Mehmet Çınar
Yaşadığımız dünyayı emeği ile var eden biz işçiler, hayatta kalmak için emeğini satanlarız. Türkiye’de yaklaşık olarak 16 milyon kayıtlı işçi var. Kayıt dışı istihdamın oranı ise yüzde 25’e yakın. Bu coğrafyada ücretli çalışan sayısı her sene yaklaşık olarak yüzde 2’lik bir artış gösteriyor. Gün geçtikte artan bu proleter nüfusun çıkarlarını korumak, yeni haklar sağlamak ve onları daha da geliştirmek amacıyla aralarında kurdukları birlikler olan sendikalar yaklaşık olarak yüzde 14’lük bir işçi kitlesini kapsamakta. Bu oran, kamuda daha yüksekken özel sektörde yüzde 7’lerde seyrediyor.
Toplumsal hareketlerin, örneğin Gezi Parkı Direnişi gibi süreçlerin yaşandığı hareketli dönemlerde zamanla artsa dahi neoliberalizmin daha da vahşileştiği günümüzde sendikalara üye işçi sayısında bir düşme eğilimi söz konusu. 2024’ün birinci ayında oran yüzde 15’e yakınken 2024 Temmuz’da yüzde 14’lere gerilemiştir.
İşçilerin haklarının birleşik temsiliyeti ile korunması ve geliştirilmesi için sendikalar sık sık Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yapmaktadır. TİS işçilerin üretimden gelen güçleri ile, tek başına olduklarında elde edemedikleri pazarlık hakkını bir arada olduklarında daha kuvvetli şekilde kazanmalarını sağlıyor. Ne var ki bugün, tüm işçilerin yalnızca yüzde 7 kadarı TİS kapsamında çalışabilmekteler.
Ülkemizdeki işçilerin büyük çoğunluğunu lise ve altı mezuniyete sahip işçilerden oluşuyor. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyon’nun (DİSK–AR) 2021 yılında yapmış olduğu araştırmaya göre işçilerin yüzde 26,5’i lise altı, yüzde 32,2’si genel lise mezunu ve yüzde 13’ü lisans mezunu durumunda. Çocuk işçilik kavramı ise giderek artıyor. Sermayeye ara eleman kazandırma adı altında çocuklar hem eğitimden kopartılıyor hem de ucuz işçi olarak güvencesiz ve kontrolsüz şekilde çalışma hayatının içine çekiliyor. Ülkemizdeki emek politikası çocukların çocukluğunu dahi yaşamasına izin vermiyor.
İşçi sınıfı tarihi süreç içinde oldukça hareketli günler geçirdi. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda en hareketli yılların elbette günümüz yılları olmadığını söyleyebilsek de bugün yine de görece sınıf hareketinin yükseldiğini, emeğin sömürülme oranının artması ve patronların daha da vahşileşmesi karşısında örgütlü çıkış yolu bulmaya çalışan proleterlerin geliştirdiği eylemlerin git gide militanlaştığını görüyoruz.
Emek Çalışmaları Topluluğu’nun 2023 İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu’na göre işçi sınıfı yaklaşık olarak her gün ortalama 4,5 eylem gerçekleştirmiştir. Bu eylemlerin gidişatı, kazanımları ve niteliklerinin farklı olduğunu kabul etsek de işçilerin kendilerine patronlarca çizilen kaderlerine razı gelmek istemediğini anlayabiliyoruz.
Tüm sendikaların etkin katılmadığı, yalnızca basit bir prosedürde sıkıştırılmış asgari ücret komisyonlarının belirlediği asgari ücret süreçlerinde ve Kamu Çerçeve Protokolü süreçlerinde eylem ve direnişlerin son yıllarda çok daha fazla görmekteyiz. On binlerce Metal işçisini ilgilendiren metal sektöründeki Toplu İş Sözleşmesi süreçleri ise grev yasaklarına rağmen kararlı ve sonuç alıcı mücadelenin en güzel örneğini oluşturuyor.
Buradan hareketle aslında hem asgari ücret belirlenmesi sürecinden ve kalabalık emekçi topluluklarını ilgilendiren diğer tüm toplu sözleşme süreçlerden yola çıkarsak işçilerin mücadelelerinde düzen içine sıkışmış sendikalara itibar etmediğini ve kendi sorununun çözümünü yine kendisinde aradığını söyleyebiliriz. Metal sektöründe birçok fabrikaya sıçrayan “Metal Fırtına” ismi ile andığımız süreç, grev yasağı ilan edilmesine rağmen hafızamıza kazınan çok önemli işçi hareketleri arasında yer aldı. Bu mücadeleci potansiyel zorluklardan bunalan ve bir çıkış yolu arayan emekçilerin çoğunda bulunuyor.
İşçi sınıfının, yasaların sokakta yazıldığını ve içinde bulunduğu durumun mücadeleyle belirleyeceğini tekrar hatırlatacağı yıllara doğru gittiğimizi ifade edebiliriz. Kadınların emek alanındaki mücadelesi ise ilham verici biçimde. Bugüne kadarki birçok grev ve direnişte mücadeleyi onlar sürükledi. Yıllarca sömürülen, emeklerine dair söz hakkı olup olmadığı bile tartışılan kadınların bir arada olmalarıyla birlikte mücadeleleri sonucunda kazandıkları başarı önemli konumda bulunuyor.
Ertelenen, yasaklanan ve milli güvenliği tehdit edici görülen grevler sermayedarların baskısı ile susturulmaya çalışılsa da sonuç hiç beklenildiği gibi olmadı. Savunma sanayiinde çalışan işçiler dahi ileri adımlar atarak yol kapatma eylemleri yaptı. Depo işçilerinin, kuryelerin hak arayışları, tekstil işçilerinin kölelik koşullarını reddetmesi, inşaat işçilerinin büyük şirketler karşısında giriştikleri eylemler, belediye işçilerinin ve diğer alanlarda bulunan tüm emekçilerin mücadeleleri son zamanlarda önemli eylemler olarak öne çıktı. Tabii bu süreçte sermayedarların da ne kadar çirkinleşebildiğini tekrar tekrar hatırladık.
Mücadeleci sendikaların varlığının yanında kimi düzen içi nitelik taşıyan sendikaların emekçilerin tüm mücadeleci girişimlerine ve militanlaşma yönelimine rağmen sınıfa yakışan iradeyi göstermekten çok uzakta kaldığını görüyoruz. Belediye işçilerinin yüz üstü bırakıldığı “1 dakikalık grev”ler, işçileri sermayenin eline bırakan emek karşıtı yönelimlerle iç içe olan birçok sarı sendikal tutuma tanık olmaya devam ediyoruz.
Pek tabii bunların yanında, işçilerin iradesini tamamen sahiplenen, onlar ile birlikte direnen, mücadele eden ve yasakları çiğneyen kararlı sendikalar da var. Bu tarz sendikalar ve üye işçiler arasında dayanışmanın gün geçtikçe arttığına da tanık oluyoruz. Kurtuluş yolu arayan işçiler farklı grev ve direnişlerde görüldüğü gibi bir çok ortak buluşma gerçekleştiriyor, birbirini ziyaret ediyor, birbirleri için eylemler yapıyorlar. Sendikacılar deneyimlerini başka sendikacılar ile düzenlenen panel, forum, söyleşi gibi etkinlikler ile paylaşıyorlar.
Sendikaların toplumsal krizlerde ve afet ortamlarında kampanyalar örmeye çalışmasına alışkınız. İşçi sınıfının da bu anlarda dayanışmacı ruhunun ortaya çıkışı şaşırtıcı bir sonuç değil. Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremi sırasında oldukça hızlı ve örgütlü biçimde harekete geçen maden işçileri, inşaat işçileri, pandemi sırasında gönüllü çalışan sağlık emekçileri bunun en güncel örnekleri olarak karşımızdalar. Mücadeleci sendikaları bir yana koyarsak büyük sendikaların bu konudaki dayanışmacı refleksleri sermayenin karşısında hak arama tutumu kadar zayıf. Örneğin orman yangını felaketinde kaybettiğimiz 10 işçiye dair sendikal sürecin etkisizliği bir tartışma konusudur. İşçilerin çalışma alanları dışında kalan fakat içinde yaşadıkları için kendilerini doğrudan ilgilendiren toplumsal başka sorunlara dair faaliyet gösteren konfederasyonlar arasından KESK’in Eğitim-Sen özelinde yürüttüğü toplumsal cinsiyet temelli atölyeler, kadın kurultayları ya da demokratik alana doğrudan müdahale olan kayyum atamalarına karşı çıkarttığı ses ve kimi federasyonların Filistin halkı ile doğrudan dayanışma kampanyalarının bazıları hala aktif olarak devam ediyor. Bunlar güzel örnekler.
İşçi hareketi doğal ittifakı olan sosyalist hareket ile tarihsel olarak oldukça güçlü bağlara sahip. Sosyalist hareket tarihsel gücünü kaybetmeye başladığı andan bu yana yine doğal olarak birlikte hareket etme yetisi kaybolmaya yüz tutmuş durumdadır. Sendikacıların organik bağı, kimi aktif öncü işçilerin dirsek teması gibi öncülerin yakınlığını bir kenara bırakırsan işçi tabanının sosyalist hareket ile bağ kurmasının güçleştiğini söylemek mümkün gözüküyor. Mahallelerde, okullarda, kampüslerde ya da kentlerde etkin olamayan sosyalist güçler görünürlüğünü de, yaptırım gücünü de, dayanışma imkanlarını da kaybettiğinden işçi hareketi yalnızlaşmış durumda. Sosyalist hareket kendi prensipleri ve rotası gereği işçi sınıfı ile mücadeleyi birlikte yürütmeyi arzulasa da her noktada beklenen ivmeyi yakalamak olanaklı olmamakta. Bununla birlikte, kaybedilen bağı tekrar kazanmaya yönelik girişimler de söz konusu. Sosyalist güçler işçi sınıfının ihtiyaçlarına cevap verecek yeni yollar üretmeye çabalıyor, örgütlülüğünü büyütmeyi deniyor. Birçok işçi mücadelesinde ve direnişinde sosyalistlerin aktif rol oynadığını gözlemleyebiliyoruz.
Emekçiler Dayanışması’nın doğrudan iletişim ve diyalog ile emekçilerin ortak mücadelesi için ilişkiler kurarak birleşik bir mücadele zemini kurmayı amaçladığı fark ediliyor. Bu hattı kurabilmek için farklı mücadele odakları ile bir araya gelebilmek, fikri tartışmaları bir kenara bırakıp aynı amaca benzer doğrultudan gidilen diğer güçlerle ittifak olmaktan çekinmemek ve tartışma ortamını çeşitlendirebilmek için farklı kurumlarla eylem ve etkinlikler düzenleyebiliyor. Birlikte iş yapmaya, dayanışma ilişkileri kurmaya açık bir yanı var. Bu yaklaşıma sahip güçlerle yan yana gelmeyi daha da geliştirmeliyiz. Birbirinden ayrı yerlerde duran ancak benzer iddialar taşıyan güçler olarak birbirimizi engel olarak değil olanak olarak görmeliyiz. İşçi sınıfının birliği ve kurtuluşu, aynı zamanda onun ve tüm toplumun kurtuluşunu amaç edinen devrimci güçlerin de birliğinden geçmektedir.
Sınıf mücadelesini bağımsız ve dayanışmacı biçimde ele alan bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Grupçuluğa mesafeli, egemenlik ilişkilerinin hakim olmadığı ve bağımsız çizgide hareket eden bir güç yaratılması şart. Mücadele eden güçler arasında böyle bir kültürün geliştirilmesi gerekiyor. Bir yandan mücadele gruplarımızı geliştirmeye çalışırken öte yandan ortak paydamızın yani mücadelenin bütününün geliştirilmesine de olanaklar yaratacak bir anlayışı, mücadele metodunu ve tarzı bulacağız, bulmalıyız. Bizi birliğimi ve dayanışmamız kurtaracaktır.






















![KRİZDEN ÇIKMA YOLLARI: NEOLİBERALİZM – YENİ MUHAFAZAKÂRLIK “SEMBİYOZU”[*]](https://odakdergisi2.com/wp-content/uploads/2025/11/Neoliberalizm-1024x683-1-100x70.png)
