87 öğrenci gençlik liderlerinden Nabi Kımran ile söyleşi: “Boğaziçi direnişçileri kadar ustaca politika, 68-78-87’liler kadar da devrimcilik yapılmalı”

0
1130

Odak: 88 öğrenci hareketinin öne çıkardığı gençlik liderlerinden birisiniz. Sizden önceki 78 ve 68 gençliğini de incelediniz. Bugünkü gençlik hareketi hakkında da yazıyorsunuz. Bir karşılaştırma yapmak istedik. Size bu anlamda ilk sorumuzu şöyle yöneltelim, 88 öğrenci gençlik hareketinin ayırt edici yanları konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Nabi Kımran: Kapsamlı soru… Ama önce bir düzeltme bir de itiraz. 1987 Nisan’ında İstanbul’da patlak veren ve tüm önemli kentlere yayılarak Nisan boyunca süren eylemler bizim kuşağımız üzerinde silinmez bir iz bırakmıştır. Yani biz kendimizi kafiyeyi bozma pahasına 88’liler değil, 87’liler olarak nitelendiririz. Liderlik meselesinde de fazlaca bonkör olmamak gerektiğine inanırım. Soldan yürüyen ya da toplumsal mücadeleler hakkında az çok fikir sahibi olan kime sorsanız, bir çırpıda çok sayıda 68 gençlik liderinin adını sayabilir, hatta Avrupalı gençlik liderlerini bile, Rudi Dutschke, Kızıl Danny vd. Peki ya 78 ve 87’lileri sorsanız? En azından bir duraklamayla karşılaşırsınız. 78 kuşağının 68’i kat kat aşan mücadelelerinde Deniz Gezmiş türünden gençlik önderleri değil, örgütler ve onların gençlik yapıları öne çıkar. Bizim kuşağımızda ise kendi üniversiteleri ve dar örgüt yapıları dışında da tanınan, genel öğrenci hareketi içinde etkili olabilen ileri kadrolardan söz edilebilir. Beni dönemin öğrenci liderleri arasında sayan iltifatınıza teşekkür ederim, ancak ben dönemin ileri kadroları arasında anılmakla yetinirim, ötesi yoktu zaten, 68 kuşağından sonra da tekrarı olmadı.

Ayırıcı özelliklerine girmeden önce, dönemin çerçevesini ele almak gerekiyor. 1984/85’de dernekleşme çalışmalarıyla başlayıp, en geç 1991 sonu 92 başında sona eren öğrenci hareketini niteler dönem. Fakat hikaye burada bitmez. 1991 sonunda öğrenci hareketi deyim uygunsa sönümlendi, geriye kadrolar kaldı. Bu dönemde yetişen bütün örgütlerden kadrolar okullarını terk edip -ya da bitirip- fabrikalara, semtlere, kamu emekçileri arasına, dağlara, yeraltına, sosyalist basın sahasına, mücadelenin nabzının attığı akla gelebilecek her yere gittiler. 1996 sonuna kadar sert, kanlı mücadeleler sürdü Türkiye ve Kürdistan’da. 97 başından itibaren çeşitli türden kitle hareketleri kırıldı ve devrimci hareketin bütün önemli bölükleri polis operasyonlarıyla ağır darbeler aldılar. Bu arada sadece 70’lerde değil 80’lerde de yasadışı-radikal mücadele mevzilerinde konumlanan önemli bazı örgütler 1991-96 aralığında kendilerini asıl olarak yasal particilik alanıyla sınırlayan bir dönüşüm yaşadılar. Kitle hareketinin duraklayıp gerilediği, örgütlerin ağır darbeler yediği ve 80’lerin radikal mücadele mevzilerinde duran azımsanamayacak sayıda kadro ve örgütün yasal particiliğe yöneldiği koşullarda hapishane mücadeleleri öne çıktı ve o süreç de 19 Aralık 2000 Hayata Dönüş katliamıyla ve 2000-2001 ölüm oruçlarıyla sona erdi. Şöyle toparlayabilirim. 1985’te başlayan gençlik hareketi 1991’de sona erdi. 90’lı yıllar boyunca gençlik mücadelesi ne yazık ki cılızlaşarak, 85-91 döneminin gerisine düşerek ve tam da 80’lerin sonunda yıkıcı bir hal alan parçalanmayı aşamayarak iyi kötü varlığını korudu. Gözden kaçırdıklarım olabilir ama 91 sonrasında öğrenci hareketinin görünür olduğu tek dönem 1996 Şubat’ıdır. Taksim, Kızılay, Konak’ı zorlayan eylemler, ki Özgür Gençlik’in etkisi kabul edilmelidir bu eylemlerde, yine aynı ay harçlara karşı İ.Ü. Hukuk’un çatışmasız şekilde işgal edilmesi dışında akla gelen pek bir şey yok.

Burada bir parantez açalım. 1992-2001 aralığında, 1990 öncesi 30 yılda görülmeyen bir olgu çıktı ortaya. 1960-90 arasında onar yıllık dilimlerle ele alınabilecek dönem(ler)de gençlik hareketi, işçi-emekçi hareketleriyle at başı gitti; çoğunlukla öne fırladı, yer yer geriye düştü ama simetri ve bütünlük apaçıktı. Bu simetri ilk kez 1992-2001 aralığında kırıldı. Toplumsal hareketler -neoliberal saldırganlığa, duvarın çökmesine ve kanlı 93 Konseptine rağmen- ileri fırlarken, önceki 30 yılda görülmemiş şekilde gençlik hareketi geride kaldı. Yani 95 Gazi başkaldırısı, Sivas Madımak protestoları, işçilerin ve kamu emekçilerinin mücadeleleri, 1996 Susurluk protestoları; ezcümle sokaklara dökülen yüz binlerce emekçi ve ezilen, omuz başlarında önceki dönemde olduğu türden güçlü bir gençlik hareketi bulamadılar. 80’li yıllarda yetişen üniversiteli kadroların tüm bu mücadelelerin içinde yer alması, 90’ların kitlesel gençlik hareketlerinden yoksun olduğu gerçeğinin üzerini örtemez. 2001 sonrası 20 yılda simetri tekrar kuruldu; fakat negatif olarak. İniş çıkışları yok saymayan bir genelleme ile ifade edebilirim ki, toplumsal hareketler de bu dönemde geriledi ve “simetri” tekrar kuruldu. Bu tablo gençlik hareketini de içeren, fakat aşan bir gerilemeye işaret eder. Sonuç olarak 2001 sonrası 20 yılda gördük ki, gençliği, devrimci ve sosyalist damarı ezilen bir toplumun iflahı kesiliyor, bugünkü çürüme ve kokuşmuşluğa varıyor. (Bir bakıma dünya çapında bir olgudur bu.) O halde bunun tersi de doğrudur: Ne kadar sorunlu olursa olsun -ki bu sorunlar tıkadı devrimciliği esas olarak, düzenin zoru değil-, emekçilerle bağı ne kadar tartışmalı olursa olsun, devrimci ve sosyalist hareketin iyi kötü etkili varlığı, geçtim devrimi-sosyalizmi, toplumların insani değerlerinin, sınırlı özgürlüklerinin ayakta kalabilmesi için dahi yaşamsaldır.

Sonuç olarak 1985’te başlayan dönem, farklı evrelerden geçerek 2001’de sona erdi. Tüm bu dönemin ana kadro kaynağı ve taşıyıcı omurgası 80’ler gençlik mücadeleleri içinde yetişen kuşaktı, 87’lilerdi. 2001 sonuna gelindiğinde bu dönemde yetişen yüzlerce devrimci toprağa düşmüştü. Aynı dönemde Kürt Özgürlük Hareketinin binlerce kaybı oldu fakat hareket kendini üretmeyi başardı. Türkiye tarafına gelince, merkezinde 87’lilerin durduğu ağır kadro kayıpları, tutsaklıklar, hayal kırıklıklarından kaynaklanan safları terk edişler salt bir kuşağın hikayesi olarak kalmadı, TDH’nin bir dönemini sonlandırdı: TDH 2001 sonrası 20 yılda, 1985-2000 döneminde sahip olduğu etki ve ağırlığın çok gerisine düştü, moda tabirle bir daha eskisi gibi olamadı. Bazıları o yıllara burun kıvırmayı marifet sayar, şimdi o günleri arar hale geldik.

Çizdiğim tabloyu konudan sapmak olarak niteleyenler olabilir, “ne alakası var gençlik hareketiyle bunların vs.” diyebilir. O zaman şu sorulara hep birlikte yanıt aramalıyız: Deniz, üniversite işgaline katıldığı için mi idam edildi? Mahir, üniversitedeki forumda çok sert bir konuşma yaptığı için mi Kızıldere’de kurşunlandı? İbrahim, Çapa Öğretmen Okulu’nda faşistin birine kafa attığı için mi işkencede katledildi? Ya 78’in üniversitelileri, binleri bulan rakamlarla neden hapishaneleri dolduruldular cunta yıllarında? Gençlik kuşaklarının maceraları bizim ülkemizde -ve dünyada- üniversitede başlar ama orada bitmez, tam da yukarıda anlattığımız yollardan geçerek sürer. Bunun böyle olması değil, olmaması sorundur. Bizim kuşağımız da bu geleneği sürdürdü ve 2001’e dek etkili oldu, sonrası tüm kuşakları ve örgütleri, ezcümle bütün TDH’ni etkileyen bir kriz dönemidir. Ne aradaki geçici parlamalar ne de muazzam Gezi isyanı bu krize çare olamadı.

Dönemin çerçevesini çizmeye çalışırken, ayırt edici özelliklerine de girmiş olduk aslında. Zamanın gençlik hareketinin merkezinde devrim ve sosyalizm mücadelesi durur; diğer her şey bu çekirdeğin etrafında ve ona bağlı olarak gelişti, gelişebildiği kadarıyla. Altı kalınca çizilmesi gereken ayırıcı özellik şudur: 70’lerde olduğu gibi kitlelerin devrime aktığı değil, devrimden ve devrimci olan her şeyden, hadi kaçtığı demeyelim de uzaklaştığı bir dönemde öne fırladı 87’liler. Onlara kuşak hüviyetini kazandıran en önemli vasıfları budur kanımca; bu berrak duruş dönemin öğrenci hareketine hayat verdi, cunta karanlığının dağıtılmasında -kendi çapında- etkili oldu ve 90’lı yıllar boyunca süren tüm mücadelelerde esaslı bir kadro gücü olarak konumlandı.

Odak: Hareket hangi taleplerle ve nasıl başladı?

Nabi Kımran: Açık olmak gerekirse, öğrencilerin özlük hakları için verilecek mücadeleler bizi hiç bir zaman heyecanlandırmadı; fakat bu sorunlar vesilesiyle devrimci mücadeleye alan açma motivasyonu kanımızı kaynattı. Asıl gündemimiz devrim, devrimin doğru çizgisi tartışmaları, örgüt ve örgütlenme sorunlarıydı. Hayatlarının merkezinde bu sorunlar ve heyecanlar duran sosyalist öğrenciler, öğrencilerin özlük hakları, yurt, harçlar, yemekhane sorunları gibi meseleleri gündemleştirdiler ve bu alanın öncülüğünü üstlendiler. Bu doğru muydu, yanlış mıydı tartışmasının ötesinde durum buydu. 85-91 aralığını iki döneme ayırmak gerekiyor. 1987 14 Nisan eylemine ve ay boyunca tüm önemli merkezlerde etkili olan eşiğe kadar gelen döneme (1984-87 aralığı) mayalanma dönemi diyebiliriz. Aslında paradokslarla yüklü bir dönemdir bu. Çeşitli öğrenci öbekleri harıl harıl devrimin çizgisi, doğru örgütün hangisi olduğu vb. gibi sorunları tartışırken, eylemsel planda en barışçıl ve “masumane” çizgide kalınmıştır. Bu bir mayalanma, zemin tutma ve güç biriktirme dönemidir. Bu dönemin başat aktörü Yarın’cı arkadaşlardır. Dernek örgütlenmelerine ilk girişenler onlardır. Fakat Yarın’cı arkadaşların inisiyatif alması ve baskınlığı diğerlerinin yokluğu olarak anlaşılmamalıdır. Örneğin ben, Odak geleneğinin yabancısı olmayan Şahin Kanbur (Mehmet Kanbur’un kardeşi) ve Yarın’cı olmayan pek çok arkadaş 1985 gibi erken bir tarihte İÜ. Ed. Fak. Öğr. Derneğinin kurucular kurulunda yer aldık ve her yerde benzer örneklere rastlanabilir.

87 Nisan’ından sonra hareketin talepleri de karakteri de belirgin şekilde değişti. Önceki dönemin talepleri tümden göz ardı edilmemekle birlikte, artık başat olan anti-faşist mücadele ve politizasyondu. Zaten yeni dönem, örgütlenme özgürlüğü talebiyle gelişen 14 Nisan eylemiyle başladı. Devamla sivil faşist hareketle çatışmalar, 16 Mart anmaları, polisi üniversiteden çıkarmak için yapılan eylemler, Filistin İntifadasıyla dayanışma, Halepçe katliamını protesto eylemleri, 1 Mayıslara yoğun katılımlar, hapishane direnişleriyle dayanışma eylemleri, grev ve işçi direnişlerini ziyaretler, üniversite işgalleri, Seher Şahin, Murtaza Kaya, Engin Egeli gibi arkadaşlarımızın katledilmesini protesto eylemleri -isimlerini anmıyorum, onlarca arkadaşımız katledildi-, korsan gösteriler… Hepsi de çatışmayla, yüzlerce gözaltı, tutuklama ve yaralanmayla sonuçlanan dört işgali anmalıyım: 28 Nisan 1988 İÜ. Rektörlük, 1 Aralık 1989 İÜ. BYYO, Yıldız Teknik ve son olarak Boğaziçi Üniversitesi işgalleri dönemin karakteri hakkında fikir verir. (Boğaziçi işgali diğerlerinden farklı olarak Genç Komünarlar – Alınteri çizgisinde gelişen bir grup eylemidir.) 1987-91 dönemi de kendi paradokslarıyla geldi: Artık devrim ve çizgi tartışmaları sona ermiş, herkes “yerini bulmuş”, ilk dönemin verimli ve yoldaşça tartışmalarının, sıcak insani ilişkilerin yerini kesif bir grupçuluk almıştı. Eylemler, ilk dönemle kıyaslanamayacak oranda sertleşmişti; buna mukabil tartışmaların ideolojik içeriği alabildiğine sığlaşmış, bir tür kör döğüşüne dönüşmüştü…

Odak: Hareket içinde örgütsel gruplaşmalar nasıl gelişti?

Nabi Kımran: Aslında konuya girmiş olduk. Bizim kuşak 70’lerin kıyıya vuran son dalgası kabul edilebilir. 70’ler sonunda ergendik ve o dönemin tipik bir olgusu olarak politizeydik. Çoğumuzun aileden ya da gelenekten gelen grup aidiyetleri vardı ya da devrimciydik ve örgütlenecek grup arıyorduk. Örneğin ben üniversiteye herhangi geleneğin taraftarı olarak gelmediğim halde hızla örgüt arayışına girdim ve TKİH-Militan Gençlik çizgisinde örgütlendim. Cunta öncesi etkili olan devrimci örgütler, 85 sonrası gençlik hareketinin kapsamı gözetilerek, neredeyse birebir oranda etkiliydiler bizim dönemde de. Bunun istisnası TKP-TİP geleneğidir (eski yapılardan söz ettiğim unutulmasın); onlar eski ağırlıklarını aşan oranda etkiliydiler başlangıçta, 87 sonrasında ise neredeyse tamamen silindiler. Başlangıçta, elbette istisnalar vardır ama, eski örgütlerin sempatizan çevreleri olan ve büyük oranda otonom hareket eden öbekleşmeler vardı; 87 sonrasında örgütler tam hakim oldular duruma. Bunun kazandırdığı çok şey olmuştur, fakat eksilttiği bir şeyi de vurgulamalıyım: Önceki dönemde alışkın olmadığımız türden sert bir rekabet ve grupçuluk da bu dönemle birlikte geldi. Öğrenci hareketinin hangi çizgide gelişeceği bağlamında ilk dönemdeki gruplaşmaların rasyonel bir temeli vardı. Yarın çizgisi bir yere kadar hareketi taşıyabildi ve bu dönemdeki katkıları teslim edilmelidir. Fakat bir eşikten sonra hareketin gerisinde kalmaya ve geriye çekmeye başladılar. Bu eksende reformistler (Yarıncılar) ve devrimciler (tüm radikal yapıların bileşkesi) biçimindeki temel gruplaşma belirginleşti. Bu noktadan itibaren iki sorun başlıyor: Çizgi farklılıklarına rağmen Yarıncı arkadaşlarla birlikte yürüme imkanı karşılıklı zorlanamaz mıydı ya da arkadaşların hareketin büyük oranda dışında kalması engellenemez miydi? Eğer bir devrimci örgütün ideolojik saflığından değil de kitlevi bir gençlik hareketinin, parçalılığa rağmen bütünlüğünü korumasından söz ediyorsak bu soru yabana atılamazdı, bugün de atılmamalı. İkinci soruna gelince, nasıl anlatabilirim bunu… Şöyle diyeyim; cuntaya karşı mücadeleye atılma, öğrenci hareketine militan bir çizgide katılma gibi bir dizi konuda inkarcı, küçümseyici ve kesinlikle temelsiz  tutumlara karşı dönemin devrimci gençlik hareketini ayrımsız savunurum, bu ayrı bir konu. Ne yazık ki iş bununla bitmiyor. Hatta asıl sorun bundan sonra başlıyor. Dişle tırnakla bir yere kadar getirdiğimiz hareketi, 1987-88-89’da bir ölçüde geliştirebildiğimiz halde, sonrasında ne yaptık? Bu soruya açık yüreklilikle cevap vermeliyiz ya da ben kendi payıma vereyim: Hareketi biz devrimciler sırtlayıp geliştirdik ve kendi ellerimizle geliştirdiğimiz hareketi, tam da rüzgarı arkamıza aldığımız anlardan başlayarak çıkmaza ve yıkıma yine kendi ellerimizle biz sürükledik. Konuyu burada daha fazla uzatmayayım, 2020 yazında dönem hakkında Sendika org.’da yürüyen tartışmaya ve benim yazdıklarıma bakabilir merak eden arkadaşlar. Burada şunu vurgulayabilirim: Gençlik hareketi bağlamında ya da başkaca alanlarda TDH bin bir zahmetle yeni başlangıçlar yapabiliyor fakat arkasını getiremiyor. Dönemin gençlik hareketinin yükselişten düşüşe geçmesi, oranlar korunmak koşuluyla, 1975-80 yükseliş ve düşüşünün yeni dönemdeki izdüşümüdür bir bakıma.

Odak: Örgütsel gruplaşmaların öğrenci gençliğin, halkın ve sol hareketin mücadelesine etkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Nabi Kımran: Soru biraz karışık. Şöyle yanıtlayayım. Dönemin gençlik hareketi, dönemin işçi-emekçi hareketini kesinlikle olumlu etkiledi ve onlardan da etkilendi. Örneğin Netaş grevi moral kaynağımızdı ve bir ayağımız Netaş’taydı, ziyaretler, sıcak ilişkiler… 87 Nisan gençlik eylemleri ise tüm toplumsal muhalefete muazzam bir moral ve cesaret aşılamış, güç taşımıştır. Gruplar meselesini de lanetli hale getirmemek gerekiyor, isteyen istediği yerde örgütlenir, bundan doğal ne olabilir? O gruplarda örgütlenen insanlar mücadeleyi omuzladı tüm zamanlarda. Ve elbette Türkiye’deki her demokratik kazanımın en derininde devrimcilerin ve devrimci mücadelenin izi vardır. Sorun ne devrimciliktedir ne de gruplarda, sorun hastalıklı grupçuluktadır. Hastalıklı grupçuluk, hastalıklı rekabetçilik, çiğ gösterişçilik tüm dönemlerde mücadeleyi baltaladı. Ya yaratılmasında pay sahibi olduğu imkanları tüketti ya da muazzam potansiyelleri değerlendiremedi, heder etti, tartıştığımız dönem de bu meziyetten ve bu zaaftan muaf değildir; bu iki yönün bileşkesidir.

Odak: Bu konuda 68 gençliği ve 78 gençlik hareketlerini nasıl görüyorsunuz?

Nabi Kımran: Hangi konuda, grupçuluk konusunda mı? Biz onların öğrencisiyiz ve onlardan öğrendiğimizin hakkını verdik, onlardan aşağı kalmadık! 68-78’liler büyük bir hareket başlattılar ve deyim hoş görülsün, büyük başlayan büyük battı. Başlatmanın büyük onuru da çıkmaza sürüklemenin ağır günahı da bu kuşakların omuzlarındadır; meselenin tek bir yönünü öne çıkaran değerlendirmelere artık son verilmelidir, her iki olgu da devrimci hareketimizin gerçekliğidir. 87’liler de cunta sonrası mücadeleyi omuzlamanın, 90’ların ateş çemberinden geçmenin onurunu taşırlar; tıpkı öncelleri gibi hareketi ileriye taşıyamamanın, çıkmaza sürüklemenin ya da büyük potansiyelleri heder etmenin günahını taşıdıkları gibi.

Odak: Bugünkü öğrenci gençlik hareketiyle 88 öğrenci hareketini karşılaştırabilir misiniz?

Nabi Kımran: Uzun boylu bir kıyaslama yapabilecek durumda değilim. Boğaziçi direnişi ve devamında gelişen süreçle kıyaslayabilirim. Devrimcilikte bizim kuşak kadar net ve kararlılar mı bilmiyorum, fakat politika yapmada bizden daha usta ve becerikliler. Bu kabiliyet kararlı, net bir devrimcilikle taçlanırsa -gençlik hareketi bağlamında geniş ölçekte söylüyorum-, devrimci hareketin kireçlenmiş ölçülerini berhava edebilirler ve sadece devrimci hareketi değil, memleketin “makus talihini” de değiştirebilirler; devrimcilikte net, kararlı olmak ve solda haklı olarak beğenmedikleri statükolardan önce kendi yaşam tercih ve statükolarını kırmak koşuluyla tabii, başka yol yok! Yeterince esinleyici örnek var önlerinde. Tıp öğrencisi Che’nin motosiklet yolculuğundan Küba devrimine uzanan yolculuğuna bakılsın ya da sıra arkadaşları Suphi Nejat Ağırnaslı’nın hikayesine… bu örnekler izlenmeden en parlak yetenekler bile, “potansiyel yetenek” olmanın ötesine geçemez. Suruç’ta ciğerimizi yakan bombayla katledilen sosyalist, anarşist ve Kürt gençler de üniversitelerden yola çıktılar, unutulmasın. Gezi’den çıkan bir avuç genç devrimci, TDH’nin geleneğinin olumlu yönünü sürdürerek Rojava’ya gitti, Boğaziçi’nden Suphi, Marmara Hukuk’tan Göze (Aynur Ada), Doktor Özge ve daha pek çokları gibi… Ne yazık ki bu öncü duruş ne yaygınlaştı ne de Türkiye gerçekliğini kavrayan yaratıcı bir devrimciliğe sıçratılabildi. Salt Rojava’da olmaktan değil, gençleri oraya götüren kararlı duruşun asıl olarak en zayıf olduğumuz yerde, Türkiye topraklarında yaratıcı bir devrimcilik olarak inşasından söz ettiğim açık olmalı. İşte bu geleneğin güçlü, yaratıcı ve önceki dönemi eleştirip aşan bir gençlik pınarı olarak ülkenin ve devrimin kaderine etki etmesi yakıcı bir ihtiyaçtır. Ve bu iddia sadece gençlik hareketinin değil, başkaca şeylerin kaderini de değiştirecektir. Gençlik tüm zamanlarda ve tüm ülkelerde ya böyle bir rol oynadı ya da pek sönük dönemler sadece gençlik hareketlerinin değil, toplumların hayatına musallat oldu. Parlak ve atılgan bir gençliği olmayan toplumların ne bugünü ne de geleceği aydınlık olabilir.

Odak: Sosyalist öğrencilerin okulla mücadeleyi birleştirme tarzı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Nabi Kımran: Anlattıklarım bu soruya da yanıt oluşturur ama şunu tekrar vurgulayabilirim: Boğaziçi direnişçileri kadar ustaca politika yapılmalı ve en az 68, 78 ve 87’liler kadar da devrimcilik. Metafor kabul edilsin, Boğaziçi’nde cisimleşen politik akıldan yoksun devrimcilik bir noktadan sonra tıkanıyor; buna mukabil, 68-78-87’nin devrimci ruhundan yoksun politik akıl ise kısmi kazanımların ötesine geçemez, tıkanır kalır. Bu sentez yakalanıp daha da geliştirilmeden ne okul olur ne mücadele ne de sosyalizm.

Odak: Bütün sosyalist öğrencileri kapsayan bir öğrenci gençlik hareketi mümkün ve gerekli midir?

Nabi Kımran: Hem de nasıl! Sadece sosyalistleri değil, çok daha geniş öğrenci kitlelerini kapsayan bir hareket hedeflenmelidir. Rus edebiyatı hakkında meşhur bir söz vardır, “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan  çıktık” diye. Ermeni sosyalistleri, Paramazları, 1920’ler TKP’sini, Hikmet Kıvılcımlıları, Mihri Bellileri, köklerimizi atlayamayız elbette; ama son 50 yıla gerek gençlik hareketi, gerekse devrimci yapılarımız bağlamında damgasını vuran 68 Dev-Genç’i de bizim paltomuzdur, hepimiz oradan çıktık. Bir başka ifadeyle gençlik önderi Deniz Gezmiş’in parkasından. Ve o Dev-Genç’in bir daha tekrarı olmadı ne yazık ki. İhtiyaç var, hem de şiddetle! Nasıl olacak, işte bu konuda hazır bir formül uyduramam; ihtiyaç gelişmenin anasıdır demekle yetineyim.

Odak: Türkiye solunun ortak çalışmasının ürünü olarak alternatif öğrenci yurdu önerimiz hakkında görüşünüzü alabilir miyiz?

Nabi Kımran: Destekliyorum, bu da yapılması gereken işlerden biridir, bundan doğal ne olabilir? Devrimci hareketin gücü varsa birleşir ve böyle bir yurt kurar. 70’lerde Site yurdu vb. gibi devrimcilerin etkisi altında olan pek çok yurt var. Bizim dönemde de devrimcilerin yurtlarda belirgin bir etkisi vardı. Bugünkü neoliberal çağda paraya dayalı böylesi işler yapılabilir. Devrimcilerin parası çıkışmazsa devrimcilik taslayan kalantor eski solculara “pamuk eller cebe” denebilir, yok eğer ceplerinde akrep varsa sağda solda devrimcilik taslamalarının önüne geçilir vs. İşin bu yönü bir şekilde çözülebilir. Asıl mesele grupçu bariyerleri aşarak bir öğrenci yurdunu yaşatabilmektedir. R. Debray’dan mülhem bir sözle bitireyim, bize “devrimde devrim” lazım. Susayan bir insanın su içmesi kadar doğal devrimci işler, bizde içinden çıkılamayacak kadar “karmaşık” hale gelmiş ya da getirilmiş durumda ne yazık ki, asıl mesele bu…

Yeni kuşaklar biz eskilerin macerasını merak ediyor mu bilmiyorum. Siz merak edip sordunuz, ben de anlattım dilim döndüğünce. Teşekkür eder, devrimci başarılar dilerim.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.