Koronavirüs ve emekçilerin gerçekliği

0
1331

Alişan İpşiroğlu

Koronavirüs öncesinde ülkemizde emekçiler üzerinde ağır şekilde hissedilen bir kriz vardı. İktidar her ne kadar bunu gizlemeye çalışsa da insanların hayatında bu her şekilde hissediliyordu. Evlerdeki ve insanların hayatlarındaki bu yangın nasıl gizleyebilirler ki? Emekçilerin çalışma koşulları ve ekonomik şartları ülkemizde büyük ölçüde dibe vurmuş durumdaydı. Şuan ise eskisinden daha kötü hale geldi.

Koronavirüs salgını insanlarda bir can telaşı yarattı. Halkın büyük çoğunluğu bir ay sonra ne olacağını düşünmeden haklı şekilde hayatta ve sağlıklı şekilde kalabilecek miyim, sevdiklerimi koruyabilecek miyim endişesi içindeler. İlerleyen günlerde karşımıza çıkacak gerçekliğe baktığımızda işsizliğin, çalışanların ücretsiz izne çıkartılmasının, esnek ve dönüşümlü çalışmanın ve halkın sırtındaki ekonomik yükün giderek artacağını görebiliyoruz.

Çoğumuz maalesef zor koşullar altında yaşıyoruz. Büyük çoğunluğumuz ise borçlu şekilde yaşamını sürdürüyor. Bu durum giderek daha da artacak gibi görünüyor. İnsanların evlerine, maaşlarına ve sahip oldukları diğer şeylere gelen hacizler sürekli yaygınlaşıyor. Arkası kesilmeyen bir borçlanma, çaresizlik ve umutsuzluk giderek artıyor.

Yine bu koşullar altında aile içi şiddetin artacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Şiddet ve gerilimler giderek yaygınlaşacak gibi görünüyor. Ülkemizde bir süredir intiharlar acı şekilde gündeme gelmeye başlamıştı. Bunun nerelere varacağını kestirmek gerçekten zor. Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, yaşanan bu gerilimler ile ve ekonomik zorluklarla birlikte sürekli artıyor. Sevgisizlik ve insanların bir birine yabancılaşması ise bu duruma tuz biber oluyor. Hayatlarımızın ıssız bir çöle çevrilmesi ve yaşamımızdaki bu yangının giderek büyümesi yine en çok insanların bir birine zarar vermesine yol açıyor maalesef.

Kapitalizm yarar sağlamadığı hiçbir şeye yaklaşmıyor. Her şeyi meta gözüyle görüyor ve insan ilişkilerini de metalaştırıyor. İktidarın ortaya koyduğu “biz bize yeteriz” kampanyası ile insanların kendi dertlerine kendilerinin çare bulmasını öğütlüyor. Toplumumuzdaki sorgulamayan insan özelliklerini yine insanları aldatmak adına en iyi şekilde kullanmaya çalışıyorlar.

İktidardakiler, iş adamları, halk ve devlet olarak bu süreçte aynı gemide olduğumuz mesajlarını sürekli vermeye çalışıyorlar. Bu vatanın gerçek sahipleri onlarmış gibi bütün zenginliklerden yararlanan yine her zaman onlar oluyor. Bize ise yalanlar, çaresizlik ve umutsuzluk kalıyor. İş yerlerimizde “biz bir aileyiz” yalanlarıyla olabildiğince sömürüye maruz kalırken, ülkemiz ölçeğinde ise “aynı gemideyiz” yalanları ile uyutulmaya çalışılıyoruz. Gerçekten de biz egemenlerle birer aile miyiz? Onlarla aynı gemide miyiz?

Virüs salgınının giderek yayıldığı bu günlerde büyük şirketler yayınladıkları reklam filmleri ile halka sürekli “birlikteyiz” mesajları vermeye çalışıyorlar. Emeğin, emekçinin, çiftçinin ve halkın yanında olduklarını sürekli söylemeye gayret ediyorlar. Halk için ne kadar yoğun bir çaba içinde olduklarını, insanlarla bir aileymiş gibi ilgilendiklerini iddia ettikleri reklam filmleri televizyon ekranlarında sürekli dönüp duruyor.

Evlerinde kahvelerini yudumlayarak müşteriler için çalışan banka personelleri, sağlık çalışanları ve diğer emekçiler için plaza ışıklarını yakıp söndüren büyük holdingler, vatan sevgisinde çok ileri gittiklerini söyleyen firmalar ve halka sağlıklı olmayı öğütleyen vitamin ürün markaları, arka fonda duygulu müzikler eşliğinde sürekli “lütfen evde kal” mesajları veriyorlar. Bu kötü koşulları bile halkın hislerini istismar ederek fırsata dönüştürmeye çalışıyorlar. Kapitalizmin insanların zor zamanlarında ortaya çıkan duygusal zorluklarını bile metalaştırmanın yollarını bulmaya çalışır. İnsanı uçurumdan aşağı iten ve ölü evine cenazeye giden insan ahlakı bile bu piyasa ahlakından daha hafif kalır.

Bu ülkenin zenginliklerine sahip olan küçük azınlıklar bu zorlu günlerde villalarında ve konutlarında hayatlarını sürdürüyorken milyonlarca insan hayatın en çaresiz hallerini yaşıyor. Milyonlarca emekçi için hayatın gerçek yüzü madencilerin sözlerindeki gibi “aşağıda ölüm, yukarıda ise açlık var” koşulları altında yaşanıyor. Fabrikalarda, inşaatlarda ve tüm çalışma alanlarında ölüm bir olasılık fakat aç kalmak ise şuan kesin bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle emekçiler için işsiz kalmak virüs salgınına yakalanmaktan daha korkutucu bir durum haline geliyor. 

Devlet ise her zamanki görevini yerine getiriyor ve salgın karşısındaki tüm önlem programlarını emekçileri korumak üzerine değil, işverenleri korumak üzerine kuruyor. Kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin ücreti, esnek ve dönüşümlü çalışma biçimlerinin altında hep sermaye çıkarları yatıyor. İşsizlik sigortasındaki birikmiş olan işçi kaynakları bile işverenleri korumak adına kullandırılıyor. Milyonlarca emekçi devlet eliyle işverenlerin merhametine terk ediliyor.

Şu sıralar çalışma alanlarında her zamankinden çok fazla hak gaspı yaşanıyor. Bunlara gasp demek bile artık hafif kalıyor. Emekçiler büyük bir kıyım ile karşı karşıyalar. Ekonomik açıdan, iş güvenliği ve işçi sağlığı açısından, yasal hakların ihlal edilmesi, izin haklarının gaspedilmesi ve zorunlu çalıştırılma gibi birçok adaletsizlikle boğuşuyorlar. Bir çoklarımız bu gasplara karşı tepkimizi gösterdiğimiz için baskı altına alınıyoruz ya da işten atılıyoruz.

Yayınlanan verilere göre ülkemizde günde 217 iş kazası yaşanıyor. Bunlardan dört tanesi ölümle, beş tanesi ise iş kazasına uğrayan çalışanların iş göremez hale gelmesiyle sonuçlanıyor. Türkiye’yi bu konuda Avrupa’da birinci sıraya getirdiler maalesef. Virüs salgını karşısında ise işçi sağlığı tamamen yerlerde sürünür vaziyette.

Kayıt dışı çalışan emekçiler ise korkunç bir kıyımla karşı karşıyalar. Kısa çalışma ödeneğinden ya da ücretsiz izne çıkartılan işçiler için günlük verilen küçük desteklerden dahi tamamen mahrum kalmış durumdalar. Onlar sadece salgın derdiyle değil açlık derdiyle de boğuşmak zorundalar.

Sendikalar bu süreçte hem çok etkisizler hem de iktidarla zaman zaman “sosyal diyalog” adı altında yan yana geldikleri için bugün emekçiler açısından o uzlaşıcı ilişkilerin acıları yaşanıyor. DİSK’in ekonomik altyapısı oluşturulmadan çalışanları greve çıkaracağını söylemesi kalıcı çözümler üretemiyor olduklarını görmemiz açısından önemli bir izlenim yaratıyor. Greve çıkartılan emekçilerin evlerinde kaldıkları süre boyunca karşı karşıya oldukları ekonomik zorlukları maalesef pek hesaba katılmıyor.

Muhalefetin sarayın giderleri üzerinden halkı etkilemek için yürüttüğü çabalar da benzer şekilde bu zorlu süreçte halkta pek karşılık yaratmıyor. Etkili çözüm önerileri ise pek geliştirilmiyor. Geliştirilse bile emekçi insanları ve halkı yanlarına alabilecekleri kararlı tutumlar maalesef sergilenmiyor. Yani emekçiler yine sahipsiz, dağınık ve çaresiz halde bireysel olarak hayata tutunma mücadelesi veriyor.

Bu zorlu süreç hepimiz üzerinde etkili izler bırakarak gittikçe derinleşiyor. Darboğazın eşiğine gelmiş milyonlarca insanın az da olsa hayata tutunabileceği olanaklardan dahi yoksun kaldığı günleri yaşıyoruz. Bu kötü gidiş daha da artacaktır. Sorunlarımız için mücadele etmeye her zamankinden daha fazla gerekçemiz var. Zorluklar içinde yaşıyor olsak da umudumuz her zaman güzel şeylerin gelişebileceğinden yana bizlere güç veriyor. Dayanışmaya, birliğe ve mücadele etmeye her zamanki gibi ihtiyacımız var.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.