Şili’de her şey yeniden…(*)

0
363

GÜRAY ÖZ

Viktor Jara’nın kırık parmaklarıyla çaldığı gitarın sesini mi duydunuz gecenin içinde? Neruda, Nazım’a seslendi de onun şiirini mi okumaya başladı; “kurşun eritmeye” mi çağırdı Şili halkını yeniden?

Heyecanı sesinin tonuna yansıyan konuşmayı, küçük radyomuzun sesini fazla açmadan, kaygıyla dinliyorduk. Konuşmayı herkes duysun isterdik, istiyorduk aslında. Ama koşullarımız elvermiyordu. Kısa bir süre önce Sansaryan’da başlayan Selimiye Kışlası’na oradan Maltepe Askeri Cezaevi’ne uzanan sıkıntılı bir yolculuğu yeni bitirmiş, yeniden ele geçmemek için direnen kapatılmış İşçi Partisi’nin, Fikir Kulüpleri’nin üyeleri, üniversiteli gençlerdik; illegal değildik, çünkü illegal olanlar, evrensel insan haklarını hiçe sayanlardı, darbecilerdi; ama bizim yeraltının koşullarına dikkat etmemiz gerekiyordu. O nedenle derin bir acıyla, hüzünle dinlediğimiz o konuşmayı satır satır yazarak herkese, herkese, herkese ulaştırmaya söz verdik, başardık da sonunda. İki yıl önce her şeye el koyan faşizmin baskısından zulmünden çekmiş ve çekmekte olan ülkenin çocuklarıydık çünkü biz de. O konuşma zorbalığın başarı kazandığını anlatıyordu. Peki, kısa bir süre önce parlayan, tüm dünyayı, belki de en fazla bizi etkileyen umut ışığı sönüyor muydu yani şimdi. Hiç umut kalmamış mıydı, darbe yenilmez miydi? Küçük bir ışık olsun yok muydu?

O her zaman hüzünlü eylül ayının 11’iydi, “Sözlerim sizedir işçiler” diyordu o ses, “Bu tarihi dönemeçte, halka olan sadakatimin bedelini hayatımla ödeyeceğim. Ve onlara, binlerce Şililinin tertemiz vicdanına serptiğimiz tohumların kuruyup gitmeyeceğinden şüphem olmadığını söyleyeceğim. Güçlüdürler ve bize üstün gelecekler, ancak toplumsal dönüşümler ne suçla ne de güçle bastırılabilir. Tarih bizimdir, tarihi toplumlar yapar” diyordu. “Size sesleniyorum, ülkemin mütevazı kadınları, bize inanan köylü kadınlarımız, çocuğunu esirgediğimizi bilen anneler… Size sesleniyorum Şili’nin fikir işçileri, kapitalist toplumun avantajlarından bahsedip duran meslek örgütleri ve sendikalar tarafından yaratılan kargaşaya karşı çalışmaya devam eden yurtseverler… Size sesleniyorum, ülkemin gençleri, öğrencileri, şarkılarını söyleyenler, bize neşelerini ve mücadele ruhunu verenler… Size sesleniyorum Şili’nin insanları, işçiler, köylüler, aydınlar… Ülkemizde faşizm saatlerdir iş başındadır…”

“El pueblo unido…”

Şili’nin seçilmiş Başkanı Salvador Allende, Hava Kuvvetleri’nin vericilerini bombaladığı Magellanas radyosundan son kez konuşuyor, Moneda Sarayı’nda direneceğini açıklıyor, yanındaki bir avuç yoldaşıyla darbecilerle savaşmaya ve ölmeye hazırlanıyordu. Salvador Allende bize de sesleniyordu aslında. Biz de üç yıldır generaller cuntasının zorbalığı, baskısı altındaydık, cuntanın adı konmamış faşizmiyle mücadele ediyorduk. Biz de yenilmiştik ve biz de yeniden ayağa kalkacağımıza inanıyorduk. Daha sonra coşkuyla söylediğimiz artık bizim de olan “Venseremos”la “El pueblo unido jamas sera vencido”yla, Neruda’nın şiirleriyle sürecekti Allende’nin direnişi. Teslim olmayacaktık biz de. “Teslim olmayacağım!” diyordu Allende, “Bu tarihi dönemeçte, halka olan sadakatimin bedelini hayatımla ödeyeceğim” diye sesleniyordu “Ve onlara, binlerce Şililinin tertemiz vicdanına serptiğimiz tohumların kuruyup gitmeyeceğinden şüphem olmadığını söylüyorum” diyordu…

Allende geride büyük bir kalıt bırakarak Moneda’da öldü. Faşizmin koyu karanlığı tüm ülkeyi sardı, binlerce Şilili faşist General Pinochet’in askerlerinin kurşunlarıyla katledildi. Şili’nin şarkıcısı, ozanı Victor Jara’nın parmaklarını bir daha gitar çalamasın diye kırdılar, sonra da öldürdüler halkın ozanını. Şili’nin Şairi Pablo Neruda da daha fazla dayanamadı halkının acısına. Ama o şarkı, o şiir tüm dünyaya yayıldı. Yine de diktatör Pinochet ülkesini 19 yıl karanlıkta bırakmayı başardı. Bunun temel nedeni darbeyi planladığı belgeleriyle ortaya çıkmış olan ABD’nin Şili’yi neoliberal politikalar için bir tür laboratuvar olarak görmesiydi denilebilir. Neoliberal ekonomi politikalarının mucidi ve isim babası Friedmann’ın uygulama alanıydı Şili. Monetarist politika halkı sıkarak, suyunu çıkararak ekonomiyi düzeltme politikasının sonucu halkın isyanı oldu.

“Tulu-u haşre kadar sürmez geceler”

Zaman insanlar için kimi zaman uzun kimi zaman da kısadır. Halka uzun gelen bu 19 yıl Pinochet’ye kısa geldi. Kısa geldi çünkü başına geleceklerden hep korktu. Bu nedenle kendini ömür boyu senatör ilan etti. Korkusu yalnızca kendi halkından değildi, işkenceciliği kanıtlanmış diktatör, tüm dünyanın kendisi için bir hapishaneye dönüşebileceğinden korkuyordu. Korktuğu başına geldi. 1998’de tedavi için gittiği Londra’da İspanyol vatandaşlarının öldürülmelerinden sorumlu tutan İspanya’nın talebi üzerine tutuklandı. 16 ay Londra’da ev hapsinde tutuldu. İngiltere darbeci generali 16 ay sonra sağlık durumunun yargılanmaya elverişli olmadığı gerekçesiyle serbest bıraktı. Döndü ama ona çok kısa gelen zaman artık bitmişti. Yine de yargılanmadan ölüp gittiği için şanslı sayılmalıdır. Şili halkının Pinochet döneminin siyasi baskılarının ve monetarist politikaların yarattığı yıkımı gidermesi kolay olamıyor.

Pinochet Anayasası’nın kaldırılması yerine demokratik insan haklarına saygılı ülkenin yerlilerinin, kadınların haklarını güvenceye kavuşturacak anayasa değişikliğinin referandumda reddedilmesinin pek kötümser yorumlara yol açması kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Şimdi Şili’de pek de güçlü olmayan iktidar, sol blok her şeye sıfırdan başlamanın yollarını arayacak. Fikret’in dediği gibi “elbet sabah olur tulu-u haşre kadar sürmez geceler.” Muhafazakârların eski zamanların alışkanlıklarıyla ABD ile iş tutarak kazandıkları bu zafer belki neden böyle oldu sorusuna gerçekçi yanıtlar bulunarak geri çevrilebilir. Yenilgi için yerlilere anayasada tanınacak hakları ya da kadınların kazanımlarını öne çıkartan yayınları kuşkuyla karşılamakta yarar var. Önemli bir direniş geleneğine sahip Şili halkı bu geçici duruma devrimci bir çözüm bulacaktır. Bize düşen izlemek ve izdüşümlerin içinden kendimize dersler çıkarmaktır.

***

Şili’nin iniş çıkışlı tarihinde hep iyimserlik ve mücadele ağır bastı. Biz de biraz Şili’ye benziyoruz; 12 Mart cuntasını, 12 Eylül faşizmi izledi. Bizler de yüreği ya da bedeni yaralılarımızla, ölülerimizle, kurşunlanan, darağacında öldürülenlerimizle, anılarını bilgilerini, inatlarını bize bırakıp ansızın gidenlerle büyüdük ve yaşlandık. Belki artık o kadar hızlı koşamıyoruz, ama hâlâ ayaktayız. Bizim de kulağımız yine o öfkeli seste. 1973’ün eylülünden beri bizi çağıran, kulağımızı dayadığımız radyodan dalga dalga yayılan sesi unutmuyoruz; Nazım’ın, Nazım’a “Sensiz şimdi biz ne yapacağız?” diye soran Neruda’nın, Neruda’nın can dostu “Teslim olmayacağım” diyen Allende’nin sesleri yankılanıyor karanlık gecede?

İçimizdeki sızı öfkeye döndü, öfke karanlıkta belli etti kendini. Neymiş diye sordu biri, neden toplandı bu kalabalıklar, nerden çıktı bu ışık, neden bağırıyorlar? Allende’nin çağrısına kulak mı veriyor Şilililer yeniden, “Kurşun eritmeye” mi çağırıyorlar?

Sokağın köşesinde meydanın ortasında peki şimdi siz ne yapıyorsunuz? Ne oldu siz hep susardınız, ansızın gerçeğe mi dönüştü gördüğünüz rüya? Viktor Jara’nın kırık parmaklarıyla çaldığı gitarın sesini mi duydunuz gecenin içinde? Neruda, Nazım’a seslendi de onun şiirini mi okumaya başladı; “kurşun eritmeye” mi çağırdı Şili halkını yeniden?

“Biliyorsunuz” diye başladı söze genç bir adam, Deniz’e mi benziyor biraz. “Işık geceden doğar, aşk insanın içindedir. İnat kavlimizin işareti.” Ben de yazıyorum işte kendimle boğuşarak, yiyerek kendimi. Nedense ikili ikircikli bir hayata eğik boynumuz, ama sesleri duymadınız mı? Dinleyin, konuşuyor hâlâ Allende.

Gecenin içinde, eylülün 11’inde…

(*) Bu yazı 11 Eylül 2022 tarihli BirGün Gazetesi’nden alınmıştır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.