Büyük Çerkez Sürgünü

0
1020

Nuray Ertaş


Bizler tarih derslerinde hep Rusların sıcak denizlere inme hayalini okuduk. Rusların sıcak deniz hayalinin en büyük kurbanıdır Çerkezler. Bu hayal, kimi araştırmacıların tarihin ilk en büyük soykırımı olarak tanımladıkları büyük Çerkez Sürgünü’yle gerçek oldu. Çerkezler Kafkasya’dan sürüldü, Ruslara Karadeniz kıyısı açılmış oldu. Çerkezlerin Osmanlı ülkesindeki kalıcı öyküsü de böylece başladı.
Çerkezler diye genelleştirilerek ifade edilen toplum esasen  Kafkasya’nın yerleşik, birbirine komşu halklarından oluşmaktadır. İçlerinde Adigeler, Aphazlar, Çeçenler gibi farklı milliyetler olup Çerkez ismi kendilerine sürgün geldikleri bu topraklarda verilmiştir.

Rusya’nın stratejik amaçları gereği Çerkezlerin Kafkasya’daki varlığının tehdit olmaktan çıkarılması gerekiyordu. En kullanışlı araç olarak serfler seçildi. Serflik 1861’de kaldırılmış, Serfliğin kaldırılmasıyla hürleşse de topraksız olan ve sayıları on milyondan fazla olan Rus kölelere işleyebilecekleri verimli topraklar Kafkasya’dan dağıtılmıştı.
Bu toprak dağıtım süreci, Karadeniz sahil şeridindeki Çerkezlerden ‘temizlenen’ köy ve kasabalardan başlamak üzere doğuya doğru tüm Kafkasya’ya uzanmıştı. 1783’te işgal edilen ve Ruslaştırılan Kırım gibi, Çerkesya’nın tüm Karadeniz sahil şeridi her ne pahasına olursa olsun Çerkezlerden temizlenecek ve Ruslaştırılacaktı. Rus kolonizasyonu Kırım, Çerkesya ve Abhazya’da yerli halkların soykırıma tabi tutularak imhasıyla ve arta kalanların da topluca sürgün edilmesiyle son buldu.
Sürgün öncesinde Çarlık Rusya, bölgede yeni kurulan 111 Stanitsa’da 14 bin 223 aile ve yaklaşık 85 bin nüfus yerleştirmişti. (Stanitsa: Kazaklardan oluşturulan askeri köyler.) Bu açlar ordusuna Çerkezlerin toprakları vadedilmişti. Karşılıklı köy basmalar yakmalar yani iki topluluk arasındaki egemenlik kavgası aralıksız devam etti. Taa ki hayatta kalan Çerkezler yenilgiyi ve sürgünü kabul edene kadar.

Çerkezler Osmanlı’ya sadece sürgün nedeniyle gelmedi. Kafkasya’da üç yüz yılı bulan savaşlar sonucunda yaşanan ciddi mağduriyetler sonucunda hür doğmuş on binlerce kişi tacirler eliyle Osmanlı’ya köle olarak satıldı. Yani üç yüz yıllık süre boyunca Kafkasya’dan Osmanlı’ ya sürekli Çerkez göçü yaşandı.

Anadolu’ya Çerkezlerin sürülmesi ve trajik Çerkez tarihi, henüz yeni (1864) olmasına ve Türkiye’de kalabalık bir Çerkez nüfus olmasına rağmen çok bilinmez. Kafkas derneklerinin uzun yıllardır devam eden kültürel etkinlikleri ile çekingenlik biraz kırılmış, yeni nesil dramı dillendirebilir hale gelmiştir. Bunun bir çok nedeni sayılabilir. Kapalı bir toplum olmalarından (bunun da kendi içinde birçok nedeni var) tutun sığındıkları son limanda çıban başı olmak istemeyişlerine, hızlıca sarayda etkin oluşlarından tutun anavatandaki deneyimden miras getirdikleri savaş yetenekleriyle ordunun gözdesi haline gelmelerine kadar bir çok neden sıralanabilir.
Çerkezlerin hepsi değil ama ezici çoğunluğu Osmanlı Devleti’ne sürülmüştür. Yoksa Cebelitarık, Malta hatta Jamaika’ya kadar gönderilenler bile var.
Başlangıçta 40-50 bin Çerkezin sürüleceği öngörülmüşse de Rusların Kafkasya’yı Çerkezlerden tamamen arındırma çabaları sonucunda iki milyondan fazla Çerkez yurtlarından ayrılmış, bir milyondan fazlası göç yolunda ölmüştür. Önemli bir kısmı da Anadolu’ya ulaşabildiyse de göçten sonra ölmüştür. Bugün Türkiye’den Avrupa’ya ulaşabilmek için Ege’de, Akdeniz’de göçmenlerin başına neler getiriliyorsa; o dönemde de Karadeniz’in Osmanlı’ya ait kıyılarına ulaşmaya çalışan Çerkezlere aynısı yapılmış, bu zavallı halk “yakınlarımın etlerini yerim” hissiyle uzun yıllar balık yiyememiştir.

Dünyaya dağılan Çerkezlerin sayısı bugün anavatanda kalanlardan çok çok fazladır. Rusya, sürgünle beraber Soçi dahil Adigelerin denizle bağını kesmiş ve bölgeye slav toplulukları yerleştirerek Çerkezleri azınlığa düşürmüştür.
Çerkezler kafileler halinde sürgün yollarına düştüğünde, Osmanlı Hükümeti kaybedilen savaşlarla azalan Müslüman nüfusu tahkim etmek, çıkması muhtemel bir büyük savaş öncesi Anadolu’da safları sıklaştırmak ve elde kalan topraklarda Müslüman çoğunluğu sağlamanın telaşıyla derin bir iskan siyasetini uygulamaya koymuştu.

Sinop’tan başlayarak, Samsun, Amasya, Çorum, Yozgat, Tokat, Sivas, Kayseri, Maraş, Adana, Antakya, Hama, Humus, Şam, Golan Tepeleri, Amman ve Akabe’ye kadar olan, Karadeniz’den Kızıldeniz’e uzanan 1900 km’lik hat üzerinde en uzak köyler arası mesafe atla bir günde ulaşılmak kaydıyla Çerkezler iskan edilmişti. Bu hattın batısında yer alan Anadolu, Suriye ve Filistin toprakları her ne pahasına olursa olsun savunulacak ve devrin idarecileri tarafından devletin kırmızı çizgisi olarak kabul görecekti.

Düzce’den başlayarak, Adapazarı, İzmit, Yalova, Bilecik, Eskişehir, Bursa, Balıkesir’den Çanakkale’ye uzanan ikinci hat ise, başta İstanbul ve Saltanat olmak üzere Boğazları da koruyacak şekilde Karadeniz’den Ege’ye kadar uzanmıştı.
Çerkezler Rusya’yla üç yüz yıllık bir savaşın içinden yenilerek çıkıp gelmişti. Tarım, zanaat gibi kültürleri gelişmemişti ama savaş yetenekleri gelişmişti. Osmanlı iskan politikasını bu savaşçı yeteneğe göre şekillendirdi. Onlar da savaştılar. Durmadan dinlenmeden dilini ve kültürünü bilmedikleri bir ülkeyi canla başla korumak için savaştılar. Böylece hem kendilerine kapılarını açan bu ülkeye minnet borcunu ödüyorlardı, hem de Osmanlı sayesinde Rusları yenerek ülkelerine geri dönmenin hayalini kuruyorlardı.

Olmadı. Osmanlı yenildi. Anavatana geri dönme hayali de çoğu Çerkez için bu yenilgiyle beraber bitti. Osmanlı’nın küllerinden yeni bir ülke doğarken yine savaştılar. Kimisi Osmanlı’yı korumak gerektiğine inandı Anzavur Ahmet gibi, kimisi yeni devlet kurulması gerektiğine inandı Çerkez Ethem gibi. İnandığı değerler için kendi milletlerini de öldürmekten çekinmediler. (Hilafet yanlısı Ahmet Anzavur üç kez ayaklanma çıkarmış, bu ayaklanmalar İstanbul hükümeti ve İngilizlerce desteklenmiştir. Çerkez Ethem ayaklanmayı bastırmıştır. Düzce Hendek yöresinde de yine Çerkezler hilafet elden gidiyor propadandasıyla ayaklanmış, bunları da Çerkez Ethem bastırmıştır. Bu olaylar nedeniyle kardeş kanı döktüğü için Çerkezler Ethem’e büyük öfke duymuştur. Tabii yeni ülkenin kuruluş sürecindeki iktidar mücadelesi de Ç. Ethem aleyhine sonuçlanmış; Kurtuluş Savaşındaki rolü göz ardı edilemeyecek olan Ç. Ethem de “hain” olmaktan kurtulamamıştır.)

Özellikle Çerkez Ethem’in hain ilan edilmesinden sonra genç cumhuriyet bunu Çerkezler üzerinde baskı aracı olarak kullanmaktan çekinmemiştir.
Gelinen noktada bugün 21 Mayıs. Büyük Çerkez soykırımının yıldönümü. Çerkezler her 21 Mayıs’ta çok değil 4-5 kuşak öncesinin acılarını yeniden yeniden yaşıyorlar. 1864 tarihin bilinen ilk büyük soykırımı. İlk ama ne yazık ki son değil. 20. yüzyılda dünya bir çok soykırıma tanıklık etti. Görünen o ki tanıklık etmeye de devam edecek. Bu akışın tersine çevrilebilmesinin biricik yolu; emperyalizmin “böl-parçala-yönet” politikasının işlemez hale getirilmesidir. Halklar düşman olamaz. Ezilenler düşman olamaz. Halkların birbirine düşmanlık beslemesi sadece sömürüyü perçinleştirir, çok ileri noktalarda sürgünlere, soykırımlara kadar gider ucu. Bu gerçekliği de en çok bu bölgenin halkları bilir. Bu nedenle “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı kıymetli bir slogandır ve sadece slogan olarak kalmamalıdır. Her fırsatta dillendirmek, yaşama geçirmek için çalışmak gerekir.
Not: Bazı bilgiler Elbruz Aksoy’un “Benim Adım 1864”adlı sözlü tarih hikayelerinden oluşan kitabından alınmıştır. Kendisine bu kıymetli kaynak için ayrıca teşekkür ediyorum.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.