Papatya Memduh, Devrimci Balet, Bizim Deniz – İnönü Alpat (muhalif.com.tr)

0
785

Hak edilmeden kazanılan puanları, kötü oynayarak alınanlara tercih edenler maçları yorumlamaya devam edebilir. Yüreğimiz bu kötülüğü kaldırmıyor artık; kaldıranların sadece olan biteni izleyenler olmadığını, işe koşulanlar hanesine ismini çoktan yazdırdığını biliyor ve işimize bakıyoruz.

Bugünkü işimiz, Fenerbahçe tarihinin az bilinen futbolcularından Memduh Eren. Neden az bilinsin ki, nihayetinde çubuklu formayı sırtına geçirenlerin kalbimizin bir köşesinde mutlaka yeri vardır.

Bu yazı, o yerin yeterli olmadığına kanaat getirilmesinin neticesinde kaleme alınmıştır.

Sadece 1946-47 sezonunda Fenerbahçe formasını giyen, sakatlanarak yeşil sahalara ve çubukluya erken veda eden Memduh Eren’i, tam ismiyle Memduh Baki Eren’i neden görünür kılmak gerekiyor?

Ahde vefadan mı? Yoksa şahsına münhasır olmasından mı? Belki de. Türkiye devrimci hareketinin simge isimlerinden Deniz Gezmiş ve Aydın Erol’la akrabalığı mı beni itti yazmaya, yoksa futbolculuğunun yanı sıra hekimliği mi, politik kimliği mi, bilemiyorum.

Bildiğim bir şey var.  Zamane topçularını anlatmaktan ziyade eskileri hatırlatmayı yeğliyorum. Başarı için her yolun mubah sayıldığı günümüzü değil, kalben top oynandığı yılları anlatmayı seviyorum. Bunun öylesine bir tercih olduğunu düşünen olursa yanılır, başta söyleyeyim.

Hiç kimsenin bağlılığını sorgulamak haddime değil ancak namı diğer “eski Türkiye”de Fenerbahçe’nin bariz üstünlüğüne bakıp kalben bağlılık yarışında en önce ipi göğüslediğini dikkate sunuyorum.

Can Yücel tarafından yazılan “Bizim Deniz”, o zamana kadar ve hatta tüm zamanlarda Deniz Gezmiş ile ilgili ne yazılsa etkisiz bırakacak ihtişamda bir şiirdir. Can Yücel’e göre Deniz Gezmiş ipi en önce göğüslemiş ve o mertebeden bir daha inmemiştir. Deniz Gezmiş, o şiirden sonra “Bizim Deniz” namıyla anılmıştır.

Namı diğer faslında bir başka isim daha bulunmaktadır. Memduh Eren, yani namı diğer Papatya Memduh. Deniz Gezmiş namını Can Yücel’den almıştır. Memduh Eren ise kendi göbeğini kendi kesmiştir.

Anlatayım. Memduh Eren Beykoz ve Göztepe formasını giydikten sonra Fenerbahçe’ye transfer edilir. Sol açıktır. Zamanın afili delikanlılarındandır; saçı ve bıyığı bunun kanıtıdır. Kaderin cilvesi mi yoksa yoksulların temennisi mi bilinmez sakatlanır ve futbolculuk hayatı sona erer. Tıp fakültesine girer. Nöro-psikiyatr olur. Kulüple ilişkisini kesmez. Genel kurullarda hararetli konuşmalarıyla dikkat çeker. Birkaç kitabı yayınlanır bu dönemde. Yoksullardan ücret almaz, memleketinden okumaya gelen yoksul çocuklara kol kanat gerer. Devrimci çevrelerle ilişkilidir. 12 Mart döneminde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını bir süre saklar, onlara para yardımı yapar. 12 Mart döneminde gözaltına alınır, Ziverbey Köşkü’nde işkenceden geçer. “Bomba” davasının sanığı yapılır. İlginç bir savunma stratejisi izler. Tabii ki iddiaları reddeder. Heyete, onun Papatya Memduh olarak nam salmasına neden olan olayı anlatır. Bir maç sırasında sol açıktan ceza sahasına aktığında santraforun boşta olduğunu görür. Pas verse gol gelecektir. Ama yapmaz böyle. Pozisyon kaçar. Maçta sonra takım arkadaşları hesap sorar. Pası atacağı zeminde birkaç papatya gördüğünü, onlara zarar gelmesin diye vazgeçtiğini söyler. Devam eder savunmasına, “Papatyaları dahi ezemeyen ben, nasıl olur da bomba atabilirim?” Zaten dayanaksız olan yargılama beraatla sonuçlanır. 1923’te doğan Memduh Eren 1997 hayata veda eder.

Namı diğer mi namı değer mi; her ikisi de belki…

“Papatya Memduh”, “Bizim Deniz”in bir kuşak önceki dayısıdır. Deniz Gezmiş’in bir kuşak sonraki kuzeni ise namı diğer “Devrimci Balet” Aydın Erol’dur.

Aydın Erol 1956 Erzurum doğumludur. Ankara Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi Bale Bölümü mezunudur. Bir dönem İstanbul Devlet Konservatuarı’nda balet olarak sahne alır. Aile geleneğinin taşıyıcılarındandır. Devrimci saflarda yer almak için tereddüt göstermez. Dev Genç ve Devrimci Yol içerisinde aktif rol alır. 12 Eylül sonrası yurtdışına çıkar. Ülkeden çıkarılacak militanlara sahte pasaport ayarlanmasından Suriye sınırından geçişe kadar pek çok işi üstlenir. Devrimci Yol tarafından gerçekleştirilen korsan radyo yayınını örgütleyenler arasındadır. Anlatalım… 1982 yılında televizyondaki akşam haberlerinin sesi birden kesilir. Bir ses devreye girer. “Burası Özgürlüğün Sesi Radyosu, Size Devrimci Yol Savaşçıları sesleniyor.” Bu sesin sahibidir. 24 Ekim 1987’de Almanya’da iki sol grup arasında çıkan arbede sırasında kendi arkadaşının silahının yanlışlıkla patlaması sonucu hayatını kaybeder.

Ankara Karşıyaka Mezarlığında toprağa verilen Devrimci Balet Aydın Erol’un arkasından şair Akif Kurtuluş duygularını kâğıda döker. Şiirdeki “Yavuz” odur. Devrimci Yolcuların Yavuz’udur çünkü o.

“Kendim bile inanmıyorum söylediklerime/ Olsun!/ Daha fiyakalıdır silah sesinden/ Kirpiklerini birbirine vururken çıkardığın gürültü/ Bir tırnağın büyüme hızı, daha yakışıklıdır/ Şakağını bulan merminin telaşından/ Sen bir meddah gibi geçerken çıkış kapılarını/ Belki bir hışırtı kalır çekidüzen verilmiş pasaportlardan/ Hatırlanır o zaman akla sakar, kalbe şamatacı biri olduğun/ Hatırlanır, aşk kadar ayrılığa da bir borcumuz kaldığı/ Unutulur ama: Altıotuzbeşlik bir alınganlıktır hayatımız/ Gövdeyle çeliğin buluştuğu yerde, kimsenin gücü yetmez/ ‘ayağı kaydı sadece!’ demeye, çünkü ‘kırılacak eşya’dır/ dürüstlük/ seni ve mücadeleni unutmayacağız demekten fırsat kalmaz/ burkulan bileğini ovmaya benim sevgili kardeşim/ nasılsa kimse görmez sevgili kardeşim diyen ikiyüzümü/ belki ben de zaman kazanırım böylece/ ölümüne acıklı bir rötuş yapmaya/ artık tek bir belge kaldı elimde bunları kanıtlamak için: doğum günlerinde haylazlık yapan bir çocuk/ ilk dönem iftihara geçmiş, yine de velisinin imzasını atıyor karnesine/ bakıyorum o da yetmiyor, yakamıza iğnelenmiş resminde/ her gün saçının bir parmak uzadığını anlatmaya/ çünkü zordur bu şehirde kanla şakalaşmanın bedelini anlamak/ yatak odalarına bir demet nergisle girmek/ yazık ki vicdanıdır çiçek tarlasını unutmanın/ gaz uçtu, bütün negatifler yakıldı, düşlerim çalındı/ duygularımı yeniden düzenlemek üzere yola çıkan müfreze/ nehri geçmiş olmalı, son karakol da düştü, acele etmeliyim/ toprağı bol Karşıyaka! Şımarık altona!/ Bu belki de son yayındır/ Kuyruğumdaki zehirden umar yok, bağışıklık kazandım/ Siyanüre de/ Yerimi saptadılar, bütün yollar tutuldu, birazdan burda olurlar/ Saf Ankara! Şımarık İstanbul!/ Henüz radyo ele geçmeden haykırıyorum: Ne yavuz ölümdür, ne mermi yılmaz/ Unutulsun sesim de, yırtılsın bir bir resimlerim/ Ben Yavuz’u isterim/ Ben Yavuz’u isterim/ Ben Yavuz’u isterim.”

Yavuz’u, Deniz’i, Memduh’u geride bıraktık. Emin olun, “Yeni Türkiye’nin” insanına, futboluna alışmaya falan çalışmıyoruz; bu mümkün değil, bu yüzden efkârlıyız. Her seferinde onları daha fazla özlediğimizi hissediyoruz; bu yüzden kahırlıyız. Özlemden burnumuzun direği kırılıyor yalan yok. Burnumuzun direği kırılıyor ama kırana kırmızı kart gösteren yok. Bunun şaşkınlığı ve kızgınlığı içerisindeyiz. Epeydir ruh halimiz böyle. Ne diyelim, önümüzdeki maçlara bakacağız.

Kaynak: muhalif.com.tr

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.