Sosyalist Sol Tartışıyor: Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) ile Röportaj

0
2594

Türkiye’de, Ortadoğu’da ve dünyada çok önemli gelişmeler yaşanıyor.

Özgürlük ve demokrasi getireceği vaadedilen Ilımlı İslam, Türkiye’de dinci bir tek adam rejimiyle; Ortadoğu’da ise aşırı bir dinsel, mezhepsel, etnik vb. gerilimlerle sonuçlandı. ABD ve AB’nin göz bebeği AKP iktidarı şimdi onlarla kavgalı duruma düştü. Bu süreçte Kürt hareketi bölgede politik bir aktör olarak daha çok önem kazanırken Türkiye işçi sınıfı ve emekçi hareketi ise alabildiğine geriledi. Kolektif emeğin ürünü bilimsel ve teknolojik gelişmeler tekelci özel mülkiyet sistemi yüzünden ezilenlerin köleleştirilmesine varacak riskler taşıyor. Emperyalist güçler arasındaki mücadele şiddetlenirken bütün dünyanın kaynadığını görüyoruz.

Türkiye solunun ülkemizi, bölgeyi ve dünyayı etkileyecek büyük bir potansiyel güç olduğuna inanıyoruz. Sol hareketlerin gidişe nasıl baktığını ve ortak hareket olanaklarını görüşmek amacıyla bir söyleşi başlatmaya karar verdik.

Bu amaçla hazırladığımız sorulara cevap veren Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi‘nin (SYKP) cevaplarını, aşağıda sizlerle paylaşıyoruz:

1. Türkiye nereye gidiyor?

Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Görececi ya da olasılıkçı olduğumuzdan değil, görünen kadar gerisindeki gerçeklik de, bir değil, birlikte büyüyen iki karşıt yönelim barındırdığı için. Bir yandan, hangi adı vermenin doğru olacağını tartışsak da, gözle görülen, hem siyasi ve toplumsal mücadeleler içinde hem günlük yaşamda hissedilen bir rejim değişikliği gerçekleşti. Burjuva devletin burjuva demokrasisini terk ettiği her biçiminin de, her açık diktatörlük biçiminin de faşizm olmadığını hatırda tutarak, faşizm saptamasını yapmakta acele etmenin sakıncalarına dikkat çekenlerimizin çoğuyla birlikte biz de faşist bir rejimin kurumlaşma sürecinde olduğunu söylüyoruz. Gerek nedenselliği gerek evrelerinin sıralanışı bakımından tarihsel örneklerden önemli farklar gösterse de, faşizmin inşası iktidar blokunun her vesilede başka bir unsurunu dile getirdiği programını oluşturuyor. Baskılar, manipülasyonlar altında da olsa seçimlerin yapılması bunun tersini değil, plebisiter karakterini en azından uzun süre koruyacağı görülen rejimin önemli özgünlüklerinden biri olan sandık bağımlılığını kanıtlıyor. Ama rejime karşı ayaklarıyla ya da taşlarla oy kullanmalarını bekleyenlerde hayal kırıklığı uyandıran hoşnutsuzların çoğalmakla kalmadığı, adeta oy verdikleri partileri aşan ve yönlendiren bir stratejik akılla davrandıkları, seçim dönemlerinde ve sonuçlarında kendini gösteriyor. Kuşkusuz, Kürt halk hareketinin çok düzlemli direnişi kırılmadan ve açık alanda siyasal temsiline ve Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte oluşturduğu yapıların varlığına son verilmeden faşizmi inşa programı tamamlanamaz. Hem bu açıdan hem de topluma faşizmin karşısında bir program önermeye en yakın iki güçten biri olması açısından başlıca örgütlü direnç odağını Kürt hareketi oluşturuyor. (İkincisi, Erdoğan’ın hâlâ elde edememekten yakındığı toplumsal ve kültürel iktidarı önünde set oluşturan, aralarındaki kesimsel ayrılıkları aşan birliktelikler geliştirebildiklerini de gösteren kadınlar.) Ancak kendi başına faşizmin kuruluşuna karşı bir güvence sağlamayan seçim süreçleri, Kürtlerin demokratik cumhuriyette birlikte yaşama önerisinin “Batı”da muhatap bulabileceğini, düzen partilerine oy verenler arasında düzen siyasetinin sınırlarını eriten bir araya gelişlere hazır ve istekli bir kesimin varlığını ortaya koyuyor. Bu yönelimin, ödünç/emanet oy gibi adlandırmaların ima ettiği istisnai konjonktürlerden çok toplumsal düzeyde temellendiği için dayanıklı olacağı ve gelişeceği öngörülebilir. Ancak geriledikçe saldırganlaşan faşist blokun güncel saldırısını geriletebilmek, bu toplumsal direncin kendi doğasına uygun örgütsel/politik formları bulmasını da gerektiriyor.

Faşist blok 2015’te olduğu gibi son 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde zemin bulacağı görülen demokratik blok karşısında gerilemesini durdurmak ve programını tamamlamak için halklarımızı yeni ve öncekilerden daha ağır bir savaş konjonktürüne sokuyor. CHP yönetiminin ve medyasının da suç ortaklığıyla içerde her şeyi örtmek, her alanda gizlenemez hale gelen kötü yönetim ve çürümenin gündeme getirilmesini cesaret isteyen bir işe dönüştürmek için kullanılsa da, iç tüketime yönelik bir seyirlikten ibaret olmayan gerçek bir saldırı savaşı sürdürülüyor. Can kayıpları, doğa ve kent yıkımlarıyla ağır bir insani ve ekolojik bedele şimdiden yol açtı. Durdurulmazsa Türkiye’de de bölgede de onarılmaz sonuçlar verecek. Faşizmi durdurmak şimdi savaşı durdurmakla pratik olarak örtüşüyor. “Türkiye nereye gidiyor?” sorusunun yanıtı bu görevin ne kadar yerine getirilebileceğine bağlı. Göze alınacak bedel düne göre çok daha ağır, ayrıca daha büyük bir yaratıcılığa ihtiyaç var. Ama şiddet ve yasak kuşatması daralıyorsa, başka türlü yönetmek de bugün daha zor olduğu için. Aradıkları toplumsal-kültürel iktidarın bugün daha da uzağındalar

2. Türkiye solunun bu süreçteki durumu nedir?

Bütün dünyada hoşnutsuzluk bir temsil krizini büyüterek büyüyor. Öteden beri var olan siyasi yapılar da, var olanların modelinde yeni kurulanlar da toplumsal hoşnutsuzluğu temsil edemiyor. Yerleşik burjuva partileri ve siyasal sistem kadar işçi sınıfının geleneksel (sosyal demokrat ve komünist) partileri de, yeni politik oluşumların büyük bölümü de temsil açığına karşılık vermekten uzak. Kendi örgütlülük biçimleriyle gelişen yeni hareketler de var olanı aşarak bu açığı giderecek yapılar oluşturabilmiş değil. Kapitalizme son verilmeden, en azından sermaye egemenliği sınırlanmadan gerçekleşmeyecek talepleriyle nesnel olarak antikapitalist nitelikteki sayısız hareket kısmiliği nadiren aşabiliyor.

Sol dediğimizde maksat kapitalizmin karşısındaki alternatifin siyasi temsiliyse Türkiye solunun durumunu da öncelikle bu dünya durumu bağlamında düşünmeliyiz. Alternatifi, programı ve sürekliliği olan bir öznenin eksikliği, Türkiye’de, tarihsel dayanakları olan özgül bir görünümle kendini gösteriyor: İkisi de sermayenin ve devlet sınıflarının denetimindeki iki blok, korporatif/kliental dikey dayanışma ilişkileriyle emekçi ve ezilenlerin büyük bölümünü yörüngesinde tutmaya devam ediyor.

AKP döneminde yaptıklarımız, yapamadıklarımız bu tarihsel özgüllükle önceki ve dünya ölçeğindeki kırılmaların izini taşıyor. Solun egemen bloklardan birinin sol kanadından başka bir şey olduğunu belli edecek bağımsız bir çizgiye, iki devlet kanadının, iki sermaye blokunun çatışmasında taraf olmadığı gibi seyirci de olmayan bir “özne”nin eksikliğini aşmaya, kutuplaşmaya değil, emekçilerin ve ezilenlerin bu bloklardan biri ya da öbürüyle korporatif himaye ilişkileri içinde bütünleşerek birbirleriyle karşı karşıya gelmesine yol açan yanlış kutuplaşmaya karşı emekçilerin ve ezilenlerin üçüncü kutbunun örülmesine ihtiyacımız var.

3. Sol sürece tutarlı ve etkin bir müdahale için kendi güçlerini nasıl birleştirebilir?

Her biri farklı dizilişler ve yordamlar gerektiren, iç içe ve eşzamanlı bir dizi görevi yerine getirmemiz gerekiyor.

Aşikâr olanla başlarsak, bizim faşist rejimin kurumlaşma süreci olarak tanımladığımız ama tezlerimiz arasındaki farkları önemsizleştiren çıplak bir tehditle karşı karşıya olmamız, bu konjonktürde bile bir araya gelememeyi isyan ettirici kılıyor. Rejimin faşist yönelimi, toplumun ve siyasi öznelerin geniş bir kesiminin nesnel olarak rejim karşısında konumlanmasının koşullarını da yaratıyor. Faşizmi durdurmak, bu en geniş yelpazeden tek bir çatı altında tekbiçimli bir ittifak çıkmasını beklemeden farklı öznelerin kendi konumlarından, kendi harekete geçirebilecekleri olanaklarla ve tabii kendi sınırlılıklarıyla yapabileceklerinin en çoğunu gerçekleştirmesine bağlı. Bu fiili konjonktürel ortaklığı aşan bir demokrasi cephesinin örülebilmesi, bugün kendini HDP’de ifade eden güçlerin faşizme karşı mücadelenin başına geçmesine, bir araya gelişi mümkün kılan taktik esnekliklerin ötesinde, halkların eşit ve özgür olarak bir arada yaşamasını kuşkusuz içeren ama bununla sınırlı olmayan, ezilenlerin, emekçilerin çoğunluğunun, uğrunda mücadele etmeyi anlamlı bulacağı içerikte bir demokrasi hedefi ve mücadele programı sunabilmesine bağlı.

HDP’nin, varlık sebebinin gereği olan bu rolü parti hayatında ve yapısında yer bulmuş çelici, tökezletici etkilerin üstesinden gelerek yerine getirmesini, barındırdığı güçlerin çeşitliliğini buna uygun politikalar doğrultusunda seferber etmesini ve yeni güçlere ulaşma yolunu burada görmesini sağlamak da sosyalistlere düşen önemli görevlerden. KÖH’ün ulusal gündeme kapanmayı, faşizmi Batının sorunu olarak

görmeyi reddeden, aslında faşizmin yenilmesini ulusal gündemin de parçası olarak gören çizgisi, bu yöndeki çabalar için güçlendirici, kolaylaştırıcı olacak.

Faşist rejimin kapitalist akla da ters düşmesi, faşizme son vermenin sermayeden ya da bir sermaye kanadından beklenebileceği anlamına gelmez. Faşizmin inşa süreci aynı zamanda sermaye kanatlarından bazıları aleyhinde gelişse de, “muhalif” sermaye kanatlarının da rejimin olanaklarından yararlanma, kârlılık garantisi karşılığında siyasi mülksüzleşmeye razı olma seçeneklerini göz ardı etmediği gizli saklı olmadığı gibi, sermaye partilerinin uzlaşma, teslimiyet eğilimleri, rejime muhalefetle rejimin muhalefeti olma arasında gidip gelmeleri de şaşırtıcı değil.

Sermaye faşizme alternatif olarak ancak yeni bir otoriterizm vaat edebilir. Kuşkusuz otoriter rejim faşizmle aynı şey değildir ama otoriterizm vaadiyle faşizm durdurulamaz, beslenir. Siyasal demokrasiyle sınırlı bir programla da siyasal demokrasiyi bile elde etmek mümkün değildir. Faşizmin yoksullaşan milyonların öfkesini demagojik antikapitalizmiyle saflarına katmasının önüne ancak toplumsal eşitlik hedefini açıkça gündemine alan bir demokrasi mücadelesiyle geçilebilir.

Sosyalistler bu görevi yerine getirecek duruma nasıl gelebilir? Hiçbirimiz tek başımıza yeterli değiliz ama önümüzdeki sorunun çözümünü solun var olan güçlerinin var olan halleriyle bir araya gelmesi sağlamayacak. Sosyalistlerin kendi güçlerini birleştirmesi geçmiş denemelerin yol açtığı hayal kırıklıklarının tekrarından başka bir sonuç verecekse, bu ancak, işçi devletleri dâhil, sosyalist mücadelenin geçmiş deneyleriyle eleştirel bir yüzleşmeye, büyüyen, muazzam bir nüfusa ulaşan, verili örgütlenme biçimlerine ve katılım zeminlerine ilgi göstermeyen işçi sınıfının yeni bileşimini ve sermayeyle karşı karşıya geldiği yeni alanların çelişkilerini kavrayan bir bakışın geliştirilmesine ve örgütlenme anlayışımızın bu bakışla gözden geçirilmesine yer veren bir süreç içinde, kendi varlıklarını siyasal bir özne olarak sınıfın yeniden kuruluşuna katmalarıyla olabilir. Bunu söylemek böyle bir süreç içinde yeni birliklere, yeniden karılmalara açık olmayı gerektirir. Bizim gördüğümüzü başka sosyalistlerin görmediğini varsayamayız. Eğer yeniden kuruluşu bir dizi nesnel değişim gerekli kılıyorsa, bu değişim bizim dışımızdaki sosyalistlerde de benzer arayışlara yol açmış olmalıdır. Bu arayışlarla etkileşimimizi kendiliğindenliğe bırakmadan güçlendirmek önümüzdeki dönemde gündemimizde olacak. Bu süreçte yeniden kuruluş eksenini paylaştığımız örgüt ve çevrelerle buluşmanın yanı sıra böyle bir süreci önüne koymayan sosyalist çevrelerle de diyaloğa önem veriyoruz. Birbirimizi dinlememize, eleştirmemize, somut durumun gerektirdiği /olanaklı kıldığı yerde ortaklaşma derecemize bağlı olarak sürece ortak müdahaleler geliştirmemize elverişli çeşitli temas formları geliştirebiliriz.

Hiç de yeni bir icat olmadığı halde Gezi ile birlikte yeni bir görünümle siyasal toplumsal hareketliliğin öne çıkan örgütsel biçimini oluşturan, aynı yaygınlıkta olmasa da başkanlık referandumu ve sonrasındaki seçimlerle süreklilik eğilimi kazanan, güncel ekoloji direnişlerinin de örgütlenme modeli olarak benimsediği görülen yerel meclisler, sosyalistler için birer okul olduğu gibi, birlikte hareket etme ve birleşme arayışlarının da hem mayalanma hem sınanma zeminini oluşturuyor. Maksat bir eski muharipler cemiyeti kurmak değilse, birlik ancak toplumsal hareketin yükselme eğilimlerinin kendini gösterdiği, yeni toplumsal güçlerin ortaya çıktığı yerde, hareket halindeki güçlerle gelişebilir. Birlikte ve ayrı ayrı yaptıklarımızın, işçi sınıfıyla tarihsel görevinin ve sosyalistlerle işçi sınıfının buluşmasına katkısı olursa, sosyalistlerin bir araya gelmesine de katkımız oluyor demektir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.