2024 yılının Aralık ayında Suriye’nin dinci HTŞ’nin eline düşmesiyle başlayan süreç, coğrafyamızda 2025 yılına damgasını vurdu. Kürt sorununun çözümü de bu sürecin bir parçası olarak gelişimini sürdürdü. BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) süreci ne yazık ki yeniden canlandı. Filistin’de ve Sudan’da kan oluk oluk aktı. Ortadoğu ve Kafkasya’da emperyalizme teslimiyet derinleşerek devam etti. Trump, Putin ile Alaska’da buluşarak gizli bir anlaşma yaptı. Ukrayna savaşını sürdürme sorumluluğunu Avrupa emperyalistleri devraldı. ABD emperyalizmi, yeni ulusal güvenlik strateji belgesiyle tüm Amerika kıtasını tekeline alacağını ve Avrupa’daki yabancı düşmanı ve ırkçı partileri destekleyeceğini ilan etti. AB ülkelerinin ekonomik gerilemesi sürerken silahlanma harcamaları arttı. Şili’de bir Nazi subayının oğlu ve faşist Pinochet hayranı biri cumhurbaşkanı seçildi. ABD’nin New York seçimlerinde, sosyalizmden söz eden, İsrail karşıtı ve Filistin yanlısı söylemleriyle öne çıkan Zohran Mamdani kazandı. Türkiye’de liberal solda İsrail taraftarlığı artmakla birlikte 19 Mart gençlik eylemleri Türkiye’nin çehresini soldan yana değiştirdi.
Şimdi yukarıdaki konuları biraz daha yakından ele alacak ve yazımızı mücadele önerilerimizle tamamlayacağız.
Dünya
Batılı emperyalistler, Ukrayna savaşını başlatarak Rusya’yı güçten düşürüp parçalamayı ve konumlarını sağlamlaştırdıktan sonra Çin’in üzerine yürümeyi hedeflemişti; ancak tam tersi gerçekleşti. Rusya, Çin ve Hindistan ile ilişkilerini güçlendirerek kendisini toparladı. Trump yönetimi, ABD’nin Ukrayna’ya desteğini büyük ölçüde keserek, Ukrayna’daki Rusya’ya karşı savaşın yükünü Avrupa’nın sırtına yükledi. Rusya’dan ucuz enerji alamayan, Rusya pazarından çıkmak zorunda kalan ve Çin ile ekonomik ilişkileri gerileyen Avrupa ülkelerinin ekonomik durumlarının bozulma hızı arttı. ABD, Hindistan ve Rusya’yı Çin’den koparmayı başaramadı. Körfez ülkelerini ve Avrupa’yı sömüren ABD’nin ekonomik durumu kısmen iyileşmekle birlikte ticareti çok büyük açık vermeye ve doların küresel konumu zayıflamaya devam ediyor. Endonezya gibi ülkeler, Çin merkezli ekonomik birlik BRICS’e katılarak alternatif para birimlerine yöneliyor.
Latin Amerika’da (Arjantin ve Şili örneklerinde olduğu gibi) faşist ve sağcı liderleri destekleyerek, Venezuela’da iktidarı zorla devirmeye çalışarak ve Küba’yı ekonomik olarak boğmaya çalışarak, “Batı Yarımküresi” adını verdikleri Amerika kıtasını tekeline almaya çalışıyor. Trump, Grönland’ı Danimarka’dan almayı ve Kanada’yı topraklarına katmayı hedefliyor. ABD emperyalistleri Ortadoğu ve Kafkasya’yı Çin’e kapatmayı ve Orta Asya ülkelerini istikrarsızlaştırmayı amaçlıyor. Çin’i sabote etmek için Japonya, Güney Kore ve Avustralya ile ittifakını kullanmaya çalışıyor ve Tayvan’ı silahlandırıyor.
Tarihsel bilinçaltında savaş çıkarma potansiyeli barındıran Almanya ve Japonya egemenleri, ABD’nin silahlanma çağrısını değerlendirerek İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin koyduğu askerileşme sınırlamalarını aşma fırsatı buluyor. Avrupalı emperyalistler, silahlanma harcamalarını artırmak amacıyla “Rusya Avrupa’yı işgal edecek” propagandasını yayıyor. Rusya’nın Avrupa’yı işgal etmesi mümkün görünmemekle birlikte, “Rus tehdidi” söylemi bir kendini gerçekleştiren kehanete dönüşebilir.
ABD’nin 2025 ulusal güvenlik strateji belgesi, liberal demokrasi iddialarını açıkça terk ettiğini ve Avrupa’daki ırkçı, yabancı düşmanı faşist hareketleri destekleyeceğini gösteriyor. ABD Latin Amerika’da, özellikle Venezuela ve Küba’ya yönelik saldırganlığını artırıyor; ancak bu durum, Rusya’nın, Çin’in, Kolombiya ve Küba gibi ülkelerin ve Venezuela halkının direnişiyle karşılaşarak ABD’nin bölgede başarısızlığıyla sonuçlanabilir. ABD, yeni dönemde Avrupa Birliği’nin yanı sıra BM ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi uluslararası kurumları da güçsüzleştirmeye hız verdi.
Filistin’deki soykırımcı savaş, direniş ve uluslararası dayanışma sürüyor. Bu dayanışma, Batılı ülkelerde emperyalizmin zayıflattığı solun yeniden toparlanmasına yardımcı oldu. İsrail ve İran arasında 12 Gün Savaşı (13 Haziran 2025 – 24 Haziran 2025) yaşandı. İran’ın üst düzey yetkilileri İsrail saldırılarıyla peş peşe öldürülürken, İran da füze saldırılarıyla İsrail’e ağır kayıplar verdirdi. Yemen’de Suudi Arabistan yanlıları ile Birleşik Arap Emirlikleri yanlıları çatışmaya girdi. Sudan’da üç yıldır süren iç savaş, yüz binlerce can kaybına ve milyonlarca insanın göç etmesine yol açtı. Türkiye kökenli silah sanayicileri, iç savaşın her iki tarafına da silah satarak karşılığında altın alıyor.
Körfez ülkeleri başta olmak üzere çeşitli Arap ülkeleri, Irak ve Suriye’deki Kürt yönetimler, Azerbaycan ve Kazakistan gibi Türk devletleri, Filistin halkına uygulanan soykırımı görmezden gelerek İsrail ile yakın ilişkilere girme konusunda birbiriyle yarıştı. Netanyahu yönetimi, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile politik ve askeri ittifak kurarak, AKP iktidarındaki Türkiye’yi tehdit olarak ilan etti. Türkiye egemenleri, İsrail ile Doğu Akdeniz ve Suriye’de karşı karşıya gelirken, İsrail’i kendinden gören ABD yönetimi, bu iki gücü ABD çıkarları doğrultusunda Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar uzanan bölgede koordine edebileceği görüşünde.
Sonuç olarak, dünya çok kutuplu bir yapıya doğru ilerlerken savaş riski artıyor. ABD emperyalizminin saldırganlaşan politikaları, dünyada anti-emperyalist bilincin ve direnişin gelişmesiyle karşılık bulabilir. Batılı ülkelerde demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması yönündeki baskı artıyor. Önümüzdeki dönemde barış hareketinin, ırkçılıkla mücadelenin ve demokratik hak ve özgürlükleri savunma mücadelesinin daha da önem kazanacağı görülüyor
Türkiye Nereye?
Kürt ulusal hareketiyle adı konulmamış bir barış süreci ve Ekrem İmamoğlu’nun hapse atılması, geride bıraktığımız yıla damgasını vurdu. AKP, ABD’nin uluslararası gelişmeler sonucunda Türkiye’ye artan ihtiyacını fırsat bilerek İmamoğlu’nu tutukladı ve CHP’ye yönelik yoğun tutuklama, şantaj ve kayyım operasyonları başlattı. İmamoğlu’nun tutuklanması, gençliğin öncülüğündeki 19 Mart eylemlerini tetikledi. CHP, nisan ayından bu yana her hafta, biri çarşamba günleri İstanbul’un bir semtinde, diğeri ise Türkiye’nin bir başka şehrinde olmak üzere iki kitlesel miting düzenlemeye başladı. Merdan Yanardağ’ın casusluk iddiasıyla tutuklanması ve Tele1’e kayyım atanması, muhalif basın için önemli bir uyarı niteliğindeydi.
Değişen güç ilişkileri karşısında, Kürt milliyetçi hareketi de ittifak değiştirdi. Öcalan zaten uzun zamandır bu yönde bir eğilim içindeydi. Onun peşinden giden liberalleşmiş sosyalistler, Öcalan ile ittifak halindeki Bahçeli’yi izlemeyenleri şovenist olarak nitelemeye başladı. Kürt hareketi çevresindeki Türkiye solunda Öcalan’a yönelik itirazlar artmakla birlikte, sosyalist örgütler, Kürt hareketinin desteğiyle milletvekili seçilmenin getireceği grupsal hesaplardan etkilenmektedir.
CHP, bir yandan zaman zaman İsrail’in saldırganlığına ve hatta emperyalizme karşı açıklamalar yaparken, diğer yandan net bir şekilde NATO ve AB yanlısı çizgisini sürdürdü. CHP’li Utku Çakıroğlu’nun NATO’ya sunduğu İran, Rusya, Çin ve Kuzey Kore karşıtı rapor ile İmamoğlu’nun Financial Times ve Foreign Affairs gibi yayınlarda yer alan mesajları, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’de CHP ve DEM Partisi; ABD’ye ve AB ülkelerine yakın olmaya çalışıyor. Suriye’de İsrail ile iş birliği içindeki Kürt siyasi hareketi ise “Dünyayı IŞİD’den kurtardık” havasındadır. Sözde kurtardıkları dünya, Batılı emperyalist ülkelerden ibarettir. CHP, DEM Partisi, Zafer Partisi ve İYİ Parti yönetimleri, ABD emperyalizmine AKP’den daha yakın olma siyaseti izliyor.
Türkiye ekonomisinin 2026 ve 2027 yıllarında Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi olması bekleniyor; ancak gençler hâlâ Avrupa’ya gitmenin yollarını arıyor. Avrupa’nın yaşadığı ekonomik sorunlar bu eğilimi azaltamadı. Yıllık enflasyon, bağımsız araştırmalara (ENAG) göre yüzde 50’nin üzerinde. Resmi TÜİK verilerine göre ise yüzde 35 civarında. Asgari ücret, fiyat artışlarının gerisinde kaldığından reel ücretler düşüyor. Artan hayat pahalılığı, yüksek işsizlik (genç işsizliği Ekim 2025’te 0,6 puan artışla %15,6), bozulan eğitim sistemi, çeteleşme ve yargıya duyulan güvensizlik, halk arasında karamsarlığı artırıyor.
Ülke kaynaklarının büyük kısmı askeri harcamalara gidiyor. Bölgesel güç olma iddiasındaki iktidar, Irak, Suriye, Libya, Katar, Somali ve Sudan’da yoğun askeri faaliyet yürütüyor. Azerbaycan’dan gelen bir uçakta bulunan 20 askeri personelin Gürcistan üzerinde garip bir kaza sonucu düşmesi ve Türkiye Genelkurmay Başkanı ile görüşen Libya Genelkurmay Başkanı ile yakın çalışma arkadaşlarının, Ankara’dan ayrılamadan garip bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi, AKP iktidarına İsrail ve ABD’nin bir tür “ayar verici” uyarısı olarak yorumlanabilir.
AKP iktidarı, Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Kafkaslar bölgesinde bölgesel güç olma mücadelesine girmiş durumda. Özellikle Suriye’de attığı adımlar, İsrail’e büyük olanaklar sağladı. İsrail, ABD yardımıyla Irak, Suriye, Filistin ve Lübnan’da yaptıklarını İran ve Türkiye’de de sürdürmek istiyor. İktidar yanlısı kesim AKP’nin akıl dışı politikalarının peşinden giderken, İsrail, ABD ve AB ülkeleri ülkemizdeki muhalefeti etkilemeye çalışıyor. Bu durumda halkın iradesizleşmesi derinleşirken, Türkiye’nin “Suriyelileşme” riski artıyor.
Sosyalist Hareket, İşçi Hareketi
Sınıf çelişkileri, 2025 yılında Batılı ülkelerde ve Türkiye’de keskinleşmeye devam ederken emekçilerin bilinç düzeyi, mücadelesi ve örgütlülüğü aynı ölçüde gelişemedi.
Ülkemizde ve dünyada işçi hareketi genel olarak henüz sosyalizm fikri etrafında örgütlenmiyor. Zohran Mamdani gibi sosyalist bilinen, Siyonizm karşıtı ve Filistin yanlısı bir kişinin ABD’nin New York gibi bir metropolünde belediye başkanı seçilmesi oldukça önemlidir. Şili’de başkanlık seçimlerini, soyu sopuyla birlikte açık bir şekilde faşist bir adayın açık ara kazanmasına rağmen, ikinci gelen adayın komünist etiketli olması da dikkat çekicidir. Hindistan’ın yaklaşık 35 milyon nüfuslu Kerala Eyaleti’nde Hindistan Komünist Partisi, başka bir sol parti ile ittifak halinde yıllardır iktidardadır.
Sermaye, kapitalist ülkeler genelinde siyasi baskıları artırırken, işçi sınıfı sosyalist hareketle birleşerek ezilenlere öncülük etmeye çalışmıyor. Sosyalist hareketler, özellikle 1980’lerden bu yana işçi sınıfından; işçi sınıfı da sosyalist hareketlerden uzaklaşmıştır. Sosyalist hareketin işçi sınıfından uzaklaşması yüz yıllık bir tarihe sahip. Avrupa solunun ezici çoğunluğu Ekim Devrimi’nin ardından reformculuğu seçti ve burjuva sisteme teslim oldu. Ekim Devrimi’ni yapan gelenek ise bürokratik bir bozulma yaşadı ve kendini de işçi sınıfını da bu temelde eğitti. İşçi sınıfı hem bu iki gelenek hem de 1980 sonrasının neoliberalizmi tarafından yeniden yapılandırıldı. Süreç hem işçi sınıfı hareketini hem de sosyalizmi zayıflattı. 1980’lerin sonu ve 90’ların başında Yugoslavya, Doğu Bloku ülkeleri ve Arnavutluk’taki karşı-devrimlerle bu zayıflama hızlandı. Almanya, Fransa gibi ülkelerde işçi sınıfı bir süredir giderek artan oranda ırkçı-faşist partilere oy veriyor. Sosyalist hareketler ve demokratik mücadeleler ise, yukarıda belirtildiği gibi, uzun zamandır Batılı güçlerin manipülasyonu altında bulunuyor.
Türkiye’de ise uzun süredir bir Türk-Kürt gerilimi temelinde milliyetçi bir kutuplaşma yaşanmasına ve Suriye başta olmak üzere diğer ülkelerden iş piyasasına ve topluma milyonlarca sığınmacının gelmesine rağmen, faşizm işçi sınıfı içinde güçlü bir yer tutamadı. Yunanistan ve İtalya gibi ülkelerde nitelikli politik işçi eylemleri yaşanmış olsa da, Türkiye işçi sınıfı Avrupa işçi sınıfının genelinden daha fazla umut veriyor. İşçiler, sola yakın burjuva partilere hâlâ ilgi gösteriyor. Küçük fakat önemli bir kesim ise sosyalist sola yakındır. Sosyalist hareket, aydın kesimlerden toplayacağı güç ile işçi sınıfı hareketinin gelişmesine yardımcı olabilir. Bunun yolu, sosyalist hareketin bağımsızlaşmasından ve kendi içinde eş güdüm kurabilmesinden geçiyor.
Kürt milliyetçi hareketi ve Sorosçu akımlar, sosyalist hareket, işçi hareketi, LGBTİ+ hareketi, kadın hareketi, çevre hareketi ve insan hakları mücadelesi üzerinde etki sahibidir. Kürt hareketinden bağımsız düşünme ve davranma çabası içindeki solda ise aşırı bir grupçuluk bulunuyor.
Türkiye solunun 1990 sonrasında Çin, Sovyet, Arnavutluk kutuplaşmasını aşıp özgürleşmesini umarken, sosyalist solun ve demokrasi mücadelesinin Kürt hareketinin etkisine girmesi bir felaket oldu. Kürt hareketi, geleceği mevcut sistem içinde planladığını, anlamak isteyenin anlayabileceği şekilde ifade etmişti. Anlamak istemeyen ise doğal olarak anlamadı. Bu kesimde 2025 yılında bile sosyalizm adına Öcalan’ın görüşleri merkezli tartışmalar yapılması, devrimci hareket açısından utanç vericiydi. Mücadeleye büyük emek vermiş bazı kişiler burada kendilerine “dalkavuk” dedirtecek hatalı mesajlar verdi.
Bununla birlikte, dünyada Filistin halkıyla dayanışma eylemleri, sosyalist solda anti-emperyalist ve anti-Siyonist bilincin gelişmesini destekledi. Afrika’da Burkina Faso ve Nijer gibi ülkelerde ve Latin Amerika’da anti-emperyalist yurtseverlik güç kazandı.
Halkın Geleceğine ve Ülkesine Sahip Çıkması İçin
2026 yılında iktidarın İsrail ile giriştiği bölgesel güç mücadelesi büyük riskler taşıyor. AKP rejimi devrimci hareketin baş düşmanıdır; ancak bu durum, ABD emperyalizmi ve İsrail’in müttefik olarak görülmesine yol açamaz. Bu güçler hem ülkemizin, hem bölgemizin hem de insanlığın en büyük düşmanlarıdır. Halkımızın Irak, Libya ve Suriye’dekine benzer şekilde iradesizleştirilmesine karşı koymak için, sosyalist saflarda ve demokratik muhalefet içinde dolaylı ya da dolaysız İsrail propagandasına özellikle karşı çıkılmalıdır. Bu anlamda, sosyalist solda ve demokratik muhalefet saflarında anti-emperyalist ve anti-faşist bir saflaşma yolunda çalışmalıyız. AKP-MHP iktidarının İsrail ile yaşadığı çelişkileri gerekçe göstererek devrimci, demokrat ve yurtsever güçleri yedeklemesine de karşı çıkmalıyız. Onlar İsrail ve ABD ile iş birliği içinde iktidara geldiler ve yaptıklarını yaptılar. Amaçları kendi çıkarları doğrultusunda yeniden uzlaşmaktır.
Kürt hareketine karşı Türkiye solunun bağımsızlığının önemini anlamaya başlayanların, aynı zamanda Sorosçulukla da hesaplaşmaları gerekiyor. Kürt hareketi ve Sorosçuluğun Türkiye soluna verdiği en büyük zararlardan biri, yurtseverliğin sosyalist hareketle bağını hedef alan Türkofobi oldu. Yurtseverlik, egemen güçlerin sosyalist hareketin önüne kurduğu engelleri aşmamıza yardım edecek en önemli direniş kaynağımızdır. Devrimci yurtseverlik ile proletarya enternasyonalizmi birbirini tamamlar ve güçlendirir.
Sosyalist hareketin bağımsızlığı, solun kendi içinde birlik yolunu bulmasıyla güçlenecektir. Mevcut dünya koşullarında, sosyalist solda etkin bir koordinasyon kurmaksızın kalıcı devrimci başarılar sağlayamayız. Grupçu bir gelişme stratejisiyle en fazla kısmi, geçici ve grupçu başarılar elde edilebilir.
Burjuva partilerin yöneticileri ile taraftarları arasında ayrım yapmalıyız. CHP ve DEM Partisi saflarında, başta gençlik, kadınlar ve emekçiler olmak üzere, devrimcileri anlayabilecek milyonlarca insan bulunuyor. Diğer yandan, AKP ve MHP tabanındaki insanların sola tümüyle kapalı olduğunu sanmamalıyız. Bu kesimlerin ilk ikisinin tabanında demokrat ve yurtsever insanlar, diğerlerinin tabanında ise demokrasiye daha uzak ancak yurtsever insanlar var. Genelde ilk iki kesim sola daha yakındır; ancak bazı özel durumlarda bir AKP, MHP ya da benzeri kesimden biri, devrimci harekete daha açık olabilir. Bunların bir kısmı devrimci hareket saflarında çalışmayı da kabul edebilir. Ancak büyük çoğunluğun durumu anlamaya yanaşması ve devrimci saflara katılması için solun etkileyici bir güce ulaşması gerekiyor. Yerel düzeyde kitleselleşmiş sol örgütler bunu bir ölçüde başarabilir. Hem yerellerde hem de Türkiye çapında güçlü bir etki yaratabilmek için ise solda birlik şarttır. Devrimci gruplar dağıtılmaksızın da solda birlik kurulabilir. Grupçu rekabetin yerine devrimci dayanışmayı esas alan bir koordinasyon mümkün ve gereklidir.
AKP-MHP’nin Osmanlıcılık ve Türkçülük hayalleri, Türkiye’ye ve bölgemize büyük zararlar verdi. Yeni Osmanlıcılık; Türkiye’nin Batılı emperyalist sistemin egemenliğinden kurtulma olanağını tehlikeye atıyor. Üstelik Yeni Osmanlıcılık, işçilerin ve emekçilerin ağır sömürüsüne dayanıyor. Orta Doğu’dan Asya’ya Arap, Türk ve Kürt egemenleri, AKP iktidarından çok İsrail’e yakın duruyorlar. Ancak Türkiye devrimcilerinin Türk, Kürt ve Arap anti-emperyalist güçleriyle birleşme şansı bulunuyor. Halkımız ve ülkemiz için anlamlı olan da budur zaten. Yakın zamana kadar Tele1’in bölgede gördüğü ilgi de buna işaret ediyor.
Sosyalist hareket, 19 Mart eylemlerinde güç kazandı. Süreç devam ediyor. 2026 yılının, Türkiye devrimci hareketlerinin kitle bağlarının güçleneceği, kadro ve taraftar sayılarının artacağı ve sol içi ilişkilerde koordinasyonun gelişeceği bir yıl olması için çalışmalıyız.





















