Süleyman Bulduruç’tan gündeme ilişkin değerlendirmeler:

0
2396

Süleyman Yılmaz Bulduruç

Cezaevlerinde baskı, yasaklama ve keyfi uygulamalar gün gün artarak devam ederken; esir düşmenin değil teslim olmamanın asıl mesele olduğunu bizlere öğreten tutsaklarımız, gönderdikleri mektuplar ile dışarıdaki mücadeleye destek vermeye devam ediyorlar. Kırıkkale F Tipi’nde tutsaklığı süren Süleyman Yılmaz Bulduruç arkadaşın Ocak sonu yolladığı ve aksama ile elimize ulaşan, gündeme ilişkin değerlendirmeler barındıran mektubunu paylaşıyoruz:

Türkiye’de politik gündemin belirlenmesinde ezenlerin egemen kliğinin belirgin bir baskınlığı var. Tayyip Erdoğan ile cisimleşen bu kliğin, kendi tıkanmışlığını devlet ile özdeşik kılan yanları olmakla birlikte, bunu aşan bir beka sorunu bulunuyor ve bu durum sürekli olarak devlet katında oluşturulan müdahalelerle ötelenmeye çalışılıyor. Kuşkusuz uzun süreli iktidarı boyunca Tayyip Erdoğan bir dizi sorunun oluşturucusu nedeni olmuş durumda, ancak daha ötesinde Türkiye Devleti’nin yapısal sorunları da mevcut koşullarda Erdoğan’a bir işlem aralığı sunarak tüm devlet alanını kendi varlığına kılma aracı olarak işlev görüyor.

Bir politika belirlemek asgari düzeyde tercihleri gerektirir. Gelinen aşamada tercihler değil, içinde bulunulan dar alanda hareket etmenin mecburiyetleri devreye girmiş durumda. Bu nedenle belirli bir vadeye yayılan ön görülüş hareket tarzları yerine, mevcut ittifakları dinamik ve süreğen kılacak geçici ya da uygulamadan sonra etkileriyle kalıcılaşmış suç ortaklığı birliği oluşturuluyor. Belirtilen koşullarda her ne kadar baskın yön olarak Erdoğan ve çevresi görünüyor olsa da izlenen hareket tarzında etkide bulunan değil etkiye maruz kalan tarafın temsilinin de burası olduğu görülmeli. Tam da bu nedenle, her koşulda güç transferine ihtiyaç duyuluyor. Her yapılan hamle, bir öncekinde doğan ve derinleşen açığı kapatmak yerine büyüyen aralığı öteleme işlevi görüyor.

Dengesiz dengeyi korumanın yollarından biri hareket halinde ivmeye bağlı hızı sürekli arttırmaktan geçer. Erdoğan bu genelleme içerisinde iç ve dış politik kuşatılmışlığı ötelemek için belki de ezenlerin en yaygın kullandığı hamleye, retorik milliyetçilikten geçerek savaş politikasına doğru ilerledi. Afrin’e yapılan saldırı bu noktadan bakınca “işlevsel” bir yan taşırken öngörülemez sonuçlara da açılan bir aralığı beraberinde getiriyor. Ama ne olursa olsun şu kesin ki iç politik gündemde olan bir dizi başlık ve tartışma bugün için yok! Bundan sonra da kendi sınırlarını ancak belirgin bir şekilde yaşadığımız konjonktürün oluşturacağı politik sonuçlara göre düzenlenmiş olarak alacaklar. Önceliğini bir anda devlet saflarında toparlanmaya çeviren yarın ezen siyasetinde izleneceği hat da, ‘devlet’ hattının bu sonuçtan eksilmesi ya da artması üzerine kurulacağı kesin. Yani ötelenen tüm başlıkların kendilerini yeni bir form ve yoğunluk derecesiyle ortaya koyacağı öngörülebilir. Burada “eğer sözünü etmezsek yoktur” anlayışıyla bir hokus-pokusla gözlerden kaçırılan dış etkilerin de sürekli işleyen ve zorlayıcı bir dinamik olduğu, ezen siyasetinde doğrudan etkide bulunduğu açık.

Öyleyse bir adım geriye gidelim. Son çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname’nin “iç savaş” hazırlığı olan maddesine yönelik Abdullah Gül’ün görece pasif ve hukuki dile vurgu yapan eleştirisi ile açılan tartışma birçok yönden çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Gül’ün çoğunlukla etkisiz ve pasif müdahalelerinin daha önce de olduğu biliniyor. Son örnekte Erdoğan ve çevresi tarafından açıkça bir karşı hamleye konu olan müdahale ile Gül’ün direkt hedef alındığını izledik. Genel yorumlar ötesinde bu tepkilerin nedeni ile Gül’ün eleştirisinin ard alanı boşlukta kaldı. Çoğunlukla -eğer geriye parti diye bir şey kaldıysa- AKP içinde bir rahatsızlık ve yarılmanın işaretleri ve 2019 seçimine yönelik Gül’ün adaylığı için zemin yoklamada öncesiyle birlikte alınan bir hamleler serisinin sonuncusu olarak okundu durum. Hatta “muhalefet cephesi”nin çatı adayı olarak Abdullah Gül itirazların ve olumlamanın konusu oldu. Emperyalizm ile uyumlu, öngörülebilir politikalar izleyebilecek, asgari devlet normlarını işletebilecek, belirgin olarak toplumsal ayrışmayı devlet lehine çözebilecek, raydan çıkmış devlet katarını yeniden rayına oturtarak tamir edebilecek, ılımlı, deneyimli, devlet terbiyesi almış Gül! Kuşkusuz bu durumu mevcut platformda ezen siyaseti normlarıyla kullanmaya çalışan bir CHP yaklaşımı ve zımnen kendini 2019 seçimleriyle ilgili kuran “solculuk”da yer aldı. Kolayca geçilebilecek, üzeri devrimci politika açısından çizik atılabilecek bir tartışma zemini burası.

Diğer yandan Abdullah Gül’ün çıkışının daha önce nüveleri görülen ve kendisini Erdoğan ve çevresinden asgari bir netlikle ayırmaya çalışırken o alanda da temaslarını sürekli kuran bir öncüler serisi var. Bunun belirli anlamları olmalı. Türkiye Devleti’nin öngörülmez ve emperyalizm açısından istikrar yoksunu bir devlet haline gelmesi ve bunun kaynağının direkt olarak Erdoğan ve çevresiyle belirginleşmesi ezen klikler arasında bu kanada karşı alternatifler oluşturma arayışını sürekli kılıyor. Erdoğan’ın tüm hamleleri de bir bakıma bu arayışları sınırlamak, minimize ve bertaraf etmek üzerine kurulu. Gül’ün çıkışı bu denklem içinde Erdoğan’a diğer seçeneklerin tanınmadığı bir çıkış imkanı yaratma seçeneği olarak da okunamaz mı? Bu olasılık yabana atılmamalı.

Erdoğan, tüm iktidar pratiğinde yoğunlaşan bir suç grafiği çiziyor. Ancak devlet sahasında bu grafik belirli noktalardan itibaren yoğunlaşan ve artık daha önce tabi olunan emperyalist merkezler açısından da en hafif deyimle “sorun” olarak tanımlanıyor. Emperyalizmin Türkiye için çizdiği tablo bir tabi devletin yönetiminin öngörülemez bir yönetici kliğin erine kalmasının sorunlu hali! Tercihen henüz bir istikrarsızlık öngörmüyorlar, ancak mevcut halin istikrar kazanma ihtimalinin olası olmadığını ve Erdoğan’ın kişisel beka arayışının bir tür ‘benden sonrası tufana’ açıldığını izliyorlar. Gül işte burada Erdoğan’a “yumuşak çıkış” önermiş oluyor. İktidar katından düşmesi halinde Erdoğan için, iktidarı uzun bir süre birlikte yürüttüğü Gül’e devrederek garantilere ya da en azından kısmi güvencelere sahip bir yaşam sürmesine yol açabilecek bir çıkış önerisi bu. Açıkça iktidara talip olduğunu dile getirmese de Gül’ün Erdoğan’a önerisi bu. Nasıl daha önce “abi” formülüyle Cumhurbaşkanı olduysa şimdi de bir tür stabilizasyon dönemi açarak Erdoğan ile yer değiştirmek ve bu vesileyle Erdoğan ve çevresinin yarattığı tahribatı düzenlerken bu tahribatın sorumlularını da -kendisinin de dahil olan yönleri olduğunun bilinciyle- koruma halesi içine alarak pasifleştirmek. Bu formül mesela, Evren-Özal denkleminde işe yaramıştı. Tabi ki koşullar ve durum farkındalıklarıyla birlikte…

Bu öneriyi Erdoğan herkesten daha net anlamış olmalı ki verdiği cevap biçimsel olarak da oldukça sert oldu. Hayır, Erdoğan denklemin dışına çıkmayacak ve bunu sonuna kadar sürdürmekte kararlı olmanın ötesinde mecbur. Başka bir alternatif, herhangi bir yumuşak geçişe izin vermeyecek denli keskin dönemeçlerle örülü ve bu aralıktan sağ salim çıkmanın öyle kestirme bir yolu da yok. İşte bu nedenle Erdoğan sürekli el arttırmak zorunda ve kaybedeceği oran fazlalaştıkça daha agresif olmaya yazgılı. Belki abu hayat suyunu bulamaz ama bu koşulla ahir ömrünü bir nebze uzatmış olur. Mesele şu ki; bu, uzatmalar için ödenecek bedelin ağırlaşmasını da beraberin de getiriyor.

Evet, başa dönersek, savaş tek başına gündeme oturan bir silici etkisiyle beraber gelmiyor. Aynı zamanda propaganda ve psikolojik savaş mekanizmasının ezen siyasetine egemen olmasını da sağlıyor. Denklemi bozacak bir ezilenler politikası ise bu keşif ortamın çevresinde tüm baskılanmaya ve sindirilmeye rağmen kendine yer açarak ilerleme durumunda. Olasılıkların bolca ama olanakların sınırlı olduğu koşullarda asgari düzeyde demokratik muhalefetin bile politik değeri katlanarak artıyor. Konjonktürün çarpan etkisi bedelleriyle birlikte etkilere de yansıyor.

Saldırının açık hedefi Kürdistan hareketi olarak belirmiş olsa da onu aşan tüm Türkiye ezilenlerine dönük bir savaş yürütüldüğü kesin. Bunun karşılanabileceği yerinde bu nedenle çok daha geniş bir alan ve çok daha katmanlı bir politik konum ve tutum olduğu görünüyor. Bir noktadan sonra mesele cürüm ve cüsse hesaplamasının ötesine geçerek bu cüssenin kendi yordamıyla ortaya koyduğu cürmün koşullarının çarpan etkisiyle birlikte kaydedilmesine kalıyor.

27.01.2018

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.