Barış Onay Yazdı: EGEMENLER BİZİ KARDEŞ ETMEZ

0
1902

Barış ONAY

Bir yandan “Kardeşleşmek istiyoruz!” derken, Gezi ile birlikte bu fırsat yakalandığında; Türkiye’nin emekçi, aydın, yoksul, Alevi insanlarıya, belki ulusalcı ama sistem karşıtı güçleri ile bir arada olmayı, hükümetle pazarlığa tercih edenler, bugün kardeşleşme adına bir şey kazandıklarını iddia edemezler.”

Türk ve Kürt halklarının kardeşleşmesi üzerinden ele aldık hep konuyu. Yakıcı sorunumuz bu olduğu için elbette… Zaten kardeş gibiyken düşman olduğumuz halklar Kürtlerle sınırlı olsa keşke, diyesi geliyor insanın içinden.

“Soykırım mıydı, değil miydi?” tartışmaları arasında adlarını, yaşadıklarımızı, anılarımızı silmemiz istenen Ermeniler de var geçmişimizde. Bugün, “Yaşanan bir soykırım değil, çünkü şu kadar insan öldü!”, “Soykırım olması için, şu kadar ölmesi gerekirdi!” diyen insanlar az değil. Ne kadar acı.

Balıkçılık öğrendiğimiz, mimarlık öğrendiğimiz, güzel süt sağmayı öğrendiğimiz “Kardeşim Yorgo”lardan düşman Yorgo üreten egemenlerin etrafımıza çizdiği görünmez ama çelikten duvarı kırmalıyız. Kırmalıyız ki, düşmanlaşmanın körelttiği gözlerimiz; yaşadğımız diğer yakıcı sorunlara da açılabilsin artık.

Ermenilerin katlini yalnızca sermaye birikimine zemin hazırlayan bir kıyım olarak göremeyiz. Ya da yalnızca tek bir ulus yaratma projesinin mağdurları da değildir Ermeniler. Ya da, tek başına emperyalizmin oyununa gelmiş azınlık meselesi de değildir meselemiz. Belki bunların tamamı, belki de tamamından daha fazlası.

Karadeniz’deki yerleşim yerlerinin isimleri de, Türkçeleştirilmeden önce Rumca, Ermenice, Gürcüce, Lazca veya Yunanca’da belirli bir anlamı olan isimlerdi.

Köyümün ismi, Türkçeleştirilmeden önce “Padara” idi. Ne anlama geldiğini hiç bilmedim. Antik Yunan döneminin imparatorluklarından olan Likya’da adı Patara olan (Bugünkü Antalya-Kaş) bir kent ve ismini kentten alan Patara Plajı ilgimi çekmişti. Yunanca’da “Çatı Katı” anlamına gelen Patara, acaba nasıl benim köyümün ismi olmuştu?
Karşı köyümüz Tepan, ileride Zuğa, Elevit, Kito, Samistal…

Dinlediğim Yunanca bir şarkıda Samistal ismini duyduğumda artık şaşırmadım. Yaklaşık bir yıldır burada yaşıyorum. Halklarımızın ortak olan o kadar çok değeri var ki, zaman zaman dostlarımla yaptığım sohbetlerde de söz ediyorum: hala Türkiye’de gibi hissediyorum kendimi! Tarhana’ya Tarxana, Ekmeğe Psomi (Somun) demeleri gibi, daha bir çok ortak yanımız var. Sert figürleri ile oynadıkları oyunlar zaten beni köyümde, düğünlerde hissettirken, kemençeyi ve horonu da gördüm kısa sürede. Ve her geçen gün yeni yeni şeyler işitiyorum: Baklava ve Rakı bizim kardeşlik nişanemiz olabilecekken mesela, kavga malzememiz yapıldı sürekli. Şimdi soruyorum kendi kendime: ortak olan bunca değer varken ortada; bu ortaklıklar üzerinden, yeniden, yeniden yaratılabilecek kardeşlik kime, neye hizmet eder? Düşmanlık kime?

Ülkelerimizde kardeşliği ve barışı esas alan iktidarlar kök salamadı malesef. Emperyalizmin kölesi olmayı kabullenmiş iktidarlar halklarımızı savaşlara, açlığa, işsizliğe sürüklediler. Bizlerin payına da düşmanlık düştü. Oysa Yunan sermayedarı ile Türk sermayedarı dostlar hala. Ülkelerimiz arasında bankacılık başta olmak üzere ticari faliyetlerini “kardeşçe” sürdüyorlar onlar. Ama bizlerin, “Büyük İnsanlık”ın yani, kardeş olması onların karına değil. Bizim düşmanlaşmamız, onların daha çok hastane yapmak yerine, bir tane daha uçak gemisi alması demek. Düşman olmamız demek, yeni iş sahaları yerine, daha çok savaş helikopteri, hücum botu demek… Onbinlerce Asyalı-Afrikalı göçmenin boğulduğu sularda, yalnızca savaş için var olan askeri varlık demek…

Bizim kardeşliğimiz ise, barış demek. Ve bu ciddi bir risk onlar için. Biz barışır da, zihnimizi başka yerlere yoğunlaştırırsak! Mesela KaçAK Saray’ın harcamalarına bakarsak bir… Yolsuzluklara, talana, ranta, işçi kanına dayanan sermaye düzenine bakarsak ya… Bu, onların kabusudur. Ve biz onun için on yıllarca, ortak ne kadar anımız, tatlılıklarımız varsa unutmaya mecbur kılındık. Dostluğumuzu değil, düşmanlığımızı söylettiler bize.
Tüm bunların tamamı, hala aynı ülkeyi, aynı toprakları paylaştığımız Kürtler için de geçerli değil mi?

Yoksulluğumuzu konuşmak yerine kimliklerimizi konuşmak zorunda kaldığımız günden beri egemenler kazanıyor. Egemenleri zaten tanıyoruz, onlar bildiğimiz gibi… İnkarı ve düşmanlığı hep ellerinde bir savaş aleti olarak tuttular, tutacaklar.
Ya cephenin bu yakası…(?)

Bir yandan “Kardeşleşmek istiyoruz!” derken, Gezi ile birlikte bu fırsat yakalandığında; Türkiye’nin emekçi, aydın, yoksul, Alevi insanlarıya, belki ulusalcı ama sistem karşıtı güçleri ile bir arada olmayı, hükümetle pazarlığa tercih edenler, bugün kardeşleşme adına bir şey kazandıklarını iddia edemezler.

Halklar arasındaki kardeşliğin egemenlerin lütfu ile sağlanamayacağını akılda tutmakta fayda olduğuna inanıyorum.

Onlar, yüzyıllardır bir taktiği hep kendi lehlerine kullanageldiler. Ve bu işte uzmanlar.
Sistemleri krize gömüldüğünde halkları birbirine kırdırarak, krizleri atlattıkları gibi, egemenliklerini de güçlendirdiler. Krizler, işsizlik, savaş, açlık ve ölüm getirirken, beraberinde halkarın öfkesini de getirdi her seferinde. Halkların öfkesinin sisteme yöneleceği anda patlak veren etnik çatışmalar, mezhep savaşları hep egemenler lehine sonuçlandı. Bu durum, coğrafyamızda hala dumanı tüten çatışmalar incelendiğinde net bir şekilde görülebilir.

Tüm bu olup bitenlerden haberdar olup, “Politika kitaplarda yazdığı gibi olmuyor!” diyerek, egemenlerle girişilen pazarlıkları açıklamaya kalkarsanız, size yalnızca gülmezler “abiler”im…

“Egemenlerin güdümünde ve kontrolündeki kardeşlik mi… Sizin olsun!” deyiverirler…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.