Haftanın Özeti

0
766

Haftanın özetine Türkiye’den gelişmeler ile başlayalım. Son günlerde emek mücadelesine damgasını vuran direnişler, mücadele edenlerin moralini yükseltiyor. Trendyol emekçileri, Yurtiçi Kargo çalışanları, Alpin Çorap direnişçileri, Hepsijet işçileri, Divriği’de madencilerin mücadelesi, Migros depo çalışanları… Sayılacak onlarca grev, onlarca direniş var. Her gün yeni bir yerden direniş haberi geliyor.

AKP’nin yarattığı Türkiye, halkın geçinemediği, yoksullukla cebelleştiği; üç kuruş tasarruf sağlamak için ucuz ekmek kuyruklarında soğuktan titrediği; elektrik faturalarının, doğalgaz faturalarının fahiş düzeylere ulaştığı bir Türkiye oldu. İnsanlar yoksulluktan kıvranıyor. Buna karşılık zenginler ise her geçen gün daha fazla zengin ediliyor. Servetlerine servet katan, kendi açıkladıkları verilerde şirketlerinin yüzde iki yüz, yüzde üç yüz büyüdüğünü belirten patronlar, emekçilere ise sefaleti reva görüyor, gülünecek düzeylerde zam açıklamalarında bulunuyor… Halk patronların vicdansızlığına da, derinleşen yoksulluğa da ses çıkarma eğiliminde. Enerji şirketlerinin önlerinde yapılan protestolar ve sosyal medyada yapılan paylaşımlar bunun en açık örneği. Kent Emekçileri Dayanışması da geçtiğimiz günlerde Kadıköy EnerjiSa önünde bir eylem düzenleyerek, yapılan zamları protesto etti. Eylemde, “#iadeediyoruz” ifadesiyle, faturalar EnerjiSa’ya bırakıldı. Halkın eyleme verdiği olumlu tepki, direnme potansiyelinin çok önemli bir göstergesidir.

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün “görevden af” talebinin kabulü, onun yerine eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın getirilmesi geçtiğimiz haftanın önemli konuları arasındaydı. Ekrem İmamoğlu, Gül’ün istifasını, kendi yemek görüntülerinin basına sızdırılması ile ilişkilendirdi. İmamoğlu verdiği röportajda, Gül’ün bu sızdırılma olayına karşı geldiğini belirtiyor ve “MOBESE olayı Abdulhamit Gül’ün kellesini aldı” ifadesini kullanıyor. Gül’ün yerine getirilen Bekir Bozdağ ise bakan olduğu dönemde yargının siyasallaşması ve Gülen cemaatinin yargıda örgütlenmesine göz yumması ile biliniyor. Konu hakkında yapılan çeşitli yorumlarda, AKP Cemaat ile anlaşmak için mi Bozdağ’ı yeniden Adalet Bakanı görevine getirdi, sorusu da soruluyor. Şimdilerde “genel af” konusu yeniden gündemde. Can Ataklı da, Bekir Bozdağ’ın bu nedenle Adalet Bakanı koltuğuna oturtulduğu yorumunda bulunanlardan.

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafında çıkarılan ve Resmi Gazete’de yayımlanarak faaliyete geçirilen “Basım ve Yayım Faaliyetleri ile İlgili Cumhurbaşkanlığı Genelgesi”, “medya faaliyetlerine yaptırım” genelgesi olarak değerlendirildi. İktidarın bu genelge ile “milli, manevi değerleri koruma” adı altında medyaya baskı oluşturma ve onu kontrol altına alma amacı taşıdığı açık. Genelgenin hemen ardından, çeşitli muhalif basın organlarının sitelerine erişim engeli getirildi. AKP’nin özellikle medya alanını nasıl baskıladığı, kendilerine muhalif tüm kuruluşları engellediği gözler önünde. Halkın gerçeklere erişimini engelleyen iktidar, istiyor ki tüm kanallarda, tüm sitelerde, tüm haber programlarında yalnızca kendi propagandası yapılsın, yalnızca Erdoğan ve AKP övülsün. Önümüzdeki süreçte seçim döneminin yaklaşmasıyla bu baskının daha da artacağı öngörülüyor.

IŞİD’in Türkiye’den sorumlu ismi “Ebu Usame el Türki” kod adlı Kasım Güler’in 15 Haziran 2021’de yakalanışının ardından “etkin pişmanlık” yasasında yararlandığı, bu yasa kapsamında itiraflarda bulunduğu ve savcılık soruşturmasının tamamlandığı DW’den Alican Uludağ tarafından haberleştirildi ve Kasım Güler’in itirafları arasında Alevilere, LGBTİ+ bireylere, Kılıçdaroğlu’na, İmamoğlu’na suikast planladıkları aktarıldı. Kasım Güler’in itirafları arasında ayrıca Ankara Gar katliamının, Suruç katliamının, Reina katliamının da IŞİD tarafından yapıldığı yer alıyor. AKP’li Davutoğlu’nun “bir grup öfkeli genç” tanımlamasında bulunduğu, eylemlerinin AKP’li gericilerce sempatiyle karşılandığı IŞİD’in Türkiye’de nasıl bu kadar rahat hareket edebilmiş olduğu ise herhalde soruşturulacak değildir. Bununla birlikte IŞİD’in Türkiye emirlerinden olan İlhami Balı’nın eşi ve bir dönem örgütün Türkiye sorumluluğunu yapan Mustafa Dokumacı’nın eşlerinin de aralarında olduğu 6 kadın hakkındaki yargılamada, bu kişilere ceza vermenin gerekli olmadığını düşünen mahkeme, kadınların “gönüllü teslim olduklarını” belirterek onları tahliye etti. Dokumacı’nın eşi Azerbaycan vatandaşı olan kadının polisin “canlı bomba listesinde” yer aldığı da biliniyor. Bu gelişme, Kasım Güler’in akıbetinin ne olacağı konusunda bizlere görüş sağlayabiliyor. Güler olur da bir süre sonra tahliye edilirse, şaşırmayız.

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyelerinin oyları ile seçilmiş Eğitim Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi ve İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi dekanlarının kayyum rektör Naci İnci tarafından görevlerinden alınması üniversitede tepkiyle karşılandı. Üniversitenin tüm bölümleri, yayınladıkları ortak açıklama ile bu görevden almaları protesto ettiklerini açıkladı. Görevden almaların hukuka da aykırılığının belirtildiği açıklamada, bu duruma derhal son verilmesi gerektiği ifade edildi. Bu arada bu üç dekanlığa, AKP’nin atadığı rektör ile rektör yardımcıları vekaleten kendilerini atadılar. Bu durum ile rektör Naci İnci ile rektör yardımcıları Gürkan Kumbaroğlu ile Fazıl Önder Sönmez koca üniversitede neredeyse tüm bölümlerin başına geçmiş pozisyona geldi. Sosyal medyada yayınlanan “Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Kurulu ve Dekanlar” listesinde tüm bölümlere yalnızca AKP’nin atadığı bu üç ismin resimlerinin konması, alay konusu oldu.

Gelelim dünyadan gelişmelere. Erdoğan Ukrayna ziyareti sonrasında Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky ile yaptığı ortak basın açıklamasında NATO yanlısı tutum takındı ve Kırım dahil Ukrayna’nın bütünlüğünü savunduğunu belirtti. Bilindiği üzere AB ve ABD tarafından yapılan enformasyon operasyonları ile sanki Rusya her an Ukrayna’yı işgal edecekmiş gibi bir algı yaratılarak NATO’nun gücü artırılmaya çalışılıyor. “Ukrayna’da her an savaş çıkacak” korkusunun yaratılması, bu ülkenin ekonomisinin dar boğaza sürüklenmesine yol açıyor. Bu algı operasyonu ile bir yandan Ukrayna NATO güçlerine daha çok bağlanıyor öbür yandan da dünyada Rusya sanki çıkacak savaşın tek sorumlusu olarak lanse ediliyor. Avrupa’da solun dahi bu yönde bir eğilimde olduğu belirtiliyor.

Portekiz’de yapılan erken genel seçimde Sosyalist Parti, hükümeti tek başına kuracak gücü elde etti. Başbakan Antonio Costa, “Mutlak çoğunluk, mutlak iktidar anlamına gelmiyor. Bu sonuç, ülkeyi tek başına yöneteceğimiz anlamına gelmiyor. Sorumluluğumuz daha da arttı” açıklamasında bulundu. Costa, Cumhurbaşkanı’nın hükümeti kurma görevini kendilerine vermesi durumunda, aşırı sağcı görüşleri savunan ve seçimlerde üçüncü parti durumuna düşen Chega hariç, tüm siyasi partilerle diyaloğa açık olduklarını belirtti. Portekiz’de Sol Blok ile Komünist Parti ve Yeşiller İttifakı’ndan oluşan Birleşik Demokratik Koalisyonu azınlık hükümetine dışarıdan destek veriyordu.

IŞİD’in lideri olarak bilinen Ebu İbrahim el Haşimi el Kureyşi’nin, ABD tarafından, Türkiye’nin kontrolü altındaki İdlib’de öldürüldüğü açıklandı. El Kureyşi’nin, Bağdadi’den sonra IŞİD’in başına geçtiği belirtilmişti. Kureyşi’nin ölümü sonrasında açıklama yapan ABD Başkanı Biden, “Bir korkak gibi ölümü seçti” ifadelerini kullandı. ABD’nin el Kureyşi’nin İdlib’de bir evde saklanıyor olmasını yeni fark etmesi pek mümkün gözükmüyor. İstihbaratı ile, Suriye ve Orta Doğu’da deyim yerinde ise “uçan kuştan” dahi haberi olan ABD’nin bu operasyonu IŞİD’in Heseke saldırısı sonrasında getirmesi, bunu bir “başarı” gibi lanse etmesi ilginçtir. Hatırlanacağı üzere daha önce yayınlanan Pentagon belgelerinde IŞİD’e Suriye’de Esad’ı devirmesi için yol verildiği, IŞİD’lilerin ABD’li askerlerce eğitildiği ortaya çıkmış ve bununla birlikte Trump, “IŞİD’i Obama kurdurdu” ifadelerini kullanmıştı. Trump daha sonra bu sözünü geri alsa da, gerçeği tüm dünya bilmektedir. Suriye, ABD’nin bölgede işgalci olarak kalmasını uzatmak için IŞİD’i yeniden canlandırmaya çalıştığını da belirtmişti. Heseke hapishanesine yapılan IŞİD saldırısından, hapishanede kalmakta olan IŞİD’lilerin de önceden haberinin olduğu, saldırı anında ayaklanma çıkarttıkları, kolayca mühimmat deposunu ele geçirdikleri gerçeği, Suriye tarafından iddia edilenleri doğruluyor gözükmektedir. Anlaşılan o ki ABD, biz buradan çekilirsek IŞİD yeniden canlanır, algısı yaratarak, emperyalist işgalini sürekli tutmaya çalışmaktadır. Bilindiği üzere Kürt güçleri de ne yazık ki ulusal çıkarlarını ABD’nin bölgedeki varlığına dayandıran bir tutumla Biden’dan “bölgede kalma sözü” aldıklarını sık sık vurgulamaktadır. Bölgedeki burjuva iktidarların Kürtlere haksızlık yaptığı açıktır. Gene de biz Kürt hareketinin emperyalist işgalin müttefiki olmasını doğru bulmuyor ve bu tutumun emperyalizmin Kürt halkı ile bölge halklarını birbirleriyle düşmanlaştırma planına hizmet ettiğini düşünüyoruz.

Dünyada ve ülkemizde emperyalizmin yol açtığı problemler gözler önündedir. ABD ve Batı’nın yarattığı “dünya” halklara savaş, kan, açlık ve gözyaşından başka bir şey getirmemektedir. Burada tutarlı bir anti-emperyalist tavır, önem teşkil etmektedir. Ne ABD’den ne de Batı’dan dünya halklarına hayır gelir. Ülkemizde ise AKP eliyle yaratılan sefalet düzeni günden güne teşhir olmaktadır. Erdoğan’ın mitinglerinde küçücük çocukları dahi siyaset malzemesi haline getirerek rakiplerine lanet okutması, kitlesine yuhalatması, onun sıkıştığının da göstergesidir. Gelişen işçi direnişleri halkın her biri AKP’nin işbirlikçisi olan patronlara karşı sesini yükselttiği güzel örneklerdir. Bu süreçte AKP’nin yarattığı düzene karşı mücadele olanakları hiç olmadığı kadar yüksektir. Gün kararlılık ve direniş günüdür.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.