MADRİD ZİRVESİ ŞOVU, İSVEÇ’İN TESLİMİYETİ VE GLADYO 

0
859

Hamza Yalçın

Avrupa ülkelerinin Rusya ve Çin’e karşı ABD ve İngiltere’nin peşinden giderek düpedüz kendi kendilerine zarar veriyor olmaları şaşkınlık uyandırıyor. İsveç ve Finlandiya ABD’nin en etkili olduğu Avrupa ülkeleri arasındadır. Bu yazıda önce Madrid NATO zirvesinde Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya üzerinden yaptığı gösterişe bakacağız. Ardından İsveç’in ABD politikalarına nasıl yedeklendiğini özetleyecek ve Gladyo örgütü hakkındaki sorumuza geleceğiz. 

Madrid şovu

Erdoğan, Madrid’de fiyaka yaparak Türkiye kamuoyunda güçlü lider havası yaratmak istiyordu. İsveç’le Finlandiya’nın NATO’ya girmesine itirazlar ileri sürerek kendisine ülkeyi savunan lider görünümü kazandırdı. Zirvede itirazını sürdüremeyip İsveç ve Finlandiya’nın müracaatlarını onaylarken tavizler almış, boyun eğdirmiş, gibi görünmeyi başardı. Geçim sıkıntısı ve gelecek endişesi içerisindeki halk Erdoğan’ın Biden’la, NATO Genel Sekreteriyle, başta Boris Johnson olmak üzere Avrupa liderleriyle çocukluk arkadaşları gibi senli-benli görüşmesini seyretti. Erdoğan onların hepsinden bir parmak daha yukarıda görüntüler vermeye çalışarak Türkiye insanının ve dünya Müslümanlarının Batılı emperyalistler karşısındaki ezik gururunu okşadı. Sonuçta Erdoğan muradına erdi.

Erdoğan’ın başarısı çok çürük bir başarıdır. Mesela zirve öncesinde ve zirvede Gülen Cemaati, PYD ve silah ambargosu konuları NATO toplantısında esas muhataplarına değil İsveç ve Finlandiya’ya karşı gündeme getirildi. Bilindiği gibi Erdoğan’ın terörist ilan ettiği PYD-YPG; ABD’nin Suriye’de stratejik müttefiki ilan ettiği politik ve askeri bir güçtür. Gülen Cemaati ABD’nin Ilımlı İslam projesinin temel parçasıdır. Fethullah Gülen 1999 yılından bu yana ABD’de ikamet etmektedir. Silah ambargosunu başlatan devlet de ABD’dir. Hatta ABD Türkiye devletinin F-35’lere yatırdığı paraları geri vermeyerek onu F-35 projesinin dışına çıkarmıştır. NATO toplantısında Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkeler dahi İsveç ve Finlandiya’nın muhatap olduğu eleştirilere fazlasıyla muhatap olması gereken ülkelerdir. Finlandiya ve İsveç liderleri, Biden’dan aldıkları talimat gereği, Erdoğan’a bu gerçekleri hatırlatmayıp sadece savunmada kalarak onun şovuna destek oldular. 

İskandinavya’ya bakacak olursak; İsveç ve Finlandiya liderlerinin NATO toplantısı öncesi süreçte ve toplantıdaki tutumları bu ülkelerin bağımsız devlet görünümüyle bağdaşmamaktadır. Liderler öncelikle NATO’ya üye olma başvurusu kararını ABD’ye boyun eğerek aldılar. İsveç’te iktidardaki Sosyal Demokratlar Kasım 2019 tarihli konferansta  bağlantısızlık politikasına devam etme kararı almışlardı. NATO’cular muhalefetteki merkez sağ parti başkanı Ulf Kristersson öncülüğünde seslerini yükseltirken; Başbakan Magdalena Andersson 25 Şubat’ta “NATO üyeliği düşünmüyoruz”, 8 Mart’ta “NATO’ya başvurumuz, Avrupa’yı daha da istikrarsızlaştırır” diyordu.  Savunma Bakanı Peter Hultqvist, 10 Mart’ta, “Görevde olduğum sürece NATO’ya katılmayacağız” demişti. Çok kısa süre sonra kararlarını değiştireceklerdi. 

İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini akla getirdi

İktidardaki İsveç sosyal demokratları NATO’ya girme kararını kendi partileri içinde bile sahici bir görüş yoklaması yapmaksızın aldılar. Hızlı bir şekilde gündeme getirilen parti içi sözde görüş yoklaması tepki yarattı. Partinin emektar isimlerinden Pierre Schori sürece itirazını ifade edenlerin başında geliyordu. İsveç’in 200 küsür yıllık şekli bağlantısızlık serüveni İstanbul Sözleşmesi’nin Erdoğan tarafından sonlandırılmasını hatırlatacak şekilde tepeden kararla sona erdirildi. Sosyal demokrat liderler “Bari halk oylaması yapılsın”, düşüncesini “Mesele halka danışılmayacak kadar hassastır” yaklaşımıyla geri çevirdiler. Halka danışılırsa Rusya’nın halkı kaldıracağını ifade ettiler. Rusya’nın “halkı kandırmasını” önlemek maksadıyla Rusya basınını yasakladılar ve Rus düşmanlığını aşırı bir şekilde körüklediler. Rusofobiye karşı çıkmaya cesaret eden Kajsa Ekis Ekman gibi tek-tük gazeteci işten kovuldu. Bu kampanya İsveç’te sadece ifade özgürlüğünü büyük ölçüde geçersiz hale getirmekle kalmayıp halkın NATO’culardan bağımsız düşünme yeteneğine ağır bir darbe oldu. 

Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö de 20 Mart’ta, “NATO’ya katılmamız, Avrupa’daki güvenlik durumunu olumsuz etkiler” demişti. İlkin Finlandiyalı yöneticiler teslim oldu. Finlandiya’daki politikacıların teslim olması İsveç  politikacılarının direncini iyice kırdı. Bu iki ülke son zamanlarda bir yandan NATO ile git gide daha çok yakınlaşırlarken diğer yandan da askeri alanda çok yakın bir işbirliği ile bağlantısızlık görünümü vermekteydiler. 

Aslında İsveç ve Finlandiya’nın ordu ve istihbarat gibi devlet kurumları zaten NATO’yu istiyordu. İsveç’in MSB (Toplum Güvenliği ve Seferberlik Kurumu) daha 2018 yılında bütün evlere dağıttıkları broşürle (Om krisen eller kriget kommer- Kriz veya savaş çıkarsa) ortada bir tehlike görünmezken halkı adeta savaşa hazırlamaktaydı. İsveç’in ekonomisinin Rusya ve Çin’den uzaklaştırılması doğrultusunda ise daha Trump döneminde yapılan ağır baskılar sonucunda ciddi adımlar atılmaktaydı. İsveç’in sahibi sayılabilecek bir ekonomik güç olan, silah ve elektronik endüstrisinde önemli yer tutan tekelci sermayedar Wallenberg ailesi bu konuda ikna edildi. ABD hükümeti Finlandiya’nın uçak filosunu, İsveç devleti ve Wallenberg sermaye grubu (SAAB) işbirliğiyle üretilen JAS uçaklarıyla değil F-35’lerle yenilenmesini sağladı. Böylece hem Wallenbergler sıkıştırılmış hem de İsveç’in askeri sanayi alanda bağımsız gelişme potansiyeline ve Finlandiya’yla birlikte yürütülmeye çalışılan bağlantısızlık politikasına bir darbe daha vurulmuştu. Wallenber ailesine ünlü Ericsson şirketi konusunda ve diğer alanlarda da ayar çekilmişti. İsveç ordusu zaten NATO-ABD-İngiltere ile yapılan işbirliği süreçlerinde ikna edilmişti. İsveç ile Finlandiya 1994 yılında Barış İçin Ortaklık adı altında NATO’yla daha yakın işbirliğine girdiler. ABD Afganistan’ın, Irak’ın, Libya ve Suriye’nin işgalinde İsveç’i peşinde sürükledi. İsveç ordusu ABD’nin istekleri doğrultusunda 2014 Meydan Darbesi sonrası Ukrayna ordusunu eğitmeye başladı. İsveç Ukrayna’ya mali yardımda önde gelen ülkelerden birisi oldu. Son yıllarda İsveç’in kuzeyine yapılmaya başlanan yoğun sanayi yatırımlar da Çin’i Avrupa pazarından dışlama varsayımını akla getiriyordu. Çin ile ticaretin yasaklanmaması halinde İsveç’in özellikle bateri alanındaki yatırımlarının dünya pazarında tutunmasının zorluğu ortadaydı. 

İsveç ve Finlandiya yetkililerinin NATO’ya katılma konusundaki fikirlerinin hızla değişmesi akla şantaj ihtimalini de getiriyor. ABD’nin İsveç, Finlandiya ve Avrupa ülkeleri üst düzey politikacıları ve şirket yöneticilerini Danimarka vasıtasıyla gözetlediği skandalı İsveç ve Avrupa basınına yansımıştı. Bu kuşku Avrupa’nın diğer politikacıları ve şirket yöneticilerinin garip davranışlar için de aklımıza gelmektedir.

Sonuç olarak İsveç’in ve Finlandiya’nın NATO’ya girme müracaatı Rusya tehlikesi nedeniyle değil ABD’nin isteği ve dayatmasıyla alındı. Buna rağmen basın tarafından yoğun propagandayla korkutulan İsveç ve Finlandiya halkı ABD-İngiltere-NATO’yu Rusya’ya karşı sırtını yaslayacak kale görmektedir. 

İsveç’in NATO’la geçmişi, Palme’nin öldürülmesi ve Avrupa’da son süreç Gladyo örgütüne mi işaret ediyor?

İsveç’in NATO ile ilişkileri aslında daha ittifakın kuruluş yıllarına dayanmaktadır. Dönemin sosyal demokrat iktidarı NATO ile gizlice anlaşma yaparak ittifakın şeklen dışında gerçekte ise bir biçimde içinde yer almıştı. Gene de İsveç’in bağlantısızlık politikası halk tarafından ciddiye alınmaktaydı. Hatta Başbakan Olof Palme’nin 1986 yılında öldürülmesi ile NATO arasında ilişki kurulmaktadır. Palme öldürülmeden önce yaptığı 1 Mayıs konuşmasında İskandinavya’nın nükleer silahlardan uzak tutulması politikasını savunuyordu. 

İsveç hükümetinin NATO’ya teslimiyeti karşısında İsveç liberal solunun tepkileri çok ilginçtir. Gerek Ukrayna krizi günlerinde gerekse kriz savaşa dönüştürüldükten sonra liberal sol İsveç’teki Amerikancı kampanyaya ses çıkar(a)madı. Hatta onun bir parçası haline geldi. Savaş başladıktan sonra Sol Parti bile Ukrayna’ya silah gönderilmesi kararını destekledi. Ukrayna hükümeti yanlısı kampanya, kamuoyunun NATO tarafından teslim alınmasını amaçlıyordu. Ukrayna’yla dayanışma adı altında yoğun propaganda ve dezenformasyon yoluyla kamuoyu ele geçirildikten sonra Sol Parti’nin NATO’ya katılmaya itiraz etmesi anlamsız hale gelecekti. Atı alan Üsküdar’ı geçmişti. O saatten sonra bir kısım Sol Partililer bile NATO yanlısı olmaya başlayacaktı. 

Rusya’ya karşı Batı daha Belarus krizi döneminde birleşmişti. Batı’nın Belarus’ta rejim değiştirme operasyonları Batılı medyanın tek elden propaganda ve dezenformasyon yaymasını geliştiren bir rol oynamıştı. Belarus lideri Lukaşenko   inisiyatifli davranarak Batılıların darbe girişimini önledi. Korona süreci de Batılı medyanın halkı manipüle etme kapasitesini geliştirmişti. Ukrayna krizi Batılı medyada tek elden propaganda ve dezenformasyonu iyice derinleştirdi. Savaş başladıktan sonra ise Batılı medyadaki propaganda ve dezenformasyon çılgınlık sınırlarına ulaştı. Savaşın ilk günlerinde İsveç’teki bu propaganda dezenformasyonu yazmıştık (Odak, 26 Şubat 2022). 

Bugün İsveç’te Erdoğan eleştirisi de NATO’cu bir anlayışla yapılıyor. Erdoğan bundan çok memnun olmalıdır çünkü yapılan saldırılar milliyetçiliği kışkırtarak Türkleri ve Müslümanları Erdoğan’dan yana tavır almaya teşvik etmektedir. Ukrayna’daki savaşın asıl sorumlusu olan ABD ise İsveç’te adeta barışın garantisi konumundadır. Liberal sol neredeyse Biden’ın Erdoğan’ı NATO’dan atmasını talep edecek. Oysa dünyada Biden’dan daha saldırgan, daha savaş yanlısı siyaset izleyen insan yok. YPG yanlılarının NATO eleştirisi ise “Türkiye’yi NATO’dan atın yerine bizi alın” yaklaşımına çıkmaktadır. 

Ukrayna savaşı bize Avrupa ülkelerinin durumunu gösterdi. Avrupa ülkelerinin ulusal çıkarları Rusya ve Çin’le ticari ilişkilerini geliştirmeyi gerektirdiği halde ABD onları engelliyor. Bu yüzden Avrupa ülkelerinin gelişmesi baltalanıyor. ABD onları savaşa sürüklüyor. Bu ülkeler ekonomik, askeri, politik ve kültürel bakımlardan ABD’ye çok bağımlıdırlar. NATO bu ülkeler üzerindeki ABD egemenliğinin en önemli araçlarından biridir. 

Avrupa’nın Rusya ve Çine’e bağımlılıktan kurtulması edebiyatı aslında Avrupa’nın gelişme olanaklarını ABD tarafından tırpanlaması ve böylece ABD’nin Avrupa’daki egemenliğini artırması içindir.

Yaşadığımız süreç Gladyo sorununu akla getiriyor. Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte Avrupa ülkelerinin Gladyo örgütlerini tasfiye ettiği belirtilmektedir. Bilindiği üzere Gladio Komünizmin ve anti emperyalist hareketlerin gelişmesine karşı 26 Kasım 1956 yılında kurulmuş bir emperyalist iç savaş örgütüdür. Gladyo’nun Komünizmi önleme adına esas amacı, Batılı tekelci sermayenin egemenliğinin dünyada yayılması oldu. Gladyo dünyada Batı egemenliğini kurarken sadece bağımlı ve sömürülen ülkelerde değil Avrupa ülkeleri üzerinde de ABD’nin egemenliğini kurdu, korudu ve geliştirdi. Şimdi yaşananlar Gladyo örgütünün Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte tasfiye edildiği görüşünü sorgulamaktadır. Eğer Fethullahçıları Gladyo görüyorsak o zaman Sorosçu renkli devrimler ve Arap Baharı adı verilen kanlı süreçler, Ukrayna’daki 2014 Meydan darbesi ve sonrasında geliştirilen faşist hareketler ve sosyalist hareketlerin Sorosçu çizgiye çekilmesi ABD emperyalizminin egemenliği yolundaki Gladyo operasyonları görülemez mi? Bu durumda Gladyo örgütünün tasfiyesi muhtemelen önümüzdeki süreçte gündeme gelecektir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.