Kemal’in Ordusu ve İmam’ın Ordusu tartışmasına

0
2069

Hamza Yalçın

“İmam’ın Ordusu tarafından yapılan 15 Temmuz darbe girişimini Kemal’in Ordusu önledi.” Bu tezi ordudan ihraç edilmiş ya da emekli olmuş bazı ulusalcı muhalif subaylar kullanıyor. İddiayı ele almanın Türkiye’nin geçmişine ve bugününe ışık tutacağına inanıyorum.

Orduda yetişmiş ve 70’li yılların ikinci yarısında orada çok özgün bir pratiğin geliştirilmesinde inisiyatif almış bir devrimci olarak ordudaki gelişmeleri bir ölçüde izlemeye çalıştım. Cemaat’in orduda yürüttüğü tasfiyeleri üzüntüyle takip edip bazı yazılar yazdım. Bunlardan birisi İspanya’da tutuklanmama gerekçe gösterilmişti. Ordunun iktidardan uzaklaştırılmasının işbirlikçi kapitalist sistemi daha istikrarsız hale getireceğine de dikkat çektim. Erdoğan yönetiminin Türkiye’yi etnik çatışmalar içinde parçalanmaya götürmekte olduğunu üzülerek gözlüyorum.

Şimdi 15 Temmuz darbe girişimi konusundaki “Kemal’in Ordusu” tartışmasına geleyim. Darbe teşebbüsünün Kemal’in Ordusu tarafından önlendiği iddiasının politik bakımdan getirileri vardır. İddia, ilgiyle okuduğum ve dinlediğim Emekli Amiral Türker Ertürk tarafından da dile getirilince bunu orduyu gericiliğe karşı Kemal’in Ordusu görmek özleminin ifadesi olarak anlıyorum. Bu özlemi günümüz Türkiyesinde saygıyla karşılarız. “Biz olmasaydık Cemaat ABD adına yönetime el koyacaktı” iddiası aynı zamanda kendisini “Kemal’in Ordusu” olarak gören ve onlara sempati duyanlara moral ve güven vermektedir. Nitekim bazı eski askerler videolarında ve yazılarında Cemaat’in darbe teşebbüsüne karşı nasıl direndiklerini anlatmaktadırlar. Dolayısıyla iddiayı ortaya atanlar hem orduda hem de toplumda dikkati çekecek, sempati elde edecek ve güçlenme imkanına kavuşacaklardır. İddiaya bu anlamıyla itirazım yoktur.

İddia ayrıca sahiplerine meşruiyet verir. Düne kadar devletin ordu, polis, yargı gibi kurumlarını büyük ölçüde ele geçirmiş, bütün etkili devlet kurumlarına sızma kabiliyeti geliştirdiği çok iyi bilinen, devletten bir türlü kazınamayan, Batılı güçlerle ittifak halinde olan, sol hareketin bir kesimini geçmişte manipüle etmiş ve bugün de manipüle etmeye çalışan Cemaat, mevcut muhalif güçler arasında AKP karşısında bir süredir en büyük tehdittir. Hem AKP ile yapışık hem de yasaklı Cemaat tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Ona karşı açık tutum ortaya koyanlar haliyle bir parça dahi olsa meşruiyet alanı ve biraz muhalefet izni elde edeceklerdir.

İddia AKP-Cemaat iktidarı önündeki utanç verici bozgunun acılarını hafifleten bir işlev de görebilmektedir.

Ne var ki iddianın taşıdığı sorunlar daha ilk bakışta kendisini göstermektedir. Çünkü hemen 15 Temmuz darbe girişimini hükümet tarafından yapılan gerçek bir darbe izledi. “Kemal’in Ordusu” o darbeye direnemedi. “Kemal’in Ordusu” ordunun, tümüyle Saray’ın hizmetine sokulacak şekilde, İhvan Ordusu durumuna getirilmesine de direnemedi. Darbenin ardından ordu Erdoğan’ın silahlı kuvvetleri olarak gitti, dincilerle birlikte Cerablus’u, Afrin’i ve Fırat’ın doğusundaki sınır bölgesini işgal etti. “Kemal’in Ordusu” buna da karşı koyamadı. Hatta “Afrin Kahramanı” olarak gösterilen komutanların basında Saray tarafından nasıl tasfiye edildiklerini okuduk.

Suriye’nin TSK tarafından şeriatçı güçlerle birlikte işgal edilmesi kamuoyuna Türkiye’nin toprak bütünlüğünü savunmak amaçlı gösterildi. Oysa söz konusu amaca uygun tek etkili önlemin Suriye hükümeti ile barışmak olacağı açıktı. Erdoğan ise Suriye devletinin boynuna daha çok basarak ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da öngördüğü Kürt çözümüne gayet etkili şekilde destek olmaya devam ediyordu. Üstelik PYD çekildiği bölgede petrol, tahıl, su vb. Suriye ekonomisinin can alıcı olanaklarını ele geçirdi. Afrin gibi geleneksel Kürt şehrinin er-geç Kürt hareketinin elinde olacağını tahmin ediyorum. Kürt hareketinin Türkiye’deki askeri ve politik gücü aynı süreçte ne denli zayıflamış olursa olsun Hareket uzun vadeli olarak moral bakımdan çok büyük güç kazanmıştır. İstisnasız bütün HDP Büyükşehir Belediyeleri kayyum tarafından gasp edilmiştir. Halk bunu kolay unutmaz.

Erdoğan yeniden örgütlediği orduyu, İdlib’de en azılı dinci güçleri desteklemeye memur etmiştir. Ordu Kemal’in Ordusu olsaydı ve Gülen Cemaati’ne karşı direnişe öncülük etmiş olsaydı muhakkak karşı koyardı. Türkiye’nin Libya’da, Somali’de vb. Müslüman Kardeşler’in askeri gücü gibi rol alması Kemal’in “Laik Türkiye” perspektifine kesinlikle aykırıdır.

Dolayısıyla kendisini Kemal’in Ordusu’ndan gören bazı güçlerin Gülenci darbeye karşı direndikleri ama ardından da tasfiye edildikleri düşüncesi akla daha yatkındır. Kaldı ki 15 Temmuz darbe girişiminin neresinden bakılırsa bakılsın önceden haber alınmış ve kolayca manipüle edilmiş olduğu daha ilk gününden belliydi. Sonradan gün ışığına çıkan gerçekler bu sezgimizi doğruladı.

TSK çok uzun dönemdir artık Kemal’in Ordusu değildir. Hatta Türkiye uzun süredir Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ndeki durumu yaşıyor: Ülkenin bütün kaleleri zaptedilmiş, ordusu ele geçirilmiş ve iktidarda ise çıkarlarını dış düşmanlarla birleştirmiş vatan hainleri ya da korkaklar bulunmaktadır. Kemal’in Ordusu olarak gösterilen güç gerçekte halkın Türkiye’sini değil en gayrı milli güç olan işbirlikçi sermayenin egemen olduğu düzeni koruyordu ve başında ABD’nin yer aldığı NATO’nun emrindeydi. Trump ne kadar İsa’nın, Suudi Krallığı ne kadar Muhammed’in yolundaysa Türkiye yöneticileri de o kadar Mustafa Kemal’in yolundaydılar.

Onlar Kemalizmin, en azından ulusal demokratik güçler adını verdiğimiz Sol Kemalizmin, Türkiye’de tasfiye edilmesiyle iş başına gelmişlerdi. ABD ile 1945 yılında yapılmaya başlanan gizli İkili Antlaşmalar ve 1952 yılında NATO’ya girilmesiyle Türkiye’de Kemalizmin tasfiyesi hızlandı. İslam nasıl Emeviler tarafından ele geçirilip Peygamber Muhammed’in bütün sülalesi kıyıma uğradıysa Kemalizm de benzeri kaderi paylaştı. Sovyetler Birliği’ne son darbeyi vuran Gorbaçov ve Yeltsin’in dahi son ana kadar kendilerini Leninist gösteriyor olmaları göz önünde bulundurulmalıdır.

Denizler ve Mahirler Türkiye’nin emperyalizme teslim edilmesine itiraz ederek devrimci olmuşlar ve oradan sosyalizm yoluna girmişlerdi. Biz 78’liler de onların ardından ve benzeri yolu izledik. Haksız değildik.

Türkiye’de 1971 askeri cuntası ile Kemalizm’e öldürücü bir darbe vuruldu. Kemalizm’i tasfiye eden ve ulusal demokratik güçleri ezen emperyalizmin işbirlikçileri Türkiye’nin milli çıkarları ve Atatürkçülük adına davrandıklarını iddia ettiler. İddialarını Kemalizm’i faşizm gören ezilen ulus milliyetçileri ile bir kısım sol, dinciler ve onlarla yakın liberaller destekledi. Ezilen ulus milliyetçileri, “Baştakiler Türklük ve Atatürkçülük adına davrandıklarına ve faşist olduklarına göre Kemalisttirler” şeklinde özetlenebilecek bir akıl yürütmeyle yaptılar bunu. Hainlerin Türk halkını ve Türk kimliğini emperyalizmin hizmetine vermiş olmalarını önemsemediler. Onlar Türk kimliğinin emperyalizmin hizmetine verilmiş olmasının yol açacağı risklerin farkında değillerdi.

Ordu tarafından tasfiye edilen bazı iyi niyetli emekli subaylar 2009-2013 yılları arasında AKP-Cemaat’in Kozmik Oda’ya girmesini de Türk ordusunun hayati sırlarının düşmana teslim edilmesi olarak ele alıyorlar. Bu iddiaya karşı bir televizyon tartışmasında (Tele1: Yüzyılın ihaneti: Kozmik Oda kumpası) çok ilginç bir yanıt Emekli General Haldun Solmaztürk’ten geldi. Solmaztürk Türkiye’nin dış istihbarata karşı koymakta genelde çok zayıf olduğunu, ikinci olarak ordunun sorularının daha önceden ele geçirilmiş olduğunu, üçüncü olarak ise ordunun Cemaat-AKP saldırısına karşı direnemeyişinin kolektif bir sorumluluk olduğunu belirtti.

Programdaki iddiaya göre 1952 yılında ABD eliyle kurulan kontr-gerilla Seferberlik Tetkik Dairesi yani kontr-gerilla 1990 yılında Soğuk Savaş’ın bitmesiyle birlikte ABD’den alınarak milli kuvvetlerin eline geçmiş ve kontr-gerilla olmaktan çıkmıştı. Bu iddianın doğruluk olasılığı düşüktür. Ordu demokratik güçlere karşı savaşın başını çekiyordu ve hala NATO ordusuydu. Kaldı ki eğer ordu NATO ordusu olmasaydı generaller ve subaylar amaçları apaçık bilinen AKP ve Cemaat’in önünde utanç verici bir şekilde kaçışmazlardı. AKP ve Cemaat’in arkasındaki gücün, ABD emperyalistlerinin olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ordu NATO ordusu olmaya devam ettiği gibi ayrıca Cemaat ordunun içine büyük ölçüde sızmıştı.

Bu kadarla bırakırsak haksızlık olacaktır çünkü 1990 sonrasında orduda değişik bir düşünce tarzının, ulusalcı bir mayalanmanın geliştiği de bir gerçektir. Bu ulusalcı gelişme ABD emperyalistlerini endişelendirmişti. Bir çok insan bu ulusalcı gelişmeye bakarak orduyu milli görmeye başladı. Halbuki ulusalcı mayalanma gerçekte çok zayıftı. Orduyu milliymiş gösteren 28 Şubat post modern darbesi dahi Erdoğan’ın yolunu açmaya hizmet etti. Daha önceden iki kez beraat ettiğim aynı davadan 28 Şubat sürecinde müebbet hapse mahkum edilmemi asla tesadüf görmüyorum. Generaller bizim gibi insanlara karşı kinle doluydu ve saf dışı edilmemizi nasıl sıkı sıkıya gözettiklerini yaşayarak biliyorum.

ABD’nin Türkiye ve Ortadoğu hakkındaki kötü tasarılarını fark eden generaller, “ABD galiba Türkiye’yi parçalayacak, bunu engellemek için ABD’yi Avrasya Bloku ile biraz dengeleyelim” düşüncesini bile devam ettiremediler. ABD emperyalistleri onları daha AKP gelmeden zorluk çekmeden etkisizleştirmişti. Erdoğan’ın önü açıktı.

Bu durumda 2009-13 Kozmik Oda operasyonu bile daha çok bir iç iktidar mücadelesiydi. AKP-Cemaat ittifakı orduyu son birimine kadar teslim almayı istiyordu. AKP-Cemaat iktidarının bu mücadelede ABD’den güç almış olması vatana ihanetten suçlu bulunmaları için yeterlidir. Ne var ki Kozmik Oda’yı elde tutan iradenin gerçekten vatansever ve Atatürkçü olduğu tartışmalıdır. Ordunun başındaki irade için vatan birinci öncelik değildi. Ne yazık ki sıradan subay da bu idealist anlayışla yetiştirilmiyordu. Sisteme uyum, rütbe ve terfi diye başka öncelikler vardı.

TSK içinde direnenlerin olmadığını iddia etmiyorum. Kuşkusuz oldu ve hala da vardır. Ama “Kemal’in Ordusu” kurumsal bir iddiadır. Mustafa Kemal’in görüşlerine katılmayabiliriz ama onun kendi yolundaki çetin direnişçiliği nettir. Atatürkçü geçinenlerde ve hatta en samimilerinde bile Mustafa Kemal’in mücadeleci ruhu eksiktir. Ordu onlarca yıl iktidarı elde tuttuğu halde kimse ülkemize olağanüstü zararlar veren “Kürt meselesi”ni çözmeye cesaret edemedi. Gençlerimizi birbirine kırdıran ve dış güçlerin müdahelesine olanak sağlayan savaş sürdürüldü. Buna da kahramanlık denildi. Generaller ve subaylar mevcut sistemi muhafaza etmeyi programlanmışlardı, onu değiştirmeyi düşünemediler. Terfilerini çok önemsiyorlardı. Çocukken okudukları Andımız’ın “Ülküm yükselmek ileri gitmektir” ifadesinde kaldılar. “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” demeye cesaret edilemedi.

Kemal’in Ordusu diye sunulan TSK; AKP ve Cemaat karşısında İlker Başbuğ’un sözleriyle Fenerbahçe kadar bile direnemedi. Dünyada emperyalizme karşı ilk başarılı kurtuluş savaşına ve Cumhuriyet’in kuruluşuna öncülük etmiş olan ordunun Cemaat’e ve Erdoğan’a teslim olacak kadar aciz duruma düşmesinin geçerli bir açıklamasının yapılması şarttır. Bu noktada 1975 yılında askeri öğrenciler olarak vardığımız düşünceyi hatırlıyorum: Ülkemizi savunacak ordu ancak bir halk ordusu olabilir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.