015’in ilk yedi ayında en az 982 işçi… 2016’nın ilk yedi ayında en az 1108 işçi… 2017’nin ilk yedi ayında ise en az 1119 işçi katledildi![93]

AKP’nin iktidarda olduğu 2003-2017 kesitinde toplam 1 milyon 678 bin 700 kişi iş kazası geçirdi, 17 bine aşkın işçi hayatını kaybetti. İnşaatlarda her gün bir işçi yaşamını yitiriyorken;[94] yine 2003 ile 2017 yılları arasında geçirdikleri iş kazaları nedeniyle “iş göremez raporu” alan işçi sayısı, 30 bin 681’e ulaştı.[95]

Evet Türkiye iş cinayetleri açısından son derece kötü bir tabloya sahip. Örneğin 100 bin işçi başına ölümlü iş kazası oranında Türkiye 1. (birinci) olmakla kalmıyor; ayrıca Türkiye’de ölümlü iş kazası oranı Malta’nın 2, Hollanda’nın 17 katıyken;[96] coğrafyamızda iş kazası sonucu ölüm sıklığı AB’nin 12 katı![97]

Kolay mı?

OHAL’de iş cinayetleri yüzde 14 arttı, iki yıllık süreçte en az 3 bin 960 işçi yaşamını yitirdi;[98] Türkiye’de en fazla iş kazasının yaşandığı 3’üncü il olan Ankara’da, 5 yılda 300’den fazla emekçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.[99]

İSİG Meclisi’nin raporuna göre, 2018 yılında her gün ortalama 5 işçi, işe gitmek için evden çıktı, ancak evine geri dönemedi![100]

“İyi de devlet nerede” mi?

Elbette patronların yanında, işçilerin ise tam karşısında!

İşte yorumsuz sekiz alt başlıktaki veriler!

i) 2019 yılında ücret geliri elde eden çalışanlardan alınacak olan vergi tarifesine göre, asgari ücretli bir çalışan yıl boyunca devlete 4 bin 319 lira gelir vergisi ödeyecek. Bu da asgari ücretlinin yılda yaklaşık 50 gün vergi ödemek için çalışması anlamına geliyor. Yani asgari ücretin yüzde 42’si devlete geri dönüyor![101]

365 gün çalışmanın 128’i vergiye gidiyor. Bir asgari ücretli, yılın 365 gününün 128 günü vergiler için çalışıyor. 17 yıllık vergi afları bilançosu, her yapılandırmada tahsilatların giderek düştüğünü, vergi yükünün dolaylı vergiler üzerinden çalışana yıkıldığını oraya koyuyor![102]

OECD raporu, evli iki çocuklu bir işçinin maaşından kesilen ortalama vergi ve sosyal güvenlik katkı oranında Türkiye’nin 36 üye ülke içinde 8. sırada olduğunu ortaya koydu. Üye ülkeler içinde bu klasmanda 8. sırada yer alan Türkiye’de ise bu oran yüzde 37.2. OECD ülkelerinin tamamına bakıldığında ortalama ise yüzde 26.6![103]

ii) Hükümetin 100 günlük eylem planında patronlara verilecek 5.25 milyar liralık teşvikin yine işsizlik sigorta fonundan karşılanması bekleniyor![104]

Hükümet, işsiz kalanların yararlanamadığı işsizlik fonunu, istihdam şartıyla işverene sundu. 3 ay süreyle işçi çalıştırana birçok muafiyet getirdi![105]

İşsizlik Sigortası’nda bulunan 11 milyar lira, düşük faizle ve örtülü bir operasyonla kamuya ait Halkbank, Vakıfbank ve Eximbank’a aktarıldı. Uğur Gürses, İşsizlik Fonu’nun elinde tuttuğu 11 milyar liralık Hazine tahvillerinin satılması yoluyla kamu bankalarına sermaye benzeri fon sağlandığını ortaya çıkardı. Gürses, Halkbank, Vakıfbank ve Eximbank’ın tahvil ihracı yaparak 10.8 milyar lira temin ettiğini hatırlattı ve kaynağın İşsizlik Fonu olduğunu yazdı![106]

İşçilerin işsiz kaldıklarında bir süre maaş aldıkları işsizlik sigortası fonu 114 milyar liraya ulaşırken, 15 yılda bunun sadece 17.8 milyar lirası işçilere gitti. Bu sürede fondan yararlanmak için 8 milyon 962 bin kişi başvurdu. Ancak 5 milyon 706 bini ödenek alabildi. 3.2 milyon işsiz ise ödenek alamadı![107]

iii) Yeni Ekonomik Programda yapılacağı bildirilen tasarrufun yani kemer sıkmanın 2019 yılı içinde toplam bedeli 60 milyar TL. Bunun 10.1 milyar TL’si sosyal güvenlikten olacak. Sağlıkta eşitsizlik artacak. Tıbbi hizmetlere, ilaca erişim zorlaşacak![108]

iv) Hükümetin taşeron düzenlemesi belediyelerdeki taşeron işçileri 30 Haziran 2020, kamudaki taşeron işçileri de Ekim 2020’ye kadar 6 ayda bir alacakları yüzde 4’lük zamma mahkûm etti![109]

v) Türk-İş, Hak-İş ve DİSK temsilcilerinin de bulunduğu Ekonomik ve Sosyal Konsey’de kimlerin yer alacağına artık Cumhurbaşkanı karar verecek![110]

Kabine değişikliği ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na daha önce Hak-İş’te görev yapan Jülide Sarıeroğlu getirildi![111]

vi) Türk Harb-İş’in Tank Palet Fabrikası’nın özelleştirilmesine karşı yapmak istediği miting, valilik tarafından “seçim dönemi güvenliği sağlayamayız,” gerekçesiyle reddedildi![112]

vii) Davutpaşa’da 31 Ocak 2008 tarihinde 21 kişinin yaşamını yitirdiği, 115 kişinin de yaralandığı maytap atölyesi patlamasına ilişkin Yargıtay’ın bozma kararının ardından 4 sanık yönünden yeniden görülen davada karar açıklandı. Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2 sanık “İhmal suretiyle görevi kötüye kullanma” suçundan 10’ar ay hapis, 2 sanık ise “Görevi kötüye kullanma” suçundan 1 yıl 8’er ay hapis cezasına çarptırıldı. Verilen cezalar ertelendi. Karar oybirliğiyle alındı.[113]

İstanbul Mecidiyeköy’deki Torunlar Center inşaatında asansörün düşmesiyle iş cinayetinde can veren 10 işçi hakkında mahkeme, karar duruşmasında sanıklara ödül gibi ceza verdi. Davada 16 sanık beraat ederken, 9 sanığa 24 ay eşit taksitle ödenecek şekilde 60 bin 800’er lira para cezasına çevrildi. AKP’ye yakınlığı ile bilinen Torunlar İnşaat sahibi Aziz Torun, aynı zamanda AKP Genel Başkanı Tayip Erdoğan’ın çocukluk arkadaşı. Ailelerin avukatı Yıldız İmrek kararın kabul edilemez olduğunu söyleyerek, mahkeme heyetinin savcılık mütalaasından bile daha skandal bir karara imza attığını ifade etti![114]

viii) Soma Katliamı davasında verilen cezalara tepki gösteren ve “Adalet” için Ankara’ya gelen ve HSK önünde basın açıklaması yapmak isteyen Somalı ailelere polis biber gazlı müdahalede bulundu![115]

Ve Soma (iş) katliamının birincil sorumlusu, Soma Köür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, mahkeme kararıyla tahliye edildi.

III) O HÂLDE (Mİ?)!

Aslında, en sonda söylenmesi gerekenleri, biz yazımızın başında söylemiştik. Birkaç şey daha eklemek gerekirse…

Louis Aragon’un, “ben hangi şarkıyı söyleyebilirim içimdekinden başka…” dizelerindeki taraflılıkla; Yaşar Kemal’in, “Umutsuzluk tutsaklığın gıdasıdır./ Umutsuzluk köleliğin anasıdır./ Umutsuzluk yüreğin yıkımıdır,” uyarısını “es” geçmeden; yeniden ve bir kez daha umuda ihtiyacımız var.

Umudun ilk adımı; onu yaratacak kararlılığın özgürlüğüdür; tıpkı Albert Camus’nün, “Özgürlüğün olmadığı bir dünya ile başa çıkmanın tek yolu, kendi var oluşunu bir başkaldırı hâline getirecek kadar özgür davranmaktır,” saptamasındaki üzere!

“Sol-sağ kavramı XVII. ve XVIII. yüzyıllarda kaldı; ‘sağ-sol ayrımı’ kalktı”[116] türünden “zırvaları” ve liberal hezeyanları elimizin tersiyle itmek “olmazsa olmaz”!

Bunların saçtığı zehrin yol açtığı salgının tahribatı hâlâ etkin…

Durumu olduğu gibi görmek zorundayız; hem de kenara çekilip, “Biraz güç toplayalım, sonra bakarız,” türündeki örtük kaçışlara prim vermeden!

Kaçış bir yol değil, sadece “zamanın ruhuyla” uzlaşmak için inkârın/ inkârcılığın bir türüdür.

Böyle olmayanlar; hâlâ işçi sınıfının mücadele yolundan sapmayanlar için bedel ödediğimiz büyük acılar, kaçınılmaz yıkımlar yine gündemdeyken; biliyoruz bizi bunlar zenginleştirir, olgunlaştırır. 

“Değişimin öznesi değişti” yaygaralarıyla; sınıftan kaçışı örgütleyen liberallere inat toplumsal hafıza böyle tazelenecektir.

“Burada küçük bir parantez açıp, Marksizm’in harici münekkitlerine göz atmak yararlı olabilir. Kötü sonuçlanmış maceralardan sonra içtenlikle gerçeğe dönenler bir yana, bir grup liberal, artan baskıyı içselleştirebilmek için, yeni tezler peşindedir. Geçmişte şu ya da bu şekilde sosyalizm saflarında yer alan kimi aydınlar da demokrasi ile yanlış ilişkilendirdikleri bir sosyalizm arayışından sonra Marksizmle bağlarını tümüyle kopardılar.[117]

Olur böyle şeyler. Marksistleri hayretler içinde bırakan ise, ışığı özellikle Hopa olaylarında öldürülen Lokumcu ile ilgili yorumu ile tümüyle sönse de entelektüel sayılan Murat Belge ve benzerlerinin cehaletin dibinden ses vermesidir. Önceleri eleştirilerini bir ölçüde içeriden yaptığı söylenebilirdi ama artık ‘tenkitlerini’ karşıdan yapıyor; doğal olarak karşı tarafın düşük düzeyi onun da düzeyidir. 

Düzey düşük ama o yüksekten, Marx’tan başlamak istiyor; Belge, ‘Marx’ın Manifesto’yu 1848’de, Kapital’i 1867’de yayımladığını’ dolayısıyla ‘yüz küsur yıl öncenin bilgileriyle kurulmuş bir teorinin yalnız bu günü değil, yazıldığı günü anlamakta ne kadar geçerli olacağını sorgulamak’ gerektiğini savunuyor.[118]

Marx için, ‘o zaten zamanını da anlamamıştı’ diyebilmek için kuşkusuz cahil olmak yeterli değildir, iflah olmaz bir ego da gerekir. Ama Belge’de bunun ziyadesiyle bulunduğunu biliyoruz.

Bilginin, bilimin eskime ölçütleri Belge’nin anladığından çok farklıdır. Bilimsel bilgi, Belge’nin sandığı gibi geçen yıllar sayılarak ‘eh artık bu eskidi’ diyebileceğimiz bir şey değildir. Kopernik’i kim eskitmiş ki? Newton’la Einstein arasında, Einstein’la sonrası arasındaki uzun yıllar kimi, neyi eskitmiş?

Bilimlerde gelişme belli bir alanda ve zamanda hükmünü yürüten önceki tezi yok etmeden, bir üst düzey için öncekinden ‘koparak’ gerçekleşir; biriken bilgi nihayet kabına sığmaz olur. Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı eserinde savunduğu gibi; bilim bir üst aşamada kendisini önceki dönemin verilerinin diyalektik inkârı ile yeniden kurgular. Marx’ın Hegel’le, Feuerbach’la ilgili etkilenme ve eleştirme süreci de böyledir.

Marksizmin ‘hariçten münekkitleri’ ise genellikle kendi dünyalarında kurguladıkları gerçeği yansıtmayan bir Marksizmle hesaplaşırlar. Oysa ‘Alman İdeolojisi’ndeki şu pasajı dürüst bir şekilde okusaydılar, hem boşuna yorulmaz, hem de belki dışarıdan eleştiriyi içeridenmiş gibi gösterme sahteciliğinden kendilerini kurtarırlardı.

Marx şöyle yazıyor: ‘Bize göre komünizm ne yaratılması gereken bir durum ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları şu ana varolan öncüllerden doğarlar.’[119]

Ama biraz daha açıklayıcı olana da yer verelim, üstelik çeviren de Murat Belge olsun. ‘Komünizm olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak konumdur (position) ve dolayısıyla insanın kurtuluşu ve iyileşmesi sürecinde tarihi gelişmenin bir sonraki aşaması için zorunlu olan edimli (actual) evredir.’[120] Marksizmin gelişme evrelerinde sürekli birbirini yalanlayan eserler söz konusu değildir.”[121]

O hâlde işçi sınıfının mücadelesine ilişkin olarak, “Her grev bir savaş okuludur, fakat savaşın kendisi değildir… Grev, işçilere patronların gücünün ve işçilerin gücünün ne olduğunu öğretir. Onlara sadece kendi patronlarını ve iş arkadaşlarını değil, bütün patronları, bütün kapitalist sınıfı düşünmeyi öğretir,” vurgusuyla şunların altını ısrarla çizen V. İ. Lenin’in uyarıları kulaklara küpe edilmelidir:

“Liberaller işçilere ‘Sizler toplumun sempatisini kazandığınızda güçlü olursunuz,” derken Marksistler işçilere farklı bir şey söylerler, onlara: ‘Güçlü olduğunuzda toplumun sempatisini kazanırsınız,’ derler.”[122]

“Silah kullanmasını öğrenmeye, silah sahibi olmaya çalışmayan bir ezilen sınıf, ancak köle muamelesi görmeye layıktır.”[123]

“Güçlü örgütlenmiş bir partimiz varsa, tek bir grev siyasal bir gösteriye, hükümet üzerinde bir siyasal zafere dönüşebilir. Güçlü bir partimiz varsa, tek bir yerdeki ayaklanma zafere ulaşan bir devrime dönüşebilir. Unutmamalıyız ki, kısmi talepler için hükümete karşı yapılan mücadeleler ve bazı tavizlerin kazanılması sadece düşmanla yapılan hafif çatışmalardır, ileri karakollar arasındaki çatışmalardır, oysa tayin edici (belirleyici) savaş sonradan gelecektir. Önümüzde tüm gücü ile üstümüze kurşun ve gülle yağdıran, bizim en iyi savaşçılarımızı biçmekte olan düşman kalesi yükselmektedir. Biz bu kaleyi ele geçirmeliyiz… Ancak o zaman, Rus devrimci işçisi Pyotr Alexeyev’in şu büyük kehaneti gerçekleşecektir: “Çalışan milyonların güçlü kolu kalkacak ve asker süngüleriyle korunan despotizmin boyunduruğu paramparça olacaktır!”[124]

18 Nisan 2019 17:26:36, İstanbul.

N O T L A R

[1] Kaldıraç, No: 214, Mayıs 2019…

[2] Metin Demirtaş, “Umutsuzluk Yasak”

[3] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1997, s.13

[4] Karl Marx, Kapital-Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s.727.

[5] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.

[6] V. İ. Lenin, Halkın Dostları Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?, Çev: Vahap S. Erdoğdu, Sol Yay., 1995, s.212.

[7] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, [Feuerbach], Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976, s.58.

[8] “Toplumsal servet, işleyen sermaye, bu sermayenin büyüme ölçüsü ile hızı ve dolayısıyla, proletaryanın mutlak kitlesi ve emeğin üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur. Ama, bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse, sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. En sonu, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır.” (Karl Marx, Kapital-Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s.727.)

[9] “Tekrarlıyorum, 10 milyonlarca halk talebe göre değil fakat şiddetli ihtiyaç tarafından sürüklendikleri zaman devrim yaparlar.” (V. İ. Lenin.)

[10] Mike Davis, Eski Tanrılar Yeni Bilmeceler, çev: Şükrü Alpagut, Yordam Kitap, 2018.

[11] Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT) hükümetle aylar süren görüşmelerden sonuç alamayınca 22 Kasım 2018’de 24 saatlik genel greve gitti. 700 bine yakın emekçinin katılımıyla gerçekleşen greve emekçilerin ailelerinin yanı sıra ulaştırma, posta, petrol işçi sendikalarından da destek geldi. (“Tunus’ta 700 Bine Yakın Kamu Emekçisi Greve Gitti”, Evrensel, 23 Kasım 2018, s.9.)

[12] Güney Afrika’da işçiler 1 Mayıs öncesi asgari ücret mücadelesini yükseltiyor. Hükümet 2017 yılında aldığı kararla ücreti saat başı 20 rand (1.61 dolar) olarak belirlemişti. “Kölelik” olarak nitelendirilen asgari ücretin yükseltilmesi için 25 Nisan’da gerçekleştirilen bir günlük genel greve ise yüz binlerce işçi katıldı.

Öte yandan eylemler büyük kentlerin yanı sıra küçük yerleşim birimlerinde de gerçekleşti. Kimi kırsal bölgelerde de tarım işçileri iş bırakarak sokağa çıktı ve daha yüksek asgari ücret ile “beyaz çiftlik sahipleri”nden daha iyi çalışma koşulları talep etti. Ülkede en düşük asgari ücreti tarım işçileri ve ev işçilerinin aldığı belirtiliyor.

Yine grevden ülkede kayıtlı bulunan 537 şirketin yüzde 34’ünün etkilendiği belirtildi. Bu şirketlerin yüzde 23’ünde ise işçilerin tamamı greve çıktı. (“Güney Afrika’da 1 Mayıs’a Giderken Asgari Ücret İsyanı”, Evrensel, 28 Nisan 2018, s.10.)

[13] Örgütlü mücadele geleneği olan Hindistan’da 10 merkezi sendikanın çağrısıyla milyonlarca insanın katılımı ile iki günlük genel greve gidildi. Hindistan Sendika Kongresi Genel Sekreteri Amarjeet Kaur, yaptığı açıklamada, yaklaşık 200 milyon işçi ve çalışanın iki gün sürecek genel greve katıldığını kaydetti. Greve üniversitedeki öğrenci sendikaları ve örgütleri destek verip iki günlük boykot gerçekleştirdi.

Hindistan 520 milyondan fazla işgücüne sahip. Sendikalaşmanın çoğu, kamu sektörü çalışanları ile sınırlı. Resmi sendikaların çok az bir kısmı özel sektörde veya gayri resmi sektörde aktif. İstihdam ve işsizlik anketinde, çalışanların yüzde 62’sinden fazlasının günlük ücret çalışanı olduğu tahmin ediliyor. Yapılan nüfus sayımı, 450 milyondan fazla Hintlinin çalışmak için şehir merkezlerine göç ettiğini ortaya çıkarıyor. Hükümetin açıkladığı son ücret raporuna göre, 2018’de, ortalama aylık ücret 100 dolar yani 550 TL. Kayıt dışı sektörde olanlar için bu miktar 64 dolar yani yaklaşık 350 TL. Yıllık 13 milyondan fazla insanın iş piyasasına girdiği bir ülkede sadece 2014 ve 2017 yılları arasında yaklaşık 400 bin kişi istihdam edildi. (“İki Yüz Milyon Emekçiden Dev Grev”, Birgün, 10 Ocak 2019, s.5.)

[14] “Mahrem hiçbir şey yok, gizli hiçbir şey yok, talimatlar yok, formaliteler yok. Sen çalışan bir adam mısın? Bir avuç polis zorbasından kurtulmak için savaşmak mı istiyorsun. Öyleyse yoldaşımızsın.

Temsilcilerini seç, derhâl, gecikmeksizin; senin iyi saydığını, İşçi Temsilcileri Sovyetlerimizin, Köylü Komitemizin, Asker Sovyetimizin, vs vb. tam yetkili üyesi olarak seve seve ve isteyerek kabul edeceğiz.

Bu, herkese açık olan, herşeyi kitlenin gözü önünde yapan, kitlenin ulaşabildiği, doğrudan kitlenin içinden çıkan, halk kitlesinin ve onun iradesinin doğrudan ve dolaysız organı olan bir iktidardır.” (V. İ. Lenin.)

[15] Michael Zweig, Amerika’nın En İyi Saklanan Sırrı: İşçi Sınıfı Çoğunluktur, çev: Halil Çelik, H2O Yay., 2012.

[16] Deniz Adalı, “Kimlik Bunalımı ve Sınıf Bilinci”, Kaldıraç, No:207, Ekim 2018, s.43-48.

[17] Grigoris Kostantopoulos, İşçi Sınıfının Tarihsel Misyonu, çev: Murat Issı, Umut Yay., 2018.

[18] Erinç Yeldan, “Dünya Bankası’ndan İş Yaşamının Geleceği Öngörüleri”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2018, s.11.

[19] Özlem Yüzak, “Patronlara Duyurulur… Gelir Eşitsizliği Size de Zararlı”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2018, s.9.

[20] Erinç Yeldan, “ILO Yüz Yaşına Girerken”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2019, s.11.

[21] Erinç Yeldan, “Küresel Ücretler ve Güvencesiz İstihdam”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2018, s.11.

[22] “ILO: Ücret Artışları Dipte”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2018, s.10.

[23] Erinç Yeldan, “Küresel Ekonomide Güvencesiz İstihdam”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2017, s.9.

[24] Erinç Yeldan, “ILO ve DİSK’ten İşgücü Piyasaları Üzerine Gözlemler”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2018, s.11.

[25] Serdar Derventli, “Almanya’da İşçi ve Emekçiler 1 Mayıs’a Nasıl Hazırlanıyor?”, Evrensel, 20 Nisan 2018, s.10.

[26] Erinç Yeldan, “Küresel Ücretli Emeğin Görünümü”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2017, s.9.

[27] http://www.epi.org/publication/ wage-inequality-continued-its-35-yearrise- in-2015/

[28] Erinç Yeldan, “Amerikan İşçisi İçin Fed’in Anlamı”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2016, s.9.

[29] 2017’de ABD’de, bin ve üzeri işçinin katılımıyla (büyük grev) sadece 7 grev yapıldı. Rekor, 5 grevin yapıldığı ve büyük finansal krizin yaşandığı 2009’a ait… 1950’den günümüze yıllık grev sayılarını gösteren grafik, bu alandaki dramatik düşüşü net olarak gösteriyor. 1950’lerde yılda 450 sayısını aşan büyük grev sayıları, 2017’de iki elin parmaklarını geçmedi. 1947-1979 yılları arasında yılda ortalama 303 büyük grev yapılırken, 2010 sonrasında yıllık ortalama 14’e düştü.

1947-1979 arasında işgünü kaybı ortalama 24 milyon 550 bin olurken, 2010 sonrasında bu rakam yüzde 97 oranında azalarak 708 bine düştü. Ki bu rakamın önemli bir kısmı yaklaşık 1800 işçinin katılımıyla 318 gündür süren Charter Communications grevinden kaynaklandı. Grev sayıları azalırken, işçilerin yıllık ortalama ücret artışları da azaldı. 70’li yıllarda yüzde 10’lara kadar çıkan saatlik ücretlerdeki yıllık artış oranları, 2010 sonrasında yüzde 1’lere kadar düştü. Ocak 2018’de bu oranın yüzde 2.9’a çıkması, piyasalarda büyük depremi tetiklemişti. (Emre Deveci, “Grevler Dibe Vurdu Ücret Artışları Azaldı”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2018, s.9.)

[30] “ABD’de Greve Çıkan İşçi Sayısında Rekor”, Evrensel, 6 Mart 2019, s.9.

[31] “ABD’de Bu Yıl 75 Bin Öğretmen Greve Gitti”, Birgün, 12 Mart 2019, s.4.

[32] Erinç Yeldan, “ILO’dan İşin Geleceği Raporu”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2019, s.11.

[33] “Dünyanın Genci İşsiz”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2017, s.8.

[34] “Dünyada 164 Milyon Göçmen İşçi Var”, Birgün, 9 Aralık 2018, s.10.

[35] “Dünyada 152 Milyon Çocuk Çalıştırılıyor”, Birgün, 12 Haziran 2018, s.10.

[36] Gülcan Kılagöz, “2 Milyon Çocuk Oyun Yerine İşte”, Yeni Yaşam, 12 Haziran 2018, s.4.

[37] “Çocuk İşçiliğine Dayanan Endüstriler”… http://www.dw.com/tr/yüzde C3%A7ocuk-i%C5%9F%C3%A7ili%C4%9Fine-dayanan-end%C3%BCstriler/g-41438435

[38] “Türkiye’de Çocuk İşçiliği Yine Yükselişte”… http://www.dw.com/tr/türkiyede-çocuk-işçiliği-yine-yükselişte/a-19324253

[39] “Çocuğun Payına Sömürü Düştü”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2018, s.8.

[40] “Sorumlu Çürük İskele”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2017, s.9.

[41] Murat Kuseyri, “İsveç’te Her 10 Kadın İşçiden 1’i Cinsel Tacize Uğruyor”, Evrensel, 19 Nisan 2018, s.11.

[42] Olcay Büyüktaş, “Arzu Çerkezoğlu, Bugün İşçi Sınıfına Karşı IMF’li Ya Da IMF’siz Bir Saldırı Başlatılmak İstendiğini Söyledi”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2018, s.5.

[43] Mustafa Çakır, “Türkiye’de Emekçiye İş de Yok Hak da”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2017, s.9.

[44] “Patron İçimize İşledi”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2018, s.18.

[45] “Kapitalizmin Yeni İcadı: İşçilere Elektronik Pranga Takılacak”, Evrensel, 7 Şubat 2018, s.10.

[46] “İsveçli Bir Firma, Çalışanlarına Çip Taktı!”, Evrensel, 4 Nisan 2017… https://www.evrensel.net/haber/314674/isvecli-bir-firma-calisanlarina-cip-takti

[47] “Amazon Çalışanları Korkudan Tuvalete Gitmiyor”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2018/04/17/amazon-calisanlari-korkudan-tuvalete-gitmiyor/

[48] “İşçiler Çalışırken Neden Altlarına Bez Bağlamak Zorunda”, Evrensel, 23 Mayıs 2016, s.11.

[49] Gethin Chamberlain, “Batıya Oyuncak Üreten Çin Fabrikalarındaki Acı Gerçek”, Evrensel, 7 Aralık 2016, s.10.

[50] Murat Kuseyri, “İsveç’te Banka Kârlarının Faturasını Çalışanlar Ödüyor”, Evrensel, 4 Temmuz 2018, s.11.

[51] “Bir Ay İçinde 159 Saat Mesai Yapan Gazeteci Çok Çalışmaktan Öldü”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2017, s.18.

[52] “Çok Çalışmaya Bağlı Ölümler Artıyor”, Cumhuriyet, 4 Haziran 2017, s.8.

[53] Murat Kuseyri, “İsveç’te Çöpçülerin Grevine Para Cezası”, Evrensel, 11 Mart 2018, s.11.

[54] Murat Kuseyri, “Finlandiya’da Grevci İnşaat İşçilerine Lokavt Uygulanacak”, Evrensel, 9 Mayıs 2018, s.11.

[55] Özgür Orhangazi, “2000’li Yıllarda Yapısal Dönüşüm ve Emeğin Durumu”, Çalışma ve Toplum, 2019/1… http://calismatoplum.org/2000li-yillarda-yapisal-donusum-ve-emegin-durumu/

[56] Gülseven Özkan, “Düşler Tarlası”, Hürriyet, 17 Eylül 2017, s.20.

[57] Kurtar Tanyılmaz, “Türkiye İşçi Sınıfının Değişen Yapısı”… http://www.eatonak.org/siniflar/downloads-3/files/kurtar.pdf

[58] Burcu Cansu, “Türkiye’de Göçmen İşçi Olmak: Pasaport Rehin Sömürü Tavan”, Birgün, 2 Ocak 2019, s.11.

[59] “1 Mayıs Emek ve İşçi Bayramı”, https://www.ntv.com.tr/turkiye/mucadeleden-dogan-bayram-1-mayis,4ZTn3yRupEaPcj5550jTQA

[60] Ergün İşeri, “İşçi Sınıfının Kadın Hâli”, 27 Şubat 2018… http://sendika62.org/2018/02/isci-sinifinin-kadin-hali-ergun-iseri-477164/

[61] Mustafa Çakır, “Zam Gelmeden Vergiyle Gitti”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2019, s.10.

[62] Ozan Gündoğdu, “Adaletsizliğin Resmi”, Birgün, 17 Aralık 2018, s.8.

[63] “Emeğe Saldırı Arttı Mücadele Yükseldi”, Birgün, 26 Aralık 2018, s.11.

[64] Şehriban Kıraç, “Krizin Bedeli İşçiye: Kat Kat Giyin, Tuvalet Kâğıdını Az Kullan…”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2018, s.9.

[65] Mahmut Lıcalı, “100 İşçiden 88’i Sendikasız”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2018, s.11.

[66] “Asgari Ücret Azami Sefalet”, Birgün, 26 Aralık 2018, s.13.

[67] “Kendini Ağaca Asarak İntihar Eden İşçinin Cebinden Borç İhtarnamesi Çıktı”, 20 Nisan 2018… https://www.birgun.net/haber-detay/kendini-agaca-asarak-intihar-eden-iscinin-cebinden-borc-ihtarnamesi-cikti-212912.html

[68] “… ‘Geçinemiyorum’ Diyerek Kendini Yakmak İstedi”, 10 Şubat 2018… http://direnisteyiz17.org/gecinemiyorum-diyerek-kendini-yakmak-istedi/

[69] “İşsiz Yurttaş Kendini Yakmaya Kalkıştı”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2018, s.14.

[70] “Kendisini Yakan İşsiz”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2018, s.11.

[71] Aziz Çelik, “İki Uluslararası Sendikal Hezimet”, Birgün, 11 Haziran 2018, s.10.

[72] Mustafa Çakır, “İşçi Güvencesiz”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2019, s.10.

[73] “Güvencesizlik, Yoksulluk ve Ölüm”, Birgün, 8 Aralık 2018, s.11.

[74] Beril Çanakçı, “DİSK-AR’ın Hazırladığı ‘AKP Döneminde Emek’ Raporu: 16 Yılda Kaybeden Hep İşçiler Oldu”, Birgün, 30 Mayıs 2018, s.10.

[75] “İşte Erdoğan’ın Övünerek Anlattığı ‘Grevsiz Toplum’…”, 8 Ocak 2019… http://www.yonhaber.com/emek-dunyasi/66500/iste-erdoganin-ovunerek-anlattigi-grevsiz-toplum

[76] Türkiye, gerek normal iş cinayetlerinden gerek ölümlü maden kazalarında ilk sıralarda yer alıyor. Ancak ölüm oranlarına bakıldığında dünyanın en büyük iki üreticisini solladığı görülüyor. Dünyanın en büyük kömür üreticilerinden Çin’de, 2008’de 100 milyon ton başına düşen ölüm sayısı 127 oldu. Çin’de, madenci ölümü 2013’te 37’ye düşerken, yine en büyük kömür üreticilerinden ABD’de de, 100 milyon ton üretim başına 1 ile 6 kişi yaşamını yitirdi. Türkiye’de 2000’de 100 milyon ton başına 710 kişi hayatını kaybederken, 2008’de bu rakam 722’ye çıktı.

2002’de 68 bin olan özel sektör üretimi 2011’de 1 milyon tonu aştı. Soma faicası (yoksa “Kaliamı” mı demeli?) ile toplam 12 yılda özel ve kaçak madenlerde ölüm 500’e ulaştı. Maden üretimi ve çalışma koşullarında 2002’den itibaren madenlerde ortaya çıkan tablo özetle şöyle:

2001’de Türkiye Kömür İşletmeleri (TTK) 3 milyon 492 bin ton kömür üretti. Bu yıl yaşanan kazalarda 5 madenci yaşamını yitirdi. Aynı yıl özel sektörde 140 bin ton kömür üretildi, 15 madenci yaşamını yitirdi. Sonraki 2002, 2003 ve 2004’te özel sektörün ürettiği kömür yıllık 50 bin tonu bile bulmuyor ama ölümler 17-18 civarında. 2004’te, hükümet 5177 sayılı maden kanununda yaptığı değişiklikle TTK’ye ait havzalarda rödavans sistemine, özelleştirmeye ve taşeronlaştırmaya açtı. Dönemin Başbakanı Erdoğan, “Biz yeni bir madencilik yasası hazırladık. Maden konusunda yabancı sermayenin Türkiye’ye çekilmesine yönelik çalışmalarımızı hızlandırdık, yabancı sermayeye her kolaylığı sağlıyoruz,” diyerek işverenler için tüm engelleri kaldırdı. Tüm potansiyel alanların talanına olanak tanıyan yasa ile her yer maden alanı oldu. O tarihten itibaren de kamu, kârlı görmediği, maliyetli gördüğü alanları çeşitli ihale yöntemleri ile özele devretmeye başladı. Üretim kamuda azalırken gerekli iş güvenliği ve eğitimi verilmeyen, maliyeti artırıcı her türlü önlemden kaçınan bir zihniyetle özel ve kaçak madenlerde üretim arttı. Tabii ki iş cinayetleri de… 2011’e gelindiğinde kamudaki 3.5 milyon tonluk üretim 2.6 milyon tona inerken özel ve kaçak ocaklardaki 50 bin civarındaki üretim de 1.026 milyon tona çıktı.

Soma katliamının ardından madencinin işine yarasın diye torba yasaya koyduğu yenilikler yeni cinayetlerin nedeni oldu. AKP döneminde iş cinayetleri nedeniyle yaşamını yitiren emekçi sayısı 17 bini aştı. (Olcay Büyüktaş, “Yine Maden Yine Gözyaşı… Siirt’ten Bu Sabah Acı Haber Geldi”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2016, s.9.)

[77] Onur Hamzaoğlu, “Rödovans”, Özgürlükçü Demokrasi, 10 Kasım 2017, s.8.

[78] “8 Binden Fazla İşçi Gıdadan Zehirlendi”, Birgün, 9 Ocak 2019, s.11.

[79] Mustafa Çakır, “Sendikacı İsyanda”, Cumhuriyet, 24 Mart 2019, s.11.

[80] Hilal Köse, “Dilek Gültekin 16 Gündür Eylemde: ‘Tacize Karşı Çıkınca Beni İşten Attılar’…”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2017, s.3.

[81] Erinç Yeldan, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün Ardından”, Cumhuriyet, 13 Mart 2019, s.11.

[82] “İş Cinayetinde de Kadının Adı Yok”, Cumhuriyet, 5 Mart 2019, s.10.

[83] Şebnem Turhan, “Yüzde 100 Eşitsizlik”, Hürriyet, 22 Eylül 2018, s.7.

[84] Olcay Büyüktaş, “İşsiz Kadın Yüzde 57 Arttı”, Cumhuriyet, 7 Mart 2019, s.10.

[85] Burcu Cansu, “Bakanlık Çocuk İşçileri Görmedi”, Birgün, 29 Haziran 2018, s.14.

[86] Ezgi Koman, “Çocuk İşçiliğine ve Çocuk İş Cinayetlerine Tamam Demek!”, Yeni Yaşam, 27 Haziran 2018, s.2.

[87] “Çocuğun Payına Sömürü Düştü”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2018, s.8.

[88] Pınar Abdal, “Ülkemizde Çocuk İşçiliğin Özeti”, Yeni Yaşam, 23 Kasım 2018, s.4.

[89] http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=19520:turkiyede-cocuk-isciligi-ve-cocuk-is-cinayetleri-raporu-ankara-isig-meclisi

[90] “… ‘Mücadele Yılı’nda 62 Çocuk İşçi Öldü!”, Birgün, 21 Kasım 2018, s.2.

[91] “En Çok Çocuk İşçi Tarımda”, Yeni Yaşam, 4 Mart 2019, s.3.

[92] Çocuk İşçi Ölümlerinde Tarihin En Yüksek Rakamı”, Evrensel, 5 Aralık 2018, s.5.

[93] “2017’nin İlk Yedi Ayında Bin 119 İşçi Yaşamını Yitirdi”, Cumhuriyet, 6 Ağustos 2017, s.9.

[94] Eski Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in verdiği bilgilere göre, 2002’den 2016’ya kadar inşaat sektörü reel olarak 2.8 kat büyüdü. Sektörün ekonomideki payı yüzde 4.3’ten yüzde 7.6’ya, istihdamdaki payı ise yüzde 4.5’ten yüzde 7.3’e çıktı. İnşaat sektörü bizzat devlet eliyle desteklenerek ve teşvik edilerek çok ciddi bir büyüme trendi yakaladı.

Ancak bu büyümeye çok ciddi hak ihlâlleri ve yoğun bir sömürü de eşlik etti. Bugün itibariyle sektördeki her 3 kişiden 1’i kayıt dışı, 750 bin kişi sigortasız çalışıyor. Sektörde haftalık ortalama çalışma süresi 53.4 saati bulmuş durumda, 1 milyon işçi yasal sınırların üzerinde çalıştırılıyor. İnşaat güvencesiz istihdamın en yaygın yaşandığı sektörlerden biri, sektördeki her 2 işçiden en az 1’i taşeron işçi.

İnşaatlarda İş Yasası’nın en temel kuralları bile uygulanmıyor, ücret ödemeleri düzensiz ve eksik, fazla mesai ve tatil günü çalışma ücretleri ise çoğu zaman gasbediliyor. Resmi verilere göre 2003-2016 yılları arasında sektörde 200 binin üzerinde iş kazası yaşandı, bu kazalarda 5 bin 328 işçi yaşamını kaybetti, 7 bin 42 işçi sakat kaldı. Bütün bunların yanı sıra inşaat, sendikal örgütlenmede son sırada yer alıyor; inşaat işçileri sendikal haklarını kullanamıyor.

2 milyona yakın işçinin istihdam edildiği inşaat sektörü, işçi haklarını çiğneye çiğneye büyüyor. Ancak bu sorunlar çözülmek yerine bu sorunları dile getiren işçiler susturulmaya çalışılıyor. Tam da bu yüzden inşaat sektöründeki gerçekleri dile getirmek ve bu tabloyu değiştirmek isteyen işçilerle dayanışma içinde olmak her zamankinden daha çok önem taşıyor!

Kayıt dışı istihdam, bir sektörde yasal kuralların uygulanıp uygulanmadığının önemli göstergelerinden biri. TÜİK’in 2017 yılı verilerine göre inşaat, 18 sektör arasında en yüksek kayıt dışı istihdam oranına sahip 4. sektör. Sektörde istihdam edilenlerin yüzde 35,8’i kayıt dışı. Bir başka deyişle sektördeki 3 kişiden 1’i sigortasız çalıştırılıyor. Yani en az 750 bin inşaat işçisinin sigortası yok.

İnşaat sektöründe kayıt dışı istihdamın bu denli yüksek olması, sektördeki kuralsız çalışma koşullarının hem nedeni hem de çok güçlü bir göstergesi.

İnşaat sektöründe güvencesizlik, kayıt dışı istihdamla sınırlı değil. İnşaat aynı zamanda taşeronlaştırmanın en yoğun yaşandığı sektörlerden biri. 2012 tarihli bir soru önergesine verilen yanıta göre özel inşaat sektöründe kayıtlı taşeron işçi sayısı 454 bindir. Bu rakama sigortasız işçiler dâhil değildir. Güncel ve gerçek rakamın çok daha yüksek olduğunu, en iyimser tahminle sektördeki her 2 işçiden en az 1’inin taşeron çalıştığını söyleyebiliriz.

TÜİK’in 2017 verilerini kullanarak yaptığımız hesaplamaya göre inşaat sektöründe tam zamanlı çalışanlar bakımından haftalık ortalama çalışma süresi 53.4 saattir. İş Yasası’na göre haftalık çalışma süresi 45 saat iken, inşaatta bu süre 8.4 saat daha yüksektir. Bu sektörde 420 bin emekçi haftada ortalama 54.5 saat; 457 bin emekçi 65.5 saat, 66 bin emekçi ise 75 saat çalışmaktadır.

Haftada en az 1 gün çalışmadıklarını varsayarak söyleyecek olursak; 1 milyona yakın inşaat işçisi için günlük çalışma süresi 9 saatten başlıyor, 10 saati geçebildiği gibi, 11 hatta 12 saati bulabiliyor. Yani sektördeki neredeyse 2 işçiden 1’i, İş Yasası’ndaki yasal fazla mesai sınırının dahi üzerinde çalıştırılıyor.

Gündelik ya da götürü usulü çalışmanın oldukça yaygın olduğu inşaat sektöründe, fazla mesai ücretleri de genellikle ödenmiyor. İşçi, çalıştığı saate göre değil gün başına ücretlendiriliyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun en güncel verileri 2016 yılına ait. Bu verilere göre 2016’da inşaat işkolunda toplam 44 bin 552 iş kazası yaşandı. Türkiye’de kayıt altına alınan her 100 iş kazasından 15’i inşaat sektöründe gerçekleşti. Bu “iş kazalarında” 496 işçi yaşamını yitirdi. 2016’da işçi cinayetlerinde yaşamını kaybeden her 3 işçiden 1’i inşaat işçisiydi.

İstatistiklerin sadece kayıtlı işçileri ve tespit edilen iş kazalarını kapsadığı düşünülürse, gerçek rakamlar çok daha yüksek. Ancak resmi verilere göre bile AKP iktidara geldiğinden bu yana inşaatlarda, 207 bin 697 işçi iş kazası geçirdi; 5 bin 328 inşaat işçisi bu “kazalarda” yaşamını yitirdi, 7 bin 42 işçi sürekli iş göremezlik geliri bağlanacak düzeyde sakat kaldı. Üstelik bu rakamlara 2017 ve 2018 yılları dahil değil.

Kabaca bir hesapla söyleyecek olursak, son 15 yılda her 3 sigortalı inşaat işçisinden 1’i iş kazası geçirdi! (Onur Bakır, “İşçi Haklarını Çiğneyerek Yükselen Sektör: İnşaat”, Evrensel, 1 Ekim 2018, s.7.)

[95] Hüseyin Şimşek, “Her Gün İnşaatlarda Bir İşçi Can Veriyor”, Birgün, 1 Mayıs 2018, s.11.

[96] “Türkiye’de Çalışanlar da Kayıt Dışı İş Cinayetleri de”, Evrensel, 3 Mayıs 2016, s.5.

[97] Olcay Büyüktaş, “İş Cinayeti Sayısı Bilinenin İki Katı”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2018, s.8.

[98] “İSİG: OHAL’de İşçi Ölümleri Arttı”, Yeni Yaşam, 29 Temmuz 2018, s.4.

[99] “5 Yılda En Az 300 İş Cinayeti!”, Birgün, 2 Ekim 2018, s.10.

[100] “Her Gün En Az 5 İşçi Çalışırken Ölüyor!”, Birgün, 5 Ocak 2019, s.10.

[101] Hüseyin İrfan Fırat, “Asgari Ücretli 50 Gün Vergi İçin Çalışacak”, Birgün, 8 Ocak 2019, s.11.

[102] Emre Deveci, “Yük Hep Emekçiye”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2019, s.14.

[103] Rahmi Gündüz, “OECD: Evli ve İki Çocuklu İşçi Maaşından Kesilen Vergi Oranında 36 Ülke İçinde Türkiye 8. Sırada”, 11 Nisan 2019… https://tr.euronews.com/2019/04/11/oecd-evli-ve-iki-cocuklu-isci-maasindan-kesilen-vergi-oraninda-36-ulke-icinde-turkiye-8

[104] Mustafa Çakır, “İşçiden Alınıp Patrona Verilecek”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2018, s.6.

[105] “İşçi Parasıyla Patrona Kıyak”, Yeni Yaşam, 23 Şubat 2019, s.4.

[106] “İşsizin Parası Kamu Bankalarına Gitmiş”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2018, s.11.

[107] Mustafa Çakır, “İşsize Ödenek Kalmadı”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2017, s.9.

[108] Şehriban Kıraç, “Tasarruf Emekliden”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2018, s.11.

[109] Mustafa Çakır, “İşçi Yüzde 4’e Mahkûm”, Cumhuriyet, 24 Nisan 2018, s.10.

[110] “İşçilerin Kaderi de Artık İki Dudağının Arasında”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2018, s.11.

[111] Mustafa Çakır, “Çalışmaya Hak-İş’li Bakan”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2017, s.8.

[112] Mustafa Çakır, “Tank Palet Mitingine Yasak”, Cumhuriyet, 13 Mart 2019, s.12.

[113] “21 Kişinin Öldüğü Davutpaşa Patlaması Davasında Karar”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2019, s.9.

[114] “10 İş Cinayetine 24 Taksit!”, Özgürlükçü Demokrasi, 25 Mart 2018, s.4.

[115] “Somalıların Değişmeyen Kaderi: Dün Tekme Bugün Biber Gazı”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2018, s.11.

[116] “Sol-sağ kavramının XVII. ve XVIII. yüzyıllarda kaldığına ilişkin absürt saptamalar bile gelinen kritik noktayı sergilemeye yeter. ‘Sol-sağ kavramı XVII. ve XVIII. yüzyıllarda kaldı’ diyen şahsın aklındaki sağ-sol nedir bilemem ama sağ-sol ayrımı XVII. yüzyılda değil, XVIII. yüzyılın son çeyreğinde, 1789’la başlar. Bundan sonra, XIX. ve XX. yüzyılların tarihi sağ-sol çatışmasının da tarihidir. Dahası, XXI. yüzyıldaki gelişmeler karşısında, ‘sağ-sol ayrımı’ kalktı, ‘ideolojilerin sonu’ geldi safsataları tümüyle iflas etti. Küreselleşme karşıtı hareketlere, meydan işgal hareketlerine, Gezi Olayı’na, son olarak ABD’de ve Avrupa’da, aşırı sağ faşist akımların yükselmesine, muhafazakâr kesimin yeniden bir ‘sosyalizm’ korkusu üretme çabalarına bakmak, sağ-sol ayrımının güncelliğini koruduğunu göstermeye yeter. 

Ne yazık ki dahası var! ‘Sol-sağ kavramı XVII. ve XVIII. yüzyıllarda kaldı’ diyen şahıs önce ‘Ben sosyal demokratım’ diyor, sonra ‘Ben bütün ülkücüleri seviyorum’ açıklamasıyla devam ediyor ve ekliyor: ‘Vatan ülküsü, bayrak ülküsü, bütün herkesi kucaklamak. Eğer bunlar ülküyse ben de ülkücüyüm. Ne var bunda yani?’ 

Ne yazık ki ‘ülkücü’ kavramını kendine göre tanımlamaya çalışan anlayışta epey bir şeyler var!

Bu ülkenin siyasi tarihinde yalnızca teori ve kültür değil, aynı zamanda olaylar (keza kanlı olaylar) ‘ülkücü’ kavramının anlamını sabitlemiştir. Bu tarih içinde bu kavram, idealizm anlamına gelmez. Bu kavram Ziya Gökalp’ın ‘Milli mefkure (ülkü)’, Nihal Atsız ve Türkçülerin ‘Milli ülkü’ kavramlarından gelir. Bu ırkçı bir kavramdır, ‘Turan’, ‘9 Işık’ kavramlarına, ‘Kontrgerilla’ pratiklerine, ‘Türk-İslâm sentezi’ çabalarına, bu ülke topraklarında yükselmiş kanlı bir faşist harekete aittir. 

Bu kavramın ait olduğu anlamlar sistemi, simgesel evren, sosyal demokrasinin ait olduğu anlamlar ve değerler sistemine taban tabana zıttır. 

Kendisini ‘sosyal demokrat’ ve ‘ülkücü’ olarak tanımlayan birinin ya akıl sağlığını ya da samimiyetini sorgulamak gerekir. Ya şizofreni ya da bir başka projeye sadakat! Hangisini seçeyim bilemedim!” (Ergin Yıldızoğlu, “Bu Topluma Bir Şey Olmuş”, Cumhuriyet, 11 Mart 2019, s.11.)

[117] Geçerken ibretlik bir zırva: “Sadece ünlü bir insanı kimliği ile değil, farklı yönleri ile de tanır Vehbi Koç’u tüm Türkiye; “Bir demokrasi aşığı olarak, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren özel girişimde öncülük etmesiyle, sosyal kalkınmanın önemine inanıp yaptığı hayır işleriyle, vakıflar kültürünün oluşmasına önemli katkıları ile, siyasi liderlere yazdığı mektuplar ile…” (Özlem Yüzüak, “Semahat Arsel: Demokrasi Aşığıydı”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2018, s.9.)

[118] Murat Belge, “Sosyalizmin Genel Sorunlarına Giriş”, Birikim, 18 Eylül 2017… http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8519/sosyalizmin-genel-sorunlarina-giris#.XLiFw-gzZPY

[119] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, [Feuerbach], Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976, s.62.

[120] Karl Marx. 1844 Felsefe Yazıları, çev: Murat Belge, Payel Yay., 1975., s.116.

[121] Güray Öz, “Murat B., Marx’ı Hâllediyor!”, Birgün Pazar, Yıl:15, No:628, 24 Mart 2019, s.2.

[122] V. İ. Lenin, Seçme Eserler Cilt:2-Bolşevik Parti İçin Mücadele (1900-1904), Çev: İsmail Yarkın, İnter Yay., 1993, s.21.

[123] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, Çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.

[124] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.