Çocuk hakları mı dediniz?

0
908

Nuray Ertaş

Medeni Kanun’a göre 0-18 yaş, İş Kanunu’na göre 0-15 yaş, Ceza Kanunu’na göre doğuştan ergenliğe kadar herkes çocuktur.
Türk Ceza Kanununda çocuk suç işlerse sorumlusu onu yetiştirendir. Çocuğa karşı işlenen suçlar misliyle artırılarak cezalandırılır.
20 Kasım 1989’da imzalanan Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre;
-18 yaşına kadar herkes çocuktur.
-Çocuğa karşı ayrımcılık yapılamaz.
-Çocuğun yararı her zaman öndedir.
-Çocuk doğduğu andan itibaren derhal vatandaşlık hakkı kazanmalıdır.

Türkiye, ayrıca 1999’da imzalanan ILO’nun 182 nolu sözleşmesine de taraftır. En kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin yasaklanması ve ortadan kaldırılmasına dair bu sözleşme, Türkiye tarafından 2 Ağustos 2001’de kabul edilmiştir.
Bu sözleşmeye göre;
– Her ülke acilen en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması için gerekli önlemleri alacak.

-18 yaşın altındaki herkes çocuktur.
-En kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği;
. çocukların alım satımı ve ticareti
. çocuğun borç karşılığı veya bağımlı çalıştırılması
. çocuğun askeri çatışmalarda kullanılması
. çocuğun fahişelikte ve pornografi de kullanılması
. çocuğun uyuşturucu madde imal veya ticaretinde kullanılması
. Sağlığını güvenliğini ahlakını kötü etkileyen işlerde kullanılması

Sözleşmede ayrıca kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması için  temel eğitim ve mesleki eğitimin önemine, yoksulluğun ortadan kaldırılmasının önemine de vurgu yapılmakta.

Peki pratiğe bakalım, yaşanan gerçek nedir?

Sözcü’nün 25 Mayıs 2021 tarihli haberine göre açlık sınırı 3472 TL, yoksulluk sınırı 11863 TL. (Bu rakamın bugünlerde çok daha acı boyutlara ulaştığını biliyoruz). Asgari ücret ise 2825 TL. Çalışanların %43’ü asgari ücretle çalışıyor. Kayıtsız çalışanlar ne yazık ki bu rakama bile dahil değil. TUİK’e göre işsizlik oranı 2020’de 12,9 (nasıl oluyorsa bu rakam her geçen yıl biraz daha düşüyor). Bu oran içinde sadece İŞKUR’a başvuru yapanlar var. İş aramaktan umudunu kesenler yok. Ev Kadınları yok. Öğrenciler yok. Asgari ücretin çok çok altında maaş alan emekliler yok. Çıraklar yok. İşkur’dan 3 veya 6 aylık dönemler için istihdam edilip aynı yıl tekrar iş başvurusu yapamayanlar yok.

Ekonomik gelir seviyesi bu olan insanların çocuklarının durumuna bakalım biraz da.
2007’de  internetten en çok çocuk pornosu indiren ülkenin Türkiye olduğu haberlere yansımıştı. İnternethabercom.da bu haberlere karşılık “çocuk pornosunda temizle çıktık” başlığı atarak sayısal olarak değil oransal olarak 1. olduğumuz haberini veriyordu. Türkiye’de istismar, çocuk pornografisi, insan ticareti gibi suç gruplarının istatistiklerini bilmiyoruz. Çünkü Adalet Bakanlığı yayınlamadığı gibi geçmiş istatistikleri de kaldırdı (Birgün, 20.10.2019).
Ama gerçekler siteden verileri kaldırmakla gizlenemiyor. Tecavüze uğrayan çocukları, bilgisayarlarında çocuk pornosu izleyerek kurum yönetenleri, Kur’an kurslarında çocuklara yapılanları, evinin önünden kaybolarak tecavüz edilip öldürülen çocukların haberlerini her gün okuyoruz duyuyoruz. Gün geçmiyor ki bir çocuk mağdur edilmemiş olsun. Baba,abi,amca,dayı vs denilen sapıkların kurbanı olmamış olsun. Bu ülke insanı, çocukları koruması gereken görevlilerin nasıl sapkınlaşabileceğini de okudu, izledi. Ahlak timsali geçinen pisliklerin ellerine fırsat geçince nasılda ahlaksız olabildiğini de okudu, izledi. Bu çarkın kırılmasını, çocukların özgürleşmesini “Bir kereden bir şey olmaz” diyen bakana sahip, “Kızlar babalarının kucağına oturmamalı” diyen Cüppeli’ye sahip, “anne babanın vermediği sevgiyi, ilgiyi yurt veriyor, tabii ki birtakım hakları da olacak” diyen belediye başkanına sahip iktidardan beklemiyoruz. Peygamberi 9 yaşında bir çocukla evlenmiş olan, ergenlikle beraber evliliğin caiz olduğunu, akraba ile evliliğin makbul olduğunu, kadını avrat (ayıplı) olarak tanımlayıp,  erkek için yaratıldığını söyleyen bir inanç sisteminin çocuklara saldırıyı  engellemeyeceği açık. Dolayısıyla İLO’nun 182 nolu sözleşmesinin koşullarını yerine getirmeyeceği de açık.

Yeni Şafak’ın 16 Haziran 2017 tarihli haberine göre Türkiye’de uyuşturucu kullanan kişi sayısı 1,5 milyon. 2021 e geldiğimizde ise 2 milyonun üzerinde sadece torbacının  var olduğu söyleniyor. Uyuşturucunun en çok satıldığı yerler gecekondu bölgeleri ve okulların çevresi. Yani yine garip gureba kurban. Kullanım oranının en yüksek olduğu yaş aralığı 11-17 yaş arası. Ne yazık ki kullanım ilkokul sıralarına kadar inmiş durumda.

TCK’da uyuşturucuyu imal, ihraç ya da ithal eden kişiye 20 yıldan 30 yıla kadar hapis ve 20 bin güne kadar Adli para cezası; satan, sevk eden, nakleden, depolayan, bulunduran kişiye 10 yıldan az olmamak üzere hapis, 20 bin güne kadar para cezası (Eğer uyuşturucu satılan kişi çocuksa hapis cezası 15 yıldan az olamaz) verilir.
Biz biliyoruz ki devlet narkodevlete dönüşmüşse kağıt üzerinde yazan hiçbir cezanın anlamı yoktur Sedat Peker’in ifşalarından Uyuşturucu kullanımında Türkiye’nin, dünyada ikinci sırada olduğunu; en yoğun kullanımın İstanbul, ikincisinin Adana’da olduğunu öğrendik. Sedat Peker’den Ayrıca uyuşturucu rotasının iktidar sahiplerince çizildiğini, dünya uyuşturucu ticaretine Türkiye’deki iktidar ortaklarının yön verdiğini de öğrenmiş olduk. Daha da somutu Türkiye’ye gönderilmek üzere Venezuela’dan peynir kutuları içinde konteynırlara yüklenmişken yakalanan 4 ton uyuşturucuyla ilgili Türkiye’nin işbirliği yapmadığını, Venezuela’nın teklifini reddettiğini de biliyoruz. Defalarca kilolarla ifade edilen uyuşturucunun yakalandığı haberlerini okuduk (ifşalardan sonra kilolarla değil, tonlarla ifade edilen miktarda olması gerektiğini de öğrendik). Hiçbirisinin sorumlusuna dair hiç bir işlem yapılmadı, yapılmıyor. Emanete alınan uyuşturucuların daha önceki yıllarda emanetten kaybolduğunu duymuştuk. Bugün de benzer durumların yaşanması şaşırtıcı olmaz
Haberleri şöyle bir tarayın. Onlarca, yüzlerce uyuşturucu operasyonu haberi görürsünüz. Haber öyle bir verilir ki ülkede uyuşturucunun kökü kurutuldu zannedersiniz. Yakalanan miktarlara baktığınızda içlerinde değil bir kg, yarım kg hatta 100 gram bile yoktur. 3-5 hap ve ya birkaç gram sentetik uyuşturucu yakalandığını görürsünüz. Peki tonlarca uyuşturucu nerede?
Bu uyuşturucunun en azından bir kısmı Türkiye içinde dağıtılacak ki ticaret sekteye uğramasın, gelir kaybı yaşanmasın. Gençler işsizlik, yoksulluk gibi meselelere kafa yormasın. Hal böyle olunca tabii ki torbacıya giden yol duvarlarda ok işaretiyle gösterilir, tabii ki her köşe başına tezgahlar kurulur, hatta “gece çalışacak torbacı aranıyor” diye ilan bile yazılır. Bakmayın siz Süleyman Soylu’nun “tobacının bacaklarını kırın” diye höykürmesine. Bu ülke 2013 yılında İstanbul Gülsuyu’nda, gençler mahallelerinde uyuşturucu satılmasına izin vermeyince, uyuşturucu çeteleri polis desteği ile mahalleye girerek Hasan Ferit Gedik’in öldürülmesine, birçok kişinin de yaralanmasına tanık oldu. Ayrıca torbacının bacaklarını kırsan ne olacak ki! Sizin uyuşturucunuzu satacak gariban mı yok? Yeter ki yasada cezası 20 yıldan başlayanlar güvende olsun.

Frmtr.com sitesinde 2006’da yer alan bir haberde uluslararası politik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (UPSAM) ın anketine yer verilmiş. Ankete göre gençlerin yüzde 65’i en az bir kez uyuşturucu kullanmış, alkol kullanım oranı %66, sigara kullanma oranı %72 (tiryaki %24) çıkmış. Ankete katılanların % 74’ü ise şiddet görmüş. TUBİM’in (Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi) açıklamasına göre bir bağımlı her yıl 4 kişiyi bağımlı yapmakta.
Sokağa çıktığınızda gençlere dikkatli bakarsanız kim uyuşturucu kullanıyor muhtemelen anlayabilirsiniz. Bu kişileri en iyi de polis bilir ama görmez. Çünkü görse de bilir ki savcı görmez. Savcı görse bilir ki hakim görmez, görse de zincirin bir sonraki halkasını asla sormaz. Bazen (genellikle huzur operasyonu veya kendi içlerinden ihbarlarla) yakalananlarda olur. Tüm yakalananlar içici olduğunu söyler (içmenin cezası 2-5yıl arasıdır) ceza tecil edilir. Birkaç yıl ceza alanlar ise (torbacı olduğunu saklayamayanlar) cezaevlerinden çıktıklarında çevrelerinde “kahraman”, “cengaver” edasıyla karşılanırlar. Bunca toleransa rağmen cezaevlerinde adli mahkumların %43’ünü torbacılar işgal etmektedir. Bunların önemli bir kısmı da çocuktur (ne kadar yaygın olduğunu buradan tahmin edin). Bunlardan 50 bini pandemide dışarı bırakılıvermiş, tezgahlarını yeniden açmış durumdalar. Bunca yaygın kullanıma ve bağımlıya rağmen tek tedavi merkezi olan AMATEM’in yatak sayısı 1000 bile olmadığı gibi GSS olmayanlar için ücretlidir (diğer tedavi merkezleri de psikiyatri servisleri ve Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastaneleridir. Ama bunlar çoğu zaman AMATEMe yönlendirir). AMATEM’e yönlendirip de tedavi olan tek kişi yoktur. İnternette gezinirseniz görürsünüz ki tahlillerin “temiz” çıkması için verilen “reçeteler” oldukça fazladır, bunları da en iyi bağımlılar bilir. 25 yaş altı gençlerin sokakta alacak verecek meselesi nedeniyle kavga ettiğini görürseniz, duyarsanız alacak vereceğin uyuşturucu olduğunu bilin. Eğer gençler kalp krizinden ölüyorsa bunun önemli nedenlerinden birinin de uyuşturucu olduğunu bilin. Bunlar kolay kolay istatistiklere yansıtılmaz. Çünkü raporlara kullanımın makul düzeyde olduğu yazılmalıdır.

I. Dünya Savaşı’nda itilaf devletlerinin Türk askerine kullandırdığı sigaranın askerler arasında yayılmasını önlemek amacıyla kurulan Yeşilay, bağımlılıkla mücadelede Türkiye’nin en eski ve en yetkin kuruluşudur. Her kurum ve kuruluşta olduğu gibi Erdoğan Ailesi burayı da işgal etmiş, Esra Bayraktar’ın yönetiminde olan Dernek iktidarın arpalığı haline getirilmiştir. Asker çocuklar, mendil satanlar, dilendirilenler, iş gücü piyasasının küçük mağdurları, kağıt toplayıcılar, boyacılar, yabancılar… Hepsi ayrı ayrı büyük trajedi.

Gündemde hak ettiği yeri bulamamış olsa da, bu yıl ABD, Türkiye’yi çocuk asker kullanan ülkeler listesine ekledi. IŞİD’in ülkenin çeşitli yerlerinde köle pazarları olduğu, buralarda kadın ve çocukları 20 dolar-50 dolar karşılığı sattığı biliniyor. Alıcıları da bu toprakların “namuslu”insanları.

Eğitimde durum nedir sorusunun yanıtı da ne yazık ki çok trajik. Bu da başka bir yazının konusu olsun.
 
Özetle; çocuk olamadan yaşayıp ya kapitalizmin, ya gericiliğin çarklarında heder oluyor çocuklarımız. Yıllarca öğrencilik yapamayarak okul sıralarını dolduruyorlar. Açlıkla boğuşuyorlar. Tacizle, tecavüzle, şiddetle, çetelerle boğuşuyorlar. Kötü akrabalarla, kötü niyetli yetişkinlerle boğuşuyorlar. Sanayide aç gözlü patronlarla boğuşuyorlar. Velhasıl hiç yaşamadan ya ölüyor ya da hastalıklı yetişkinlere dönüşüyorlar. Tüm bu savaşlardan yara almadan ya da küçük yaralarla kurtulabilenler ise “bir kuş olsam da uça uça bu ülkeden kurtulsam” hayali kuruyorlar.

Sosyal ve ekonomik yapıyı iyi analiz etmeden, sistemin çıkar ilişkilerini hangi paradigmaya oturduğunu anlamadan üretilecek çözüm önerileri “uyuşturucu cezaları artırılsın” gibi, “sapıklar hadım edilsin” gibi boş sosyal medya söyleminden öteye geçmez. 1980 ile beraber gençliği kaybettik Son 20 yılda ise gelecek kuşakları da kaybettik Hayal kurmayla helalleşmeyle kayıpların önüne geçilemeyeceği kesin. Savaşmadan, bu vahşi ve gerici sistem yıkılmadan, hesabı sorulmadan umutlanmak, düzeleceği beklentisi içinde olmak züğürt tesellisinden başka bir şey değildir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.