ODAK: Direniş Hareketi Tutsaklarından Mektup

0
2355

Olağanüstü koşulların yaşandığı tehlikeli bir süreçten geçiyoruz. Bir taraftan iç savaş tartışmaları yaşanırken bir taraftan da AKP faşizmi rejim değişikliğinin koşullarını yaratarak, adımlarını atmaya başladı. Adaletten eğitim sistemine, sağlıktan toplumun yaşam biçimlerine kadar tüm alanlara müdahale ederek, Sunni-İslami değerleri hayata geçirmeye, buna uymayan, karşı çıkan kesimleri de vatan haini ilan ederek toplumu saflaştırmaya çalışıyor.

Daha bir yıl öncesine kadar “analar ağlamasın” teraneleriyle çözüm sürecini başlatan ve hemen ardından barışın ve çözümün çıkarlarına uymadığını gören AKP faşizmi, tekrardan savaş diyerek toplumu felakete sürükledi. Savaşın başlamasıyla birlikte sahiplenerek, on binlerce insanın katılımını sağlayıp “şehit” edebiyatı yaparak milliyetçi tabana mesaj vermeye çalışıyor. Tek vatan, tek millet, tek dil, tek bayrak edebiyatıyla MHP’nin iç ilişkilerine müdahale ederek bölünmenin eşiğine getirdi. Bu koşullarda seçime gitmeyi MHP’yi baraj altına bırakarak 400 milletvekili hedefine ulaşmayı ve böylece padişahlığı önündeki tüm engelleri ortadan kaldırarak düşünüyor.

Orduyu, polisi, yargıyı ve medyanın büyük bir bölümünü “ikna” edip yedekleyerek savaş cephesini bir hayli genişletip, baskı ve şiddet yoluyla da toplumun muhalif kesimini sindirmeyi hedefliyor. Erdoğan’a hakaretten dolayı binlerce insana dava açıldı. Bir kısmı cezaevine kondu. Savaşa karşı çıkan, hakkını arayan ve sisteme muhalif olan tüm kesimler aynı akıbetle karşı karşıya.

Kürdistan’da yaşanan savaşın katliam ve vahşet boyutu savaşın kirli yönünü açık bir biçimde ortaya çıkardı. Yüzlerce insanın katledilmesi, binlerce insanın evlerinin yıkılıp-yakılarak yerlerinden edilmeleri Kürt halkının tarifsiz acılar yaşamasına neden oldu.

Yaklaşık bir yılı aşkındır devam eden bu savaş süreci toplumun tüm kesimlerinde olduğu gibi cezaevlerine de daha boyutlu olarak yansıdı. Keyfi uygulamalardan hak gasplarına (mektup, faks, açık-kapalı görüş cezaları, hücre cezaları), tedavilerin engellenmesinden sürgün sevklere kadar birçok alanda sorunlar yaşamaktayız.

Gerek cezaevlerinin şehir merkezlerine uzak oluşu gerekse cezaevi revirinin teknik donanım bakımından yetersiz olması ve uzman hekimin olmaması yaşanan ciddi rahatsızlıkların bazen ölümle sonuçlanmasına neden olmakta. Kısa bir süre önce Bolu F tipi cezaevinde yaşanan Rıza Yıldırım adlı devrimci tutsağın ölümüyle sonuçlanan olay bu durumun en somut ifadesi. Beyin kanaması gibi ciddi bir operasyon geçiren bir insanın iki gün sonra cezaevine getirilerek hücreye konması devrimci tutsağın dengesini kaybederek kafasını vurması sonucu tekrardan beyin kanaması geçirerek ölümü aynı zamanda hastane ve cezaevi personelinin devrimci tutsaklara yaklaşımının da somut bir ifadesidir.

Hastalıklarından dolayı cezaevi revirine giderek hastaneye yaptırılan sevklerle başlayan süreç devrimci tutsaklar açısından bir işkence halini alır. Hücrenin kapısından dışarı adım atılmasıyla başlayan keyfi aramalar… Ring aracındaki kamerayı devrimci tutsaklara karşı yapılan bir taciz olarak gördüğümüzden dolayı kapatmamız, bu nedenle ters kelepçe dayatmaları ve verilen cezalar… Hastanede doktorun kelepçeyi açmadan tedavi etmek istemesini kabul etmediğimizden ve tedavi hakkımız engellendiğinden dolayı attığımız slogandan dolayı verilen cezalar… İnfaz hakimliğinin bizleri dinlemeden, söylediklerimizi dikkate almadan hukuka aykırı davranarak, somut hak ihlalleri olmasına rağmen cezaları onaylaması… Ağır Ceza mahkemesine yaptığımız itirazların da dosyalar incelenmeden onaylanması… Yaşanan tüm bu sorunları dışarıdaki savaş konseptinin cezaevlerine yansıması olarak değerlendirebiliriz.

Yaşanan bu sorunların tümünü cezaevlerinde yaşanan genel sorunlar olarak değerlendirebiliriz. Özelde ise birden çok ciddi rahatsızlık yaşayan ve bu nedenle de sık sık hastaneye gitmek durumunda kalan arkadaşların yaşadıkları daha da boyutlu. Halen Kırıkkale cezaevinde yatmakta olan Cihat ÖZDEMİR ve Kemal TUFAN arkadaşların yaşadıkları gerek sağlık açısından gerekse hukuki açıdan ilginç örneklerle dolu. Yaşanan sorunların daha iyi anlaşılabilmesi açısından sözü olayları somut yaşayan arkadaşlara bırakalım.

“Son bir yıldır dışarıda yoğunlaşan topyekün saldırılar cezaevlerinde de ciddi bir baskı ve saldırı ortamı yarattı. Aylar öncesinden başlatılan uygulamalar keyfilikte sınır tanımıyor artık. Dışarıda yaşayan insanlara “hücrenizde bulunan boş yoğurt kabını aldılar” dediğimizde gülerek yok canım diyeceklerdir. Ama bu durum yoğurt kabının alındığı gerçeğini değiştirmeyecektir. Çamaşır leğenimizden paspas kovamıza su kovamızdan örtülere, çek pas saplarından komidine kadar kendi paramızla aldığımız ve daha sayamadığım bir çok eşyamız ya yasak denilerek ya da fazla denilerek el kondu.

24 saatimizi geçirdiğimiz tecrit hücreleri bir çok hastalığa davetiye çıkarırken bir de temizlik malzemelerimize el konulması hijyen açısından ciddi sağlık sorunları yaşamamıza yol açabilir. Çek pas-paspas ve süpürge kullanımı için verilen bir adet sapın boyutunun da 75 cm olarak belirlemeleri gerek iskelet sistemi rahatsızlığı gerekse bel-boyun fıtığı rahatsızlığı olan kişilerin durumunu ciddi boyutlara taşıyabilir.

Ben 16 yıldır cezaevinde olduğumdan uygulanan tecrit ve izolasyon ciddi hastalıklar oluşmasına neden oldu. Biyopsi yapılmadığı halde böbreğimde 8 mm’lik iyi huylu olduğu söylenen tümör, kronik otit, kronik venöz yetmezliği, derin venöz, MY, midemde 3 cm’lik başı EUS ile yapılan son muayenede pankreas ve splenik artar başısı gözlenmiş ikinci kez EUS ile muayene yapacaklar, pankreas sindirim için enzim salgılamıyor. Teşhisi konulmamış bayılmalar, vertiga, kronik duodenise vb. rahatsızlıklarım nedeniyle aynı zamanda İHD’nin ağır hasta tutsaklar listesinde de adım geçmekte. Adli Tıp Kurumu Adalet Bakanlığının istemiyle başlatılan ceza ertelemesine dair rapor sürecinde cezaevinde kalabilir raporu verdi.

Rahatsızlıklarım nedeniyle hastaneye sık gitmekteyim. Ring yolculuklarında kamera ile izlenme tacizini protesto edip kamerayı kapattığımdan kimi zaman ters kelepçe takılmak istendi. Kabul etmediğim için hastaneye götürülmedim. Kimi zaman da hakkımda disiplin soruşturmaları açılarak hücre cezaları verildi.

Nedensiz bayılmalarımdan kaynaklı hastaneye götürüldüğümde film çekilerek kan aldılar. Birkaç serum taktıktan sonra bir teşhis konmadan cezaevine geri getirildim. Bu konuda hala bir sonuç alabilmiş değilim.

Hastaneye gidebildiğimde defalarca kelepçe açılmadığından muayene olmadan dönmek zorunda kaldım. Doktorlar hakkında yaptığım suç duyuruları ise savcılık ya da ilgili makamların kovuşturmaya yer olmadığına dair verdikleri matbu kararları ile sonuçsuz kaldı.

2015 yılında endoskopi yapılarak teşhis edilen midemdeki 3 cm’lik basının neden kaynaklandığını araştırmadılar. Ancak başka bir rahatsızlığım için kardiyolojiye gittiğimde kardiyolog tarafından iç hastalıkları bölümüne sevk edilene kadar gündeme alınmadı. İç hastalıklar bölümüne gittiğimde önceki raporu gören doktor, EUS denilen ileri tetkik yapılmasını istedi.

EUS narkozlu yapıldığından önceden başka tetkikler yapılıyor ve en son narkoz uzmanının onaylaması gerekiyor. Narkoz uzmanının görmesi için hastaneye götürülürken ring kamerasını kapattığım için asker ters kelepçe takmaya çalıştı. Ters kelepçeyi kabul etmediğimden yoldan çevrilip tekrardan cezaevine getirildim. Yeniden randevu alındı. Bu kez de EUS cihazı bozuk olduğu için randevum tekrardan ertelendi. Nihayetinde EUS ile muayenem yapıldı. Ancak midemdeki basının bu kez pankreas ve splenik arter basısı gözlendiğinden yeniden EUS muayenesi istendi. Haziran başında hastaneye gittiğimde EUS cihazının bozuk olduğu söylendi. Ne zaman yapılacağı belli olmadığından narkoz öncesi tetkiklerini yaptırmadan cezaevine geri getirildim.

Ring ile hastane ve mahkemeye gidişlerimde kamerayı kapattığım için disiplin soruşturmaları açıldı. Açılan üç ayrı soruşturma için 5’er günlük hücre hapis cezası verildi. Bunlardan ilk 5 günlük olanı uygulandı. İkinci 5 günlük hücre cezası ise kesinleşti ve uygulamayı bekliyor. Üçüncü soruşturma da infaz hakimliğinde. Büyük bir sürpriz olmazsa üçünde 5 günlük ceza da onaylanacak.

Disiplin cezalarına ilişkin yaptığım itirazlar savaş konseptine uyumlu biçimde sürmektedir. İnfaz hakimliği ve Ağır Ceza Mahkemesi verdikleri tüm kararlarda hukuka aykırı davranmakta verdiğimiz dilekçeleri inceleme gereği bile duymamaktadır. ACM’de kesinleşen kararlara ilişkin AYM’ye itirazda bulundum. Mahkeme sürecindeki yaşanan hukuksuzluklar yetmemiş olmalı ki, uygulama aşamasında devam ediyor.

Yasalar bile hücre cezaları uygulanacağı zaman hemen öncesinde tam teşekküllü hastanede uzman doktor tarafından muayene edilerek rapor hazırlanmasını zorunlu kılmasına rağmen yasalar hiçe sayılarak hücre cezasının uygulanmasına revir doktoru tarafından onay verildi.

12.05.2016 tarihinde 5 günlük hücre cezasının uygulanması için revire çıkarıldığımda verilen bu cezayı meşru görmediğimden muayeneyi kabul etmedim. Buna rağmen revir doktoru ben gelmeden önce sağlık dosyası üzerinden inceleme yaparak hücrede kalabileceğime kanaat getirerek raporu onaylamış.

Hücre cezası için götürüldüğümde kulak akıntım nedeniyle ilaç kullanmaya başladım. Ancak geçmedi ve kulağım şişti. 5 günlük hücre cezası bitip revire çıkarıldığımda revir doktoruna muayeneyi kabul etmeyip sürekli kaldığım hücreye döndüm. Bir gün sonra hakkımda disiplin soruşturması açıldığına dair tebligat yapıldı. Bu disiplin soruşturması sonucunda da 18 gün hücre cezası verildi. Karara ilişkin itirazda bulundum ama onaylanacağından eminim.

Hücre cezasının bitiminden sonra gözüm ve kulağım dahil yüzümün sol tarafı şişti. Hafta sonuna denk geldiğinden cezaevi doktoru yoktu. Hafta başı sağlıkçıyı çağırmamam rağmen gelmedi. 24.05.2016 tarihinde revire çıkabilme imkanı buldum. Beni muayene eden doktor gözümde enfeksiyon olduğunu söyleyerek ilaç yazıp gönderdi. Hastaneye sevk etme gereği duymadı. O doktor hukuk tanımadığını yüzüne söylediğim için bana 18 gün hücre cezası veren doktordu. Şimdi ben revir doktorunun yaptığı muayeneye veya muayene sonrası yazdığı ilaçlara nasıl güveneyim? Sağlığımızı emanet etmemiz gereken doktorlar bile savaş konseptine uygun davranarak, ettikleri hipokrat yeminlerini öldürülen insanlarımız gibi toprağa gömmekteler. (Cihat Özdemir)

Kemal Tufan ise konuyla ilgili şöyle düşünüyor: Son dönemlerde cezaevlerinde yaşanan ve artarak devam eden baskıların bir nedeni dışarıda devam eden savaş konseptinin içeriye yansıması, bir diğer nedeni de devrimci tutsakların kimliğinden, kişiliğinden, düşüncesinden ödün vermeyen örgütlü duruşudur. Sistem devrimci tutsakları teslim alamadığından, onların tabiriyle “topluma kazandıramadığından” keyfi uygulamalarla, cezalarla, sürgünlerle yıldırmaya çalışmaktadır.

Sistemin özelde devrimci tutsaklara, genelde adli hükümlü ve tutuklular da dahil tüm tutsaklara söylediği şu; uysal olduğun, biat ettiğin, tredmana uyduğun sürece seni ödüllendiririz, rahat edersin. Ama örgütlü durduğun, slogan attığın, kurallara uymadığın sürece “gözünün üzerinde kaşın var” diyerek sana her türlü cezayı veririz. Yani verilen cezaların hiçbir hukuki dayanağı yok ve keyfi bir şekilde uygulanıyor. Aynı keyfilik ve hukuksuzluk infaz hakimliğinde, ACM’de de devam ediyor.

Örneğin keyfi olarak verilen bir cezaya zaman aşımından dolayı yaptığımız itiraz Ağır Ceza Mahkemesinde kabul edildi ve ceza kaldırıldı. Aynı keyfilik ve aynı gerekçelerle aldığım başka bir cezaya itirazım da aynı Ağır Ceza Mahkemesince reddedildi ve onaylandı. Aynı ceza maddesinin iki farklı uygulaması olamayacağına göre ACM’nin bu yaklaşımının hukuki değil siyasi olduğunu söyleyebiliriz. Aldığım bu cezada yaşadığım olayı anlatınca cezaevi yönetiminin kararları nasıl hukuka aykırı ve keyfi aldığını daha iyi anlamış olacağız.

Kırıkkale cezaevine geldiğim ilk dönemler dişlerimdeki çürüklerden kaynaklı cezaevi doktoruyla görüşerek hastaneye sevk yaptırdım. Ve dört ay gibi uzun bir süre beklemek zorunda kaldım. Sevkim çıkıp birkaç kez hastaneye gitmeme rağmen doktorun kelepçeyi aşmamasından kaynaklı tedavi olamadım. Hastaneye üçüncü gidişimde dişlerimden birini çektirmeyi başardım. Doktora diğer dişlerimin akıbetini sorunca dişlerimden birinin çok çürümüş olduğunu, kendisinin çekemeyeceğini ve daha donanımlı bir hastaneye sevk ederek orada operasyonla alınması gerektiğini söyledi. Sevkim yapılan hastaneye gittiğimde de kelepçe sorunu yaşadım ve tedavi olamadım. Dişimin çürüğünün fazla oluşu damağımda iltihaplanmaya neden oldu. Tekrardan cezaevi doktoruyla görüşmeye gittim ve durumumu izah ettim. Doktor dişlerimi cezaevi revirinde kendisinin çekeceğini söyleyince şaşırdım. Tabi tam teşekküllü bir hastanede dişimi çekemeyeceğini söyleyen de doktor; olanakların sınırlı olduğu cezaevi revirinde dişlerimi çekebileceğini söyleyen de doktor. Ama ikisi arasında kişilik farkı olduğu çok açık.

Dişlerimin çekilmesi esnasında damağımda bir yırtılma oldu. Doktor dikiş atarak bir hafta sonra cezaevi revirinde dikişimi aldırmamı söyledi. Bir hafta sonra dikişi aldırmak için gittiğim cezaevi doktoru revirde olanakların olmadığını, dikişi alamayacağını, dişimi çeken doktora beni göndermesinin daha iyi olacağını söyleyince ben de kelepçe konusunda sorun çıkmayacağını düşündüğümden hem dikişi aldırır hem de dişlerimi nasıl yaptıracağımı konuşuruz düşüncesiyle kabul ettim.

Randevum olduğu gün hastaneye götürüldüğümde randevum olan doktora değil de başka bir doktor karşısına çıkarıldım. Doktor rahatsızlığımın ne olduğunu sorunca ben önce kelepçemin açılmasını istedim. Kelepçemi açtıramayacağını kabul edersem kelepçeli tedavi edeceğimi dedi. Yaptığının etik olmadığını kelepçemi açtırması gerektiğini söylememe rağmen açtırmadı. Ben de randevunun başka bir doktora olduğunu söyleyip cezaevi sağlıkçısını çağırtarak durumu düzeltmeye çalışırken arkada bulunan astsubay askerlere emir verip beni ringe götürmelerini emretti. Askerler beni sürükleyerek ringe götürürken tedavim engellendiği için “tedavi hakkımız engellenemez” sloganı attım. Ringe götürüldükten sonra sağlıkçıyı çağırıp neden karışıklık yapıldığını sorunca, istenmeyerek yanlışlık yapıldığını söyleyip özür dileyince ben de meseleyi büyütmeden kapattım.

Aradan sekiz gün geçtikten sonra beni kelepçeli tedavi etmeye çalışan doktor hakkında Kırıkkale Türk Tabipler Birliği’ne suç duyurusunda bulundum. Aynı gün cezaevi idaresi bana iki ayrı ceza vererek tebliğ etti. Bir aylık görüş yasağı ve bir aylık iletişim yasağı. Yasada olay olduktan sonra ceza verilecekse derhal ve en geç iki gün içinde tebliğ edilmesi gerektiğini söylemesine rağmen bana sekiz gün sonra ceza verdiler. Tamamen keyfi ve hiçbir hukuki dayanağı yok.

Aldığım ceza İnfaz Hakimliğinde görülürken, benim mağduriyet yaşadığımı, tedavimin engellendiğini, bu cezanın hukuki dayanağının olmadığını söylememe rağmen infaz hakimi ısrarla yasalara aykırı davranarak cezayı onayladı. Ağır Ceza Mahkemesine de aynı gerekçelerle itirazda bulundum. İtirazım reddedildi ve ceza onaylandı. Bu ay iletişim cezası uygulanıyor. Diğer ay da görüş cezası uygulanacak.

Sonuç olarak faşizm dün olduğu gibi bugün ve gelecekte de saldırmaya devam edecek. Önemli olan bizlerin duruşu ve bu saldırılar karşısında alacağımız tavır. Yaşamın her alanında örgütlü ilişkiler ayakta kalmayı başarabiliyor. Cezaevlerini de mücadelenin bir parçası olarak görüp, içeri ve dışarı bütünlüğünü sağlayarak kendi örgütlülüğümüzü geliştirerek diri tutmayı başarırsak o zaman saldırılara karşı koyarak etkisini azaltabiliriz. Aksi taktirde faşizan saldırır, biz direniriz. Başka da yol yok.

14/07/2016

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.