CHP’nin eylemliliği, iktidarın Kürt hareketiyle süreci ve devrimci güçler

0
578

Murat Karayel

Odak yazarlarından Murat Karayel, Direniş Hareketi davasından aralıksız 25 yıldır hapiste yatıyor. Kırıkkale hapishanesinden dışarıdaki mücadele arkadaşlarına yazdığı mektubun aşağıdaki bölümünü Odak okurlarıyla paylaşıyoruz. Murat Karayel sosyalist solun anti-emperyalist halkçı cepheleşmeye önderlik etmesini öneriyor. 30 Mayıs tarihli mektuptaki değerlendirmeler hala çok güncel – Odak Dergisi.

İktidar ne kadar bunalttıysa; meşruiyetine inandığı, karşı ses çıkarabileceği alanlara insanların aktığını gördük. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasinin iptaliyle tetiklenen süreç bu bakımdan beni heyecanlandırdı. Eylemlerin mekanik kavranışı yerine açığa çıkardığı potansiyelin heyecanın gerekçesi olduğunu söylemeliyim. 

CHP’nin sokak çağrısı 

CHP sokak çağrısına beklediğinden güçlü karşılık buldu. Şaşırmış olmalılar ama şaşkınca davranmadılar. Öğrenci gençliğin direnişi daha ilk günde çağrıyı yapanları aştı ve ileriye itti. Özgür Özel’in kitleyle, özellikle gençlerle iletişimi fena değildi. İtkiye direnmek yanlışına düşmedi; onlarla buluşabilmek arayışını hissettirdi. Böylelikle gençlik hareketi geleneğine ve kitlesel halk muhalefetine yeni bir halka eklendi. Liselilerin eylemlerinde olduğu gibi, sonrasındaki her protesto ve hak arayışı bu harekete eklenerek güç katıyor ve ondan destek buluyor. 

Sürecin Gezi ile kıyaslandığı oldu. İkisi arasında süreklilik ilişkisi kurmak bence yersiz. Eylemlerin kitselliği, yaygınlığı benziyorsa da Gezi’nin görece üstün ve tercih edilir yanları vardı. Bu sürecin ayırt edici yanı ise ’’budur’’ denilebilecek açıklıkta önderliğinin olmasıdır. CHP’nin azıcık kararlı, tutarlı davranması halk hareketinde önderliğin varlığı ile yokluğu arasındaki farkı göstermeye yetti. Bu sayede somut hedefler konabildi ve hareketin sürekliliği sağlanabildi. Saraçhane günleri ile şimdilerdeki mitingleri devamlılık ilişkisi olarak ele almak gerekir bence (Saraçhane günlerini mitinglerden keskin biçimde ayıran, öğrenci gençlik eylemlerine odaklanırken CHP’nin rolünü tümden yok sayan görüşlere rastladığımdan bunları söyleme gereği duydum). 

Toplumsal hareketleri tekil nedenlerle açıklama girişimleri, açıkladığından çoğunu örtmekle sonuçlanabiliyor. Doğa tahribatı ne kadar Gezi’deki kitleselliğin nedeni sayılabilirse; diploma iptali İBB’ye operasyonda o kadar şimdiki halk muhalefetinin nedenidir. Bunlar sadece kitlelerin eyleme geçme sürecini hızlandıran ve eylemin biçimini koşullayan faktörlerdir. Asıl olan tarihsel ömrünü doldurmuş iktidarın siyasi ve moral meşruluğunun sorgulanması ve fiilen sınırlandırılması arayışıdır.

CHP’nin değişimi, seçim stratejisi, politikaları üzerine fikir yürütmek sosyalistlerin görevi olabilir mi? Daha açık söylersem, CHP’nin belirleyici göründüğü süreçlerle sosyalistler nasıl ilişkilenmeliler?

Sosyalistlerin başka bir öznelliğe düşmek yani CHP’ye ’’akıl vermek’’ hatasından kaçınabilmek için; bu yöndeki girişimlerin, eksisi-artısıyla CHP’nin varlığını verili durumun parçası kabul etmekle işe başlaması, desteğini aldığı kitlenin devrimcilere en yakın halk kesimi olduğunu gözetmesi gerekir. Bu yapıldığında verili durumun olası sonuçlarının halkın bilincine ve demokratik muhalefetin seyrine etkileri hakkında öngörü sahibi olunarak mücadelede tutum belirlenebilecektir. Yani değiştirmek için mücadele ettiğimiz verili durumun somut (çok yönlü) kavranışı ışığında, sosyalist bakış açısıyla mücadelenin güncel görevlerini belirleyebilmeliyiz. Bu yaklaşımda daha verili durum sorunsallaştırılırken çözümü-sonucu veri haline getiren ideolojik kestirmeciliğin (tek yanlılığın) yeri yoktur. Dolayısıyla ne CHP’nin olumlu bir yanından söz etmek ona yedeklenmek, umut bağlamak anlamına gelir; ne de olumsuzluklarını sıralamak, düzen partisi olduğunu hatırlatmak mücadelenin güncel sorumluluklarını ikame eder. 

CHP, bugüne kadar tespitlerinin gereğini parlamenter zeminde yapmaktan bile uzak durmuştu. 20 Temmuz darbesinden söz etmiş fakat olağan pratiğine sadık kalmıştı. ’’Diktatörlük’’, Anayasa ihlali eleştirilerini duruşuyla desteklememiş; meslek örgütlerini, Kürt siyasetini, demokratik güçleri hedef alan baskıya iktidarın çizdiği sınırları zorlayan bir tepki göstermemiş, yer yer ihlallerin ve baskının parçası olabilmişti. Her bir sorunun çözümü için sandığı adres göstermiş, seçim başarısını da masa başı siyaset mühendisliğine bağlı ele almıştı. Defalarca tekrarlanan seçim hilelerine; devlet olanaklarının istismarına yakınmaktan başka tavır geliştirememiş; 1947’nin Demokrat Partisi kadar bile tutarlı ve net davranamamıştı (DP’nin 1947 Kongresi’ndeki ’’Hürriyet Misakı’’ hatırlanmalı). Omurgasını reklamların oluşturduğu seçim kampanyalarıyla, trol ordusu özentisiyle seçmen manipülasyonu hedeflerken programındaki kadar dahi ’’sol’’ olamamış; sadece sağ değil, sığ siyasete demirlemişti. 

Kitle dinamizmine mesafeli bu tarzın özgüven, umut değil; en fazla beklenti yaratabildiği C. Başkanlığı seçimlerinde görüldü.

Bugünün meselesi ise gelişen halk muhalefetinde CHP’nin rolü ve bunun mücadele açısından sonuçlarıdır. CHP’nin pratiği tespitleriyle şimdilerde daha uyumlu. 19 Mart için darbe dedi ve ’’Bizi sokağa çekmek istiyorlar, oyuna gelmeyiz’’ sığlığını aşarak sokak çağrısı yaptı; eyleme geçerek oyunun kurallarını değiştirdi. İktidarla söz dalaşı biçimindeki muhalifliğinin yalandan nezaketini terk etti. Çoğu zaman dikkate alınmayan tüketim boykotu dahi, bu koşullarda iktidarı savunmaya itebildi. Halkın dinamizmi sayesinde ’’vurduğu yerden ses getirdi’’ denebilir. Saraçhane günleri, Yozgat, Beyazıt alışılagelen düzen partisi mitinglerinden öte halkın mücadele potansiyelinin açığa çıktığı eylemlerdi. 

Evet, CHP düzen partisidir; demokrasi ve özgürlük ufku üç karış bağımsızlık perspektifi pusludur. Bir yandan Denizlerin mücadelesini övüyorken öte yandan NATO, AB güzergahında bulunabilmektedir. Dünkü haline dönmesi mümkündür. Ne var ki bunların hiçbiri kendi sorumluluklarını, iddialarını CHP’ye yüklemeyen devrimciler için halkın mevcut dinamizmine mesafe koyma gerekçesi olamaz. Mesafe koymak, bazen Saraçhane günleri ile sonrası arasındaki sürekliliği ve/veya hareketin tümü ile gençlik eylemleri arasındaki bağı görmezden gelmek biçimini alırken: bazen CHP’yi mahkum ederek süreci bütün olarak değersizleştirmek biçimini alıyor. 

İktidarın muhtemel hareket tarzları

Bu dönemin CHP’de de kalıcı izler bırakacağını sanıyorum. Değişim lafla olmuyor, her zamankinden farklı bir pratik eşlik ettiğinde olasılık haline gelebiliyor. Hatta tek başına söz değil ama tek başına yeni pratik, faili, sonuçlarıyla yüzleştirerek dönüştürebiliyor. 

CHP’nin kolayca geri dönemeyeceği bir noktada sokağı terk etmesi, halkın taleplerinin ifade alanını meclisle sınırlama girişimi, yenilgiyi peşinen kabul etmesi olacaktır. Dalga dalga operasyonlarla, Kurultay davasıyla buna zorlanıyorsa da böylesi basit uzlaşıyla geri çekilmesinin ardından daha şiddetli saldırıya uğrayacağını bilmiyor- öngöremiyor olamaz. CHP’nin uzlaşarak veya edilgence geriye çekilmesi halinde; muhalefetin tümünü ezerek iktidarın gelecek yıllarını güvenceye almak; rejimi kalıcılaştırmak üzere kamusal alanın, devlet kurumlarının ideolojik dönüşümününü tamamlamak hedefiyle bugünkünden kapsamlı saldırılar gelecektir. Erken ya da değil- seçime kadar halk muhalefetinin sürekliliği sağlanabilir ve seçim kazanılabilirse, bu defa da şimdiki iktidarın sanık olduğu sert bir hesaplaşma başlayacaktır.

Olasıkların şiddetli ve kapsamlı hesaplaşmayı işaret etmesi CHP’yi sokakta ısrarlı davranmaya zorluyor. İktidarı ise emniyet-adliye arasında CHP’yi boğarak halk muhalefetini etkisizleştirmek ya da halk muhalefetini şiddetle bastırıp CHP’yi boğmak seçeneğine zorluyor. Fakat bu hareketi şiddetle; kolluk, adliye, cezaevi üçgeninde boğmakta ısrar işleri tümden karıştırabilir (O sebeple CHP’yi boğarak sokak muhalefetini etkisizleştirmek, bastırmak yönelimi ağır basıyor bence). Sokakta karşı karşıya gelmek (Bahçeli bu tehdidi dillendirmişti, Erdoğan sıkça ima ediyor) yani iç savaşa yönelim gündeme gelebilir. 

Karşıt uçlar olmasına rağmen devlet aklı da, devrimin vicdanı da iç savaştan kaçınmayı emreder. Ne var ki, akıl olayların seyrine her zaman hükmedemez. Kısa vadeli, kişisel çıkar hesaplarıyla yapılan hamleler öngörülmedik sonuçlar doğurabilir. O zaman akılda tutulması gereken, iktidar cephesinin çekirdek tabanının özgüveninin dünkü kadar (hele 15 Temmuz’u takip eden günlerdeki kadar) yüksek olmadığıdır.

Seçmen desteğini kaybetmişken iktidarını devlet kurumları aracılığıyla koruyanların aynı gücü sokağa seferber etmeleri düşünülemez mi? Fesat bir elin memurlar, mesela bekçileri sivil kılıkla sokağa salması ihtimali yok mu? Ülkesine ve halkına bağlı olan, akıl ve vicdan sahibi olan yapmaz. Demek ki mutlak süratle yapılamaz- yapılmaz denemiyor. Böylesi de iç savaşı tetikleyebilir ama sürdürülmesini sonuç alınmasını sağlayamaz. İçeriden ve dışarıdan öngürülmedik müdahalelerle de düşünüldüğünde belki tarafların beraberce mahvına yol açar. 

Ne kurgular yaparmışım! Insan tutsak kalıp da eli işe değmeyince zihninin maceracılığı kendini gösteriyor. Boşuna değil tutsak düşenlerden eli kalem tutanların şiir yazmakla işe başlaması.

Devrimci güçler 

Yıllardır halkın öfkesinin, tepkisinin biriktiğini tespit ediyoruz. Kitlesel halk hareketlerinin ne zaman hangi gerekçelerle, hangi biçimlerde gelişeceğinin öngörülemez olduğunu biliyoruz. Her an hazır olmak gerektiğinin farkındayız. Halk hareketleri depreme benziyor, sükunet bir anda tersine dönüyor ve bunu yaratan potansiyeli dikkate almayıp hazırlanmayanlar sağa sola koşuşturuyor panik havasında. Devrimci güçler bugüne kadar halkın eylemine meşruiyet alanı yaratamadı, tepkilerin ifade edebileceği örgütsel biçimler geliştiremedi ve kitlesel halk muhalefetine hazırlıksız yakalandı. Taraftarlarıyla bağlarını böyle pratik süreçlerde varlığını hissettirecek kadar canlı tutamadığı görüldü. 

Devrimci, Sosyalist güçler birlik ve dayanışma organizasyonlarıyla ortak inisiyatiıf geliştirebilselerdi  daha 19 Mart günü kitlesel muhalefette etkili olabilirler, CHP’yi halkçı çizgiye zorlayabilirler, yarınlar için halka güven veren bir deneyim yaratabilirlerdi.

Protestolarda etkili olunamadıysa da, önümüzdeki dönemde hayati roller üstlenebilecek ortak inisiyatif ve pratikleri örgütlemek için geç kalınmış değil. Çalışma, ilerleme ve ortak hareket için koşullar şu an daha elverişli.

Büyük ideallere bağlanmak ne kadar ezilmiş, sömürülmüş olursa olsun bireycilerin, edilgenlerin işi değildir. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm, devrim gibi idealleri umutlu, özgüven sahibi yurtseverler benimseyebilirler. Ve onların direnişçiliği ile donandığında idealler somut hedefler, gerçek alternatifler haline gelir. Gençlik başta olmak üzere halkın ruh hali bu yönde dönüşüyor. Sadece kendi geleceğiyle ilgilenerek herhangi bir yoldan parayı bulmak işgüzarlığı değil; ülkesinin, halkının ve ancak onun parçası olarak kendisinin kaderinde rol sahibi olmak isteği ve bilinci gelişiyor. ’’Kurtuluş yok tek başına…’’ düşüncesinin gördüğü kabul dikkat çekiyor. Gözaltını, tutuklanmayı göze alan gençler halk iradesini şekillendiriyor. 

“Bağımsız, Demokratik Türkiye’’ şiarını öne çıkarmanın, emperyalizm karşıtlığını kuvvetle vurgulamanın uygun olduğu bir dönemdeyiz. Hayli genel görünmekle birlikte, altı doldurulduğunda dönemin özgünlüğünü yakalayan bir şiar: Neyi savunmayı, neye karşı olmayı ifade ediyor? Bizi kimlerle buluşturuyor, kimlerden ayrıştırıyor?

Bağımsız, demokratik Türkiye şiarı, bugünü, halkın hafızasında sağlam yer edinmiş Kurtuluş Savaşı’nın işgal karşıtı anti-emperyalizmine, 60’ların-70’lerin devrimci sosyalist mücadele geleneğine bağlamakta; yarınlar için halkçı iktidar hedefini göstermektedir. Kitlesel halk muhalefetinin taleplerinin devrimci ifadesidir. 

Türkiye’nin yeni bir tepeden değişim dalgasına ihtiyacı yok. CHP bugün halk dinamizmine dayanan, kitlesel protestolara meşru olan açan aktör ise de olası iktidarında halkın seçmene indirgeneceği; iktidar referansının halk iradesi değil ’’seçim tercihi’’ olacağı kesin. 

Geçen seçimlerde HDP’ye verilenler dahil sosyalistlerin 2 milyon kadar oyunun olduğu hesaplanmıştı. Kanaatimce devrimci, sosyalist mücadelenin etki alanı daha geniştir; ama bu kadarı bile ortak inisiyatif geliştirilmesi halinde, anti emperyalist halkçı cepheleşmenin inşasına öncülük iddiası için sağlam temeldir. Böyle bir cepheleşme yurtsever güçlerle Kürt hareketinin fiili ittifakını mümkün kılacaktır. Sadece bugünün kitlesel halk muhalefetinde etkili olmayı değil; kimin iktidarda olduğuna bakılmaksızın halkçı iktidarın kurucu dinamiği olma iddiasını gündeme getirecektir. Şimdiden böyle bir cepheleşme yaratılabilir yaratılabilirse; halkı bireye indirgeyen, kolektif irade inşası ile çelişkili olan seçimler bile radikal değişim talebiyle halk iradesinin ifade alanına dönüştürülebilir.

Kürt hareketiyle süreç 

”Terörsüz Türkiye” söylemiyle çıkılan yolda, iktidar henüz adım atmamışken, ulusal hareketin silah bırakma ve fesih kararı almasına kadar gelebilmesi “süreç açık yürütülüyor”, “pazarlık ve benzeri yok” iddialarıyla hiç bağdaşmıyor. Adımların şimdiye kadarki tek taraflılığın, çağrının Bahçeli’den gelmesi, karşılıklı nezaketin Öcalan’a şükran boyutuna varması (ve tersten Erdoğan’la Bahçeli’ye sıkça edilen teşekkürler), az bilinen süreci sorgulamaya mecbur ediyor.

Bahçeli bir gece hayırlı rüya görüp de çağrı yaptı veya uluslararası durumu ancak idrak edebildi fikrinde değilsek; çağrıya zorlayan güçleri ve ardındaki uzlaşıyı sorgulamamız doğaldır.

Çağrının, bölge yeniden şekillenirken iç birliği güçlendirmek amacıyla yapıldığı söyleniyor. Hangi koşullarda buna gerek duyulmazdı? Türkiye Suriye’de gerçek anlamda güç ve etki sahibi olarak güvenlik mimarisinin şekillenmesinde rol alabilseydi böyle bir çağrı mı yapılırdı, savaş mı tırmanlandırılırdı? İktidar için mevcut yönelim tercih midir, mecburiyet midir? Tercih ise niye şimdi? Mecburiyet ise kaynağı ne?

Bana öyle geliyor ki, iktidar mecbur edilerek ABD marifetiyle kapsamlı uzlaşı sağlanmış, yapılacaklar takvime bağlanmış ve ciddi sapma olmadan plan uygulanıyor. Bu “milli birlik” şeysinden haklar neyine sonuçlar çıkmasını beklemiyorum.

Türkiye’ye, bölge siyasetinde denklem dışına itmekle Kürtlerle uzlaşı seçeneklerin sunulduğu kanaatindeyim. Uzlaşmanın da İsrail ile ilişkiler, Suriye’de üstlenecek rol, İran ile ilişkiler gibi geniş kapsamlı taahhütler barındırdığını düşünüyorum. 

Sürecin haklar açısından sonuçlarının işareti Suriye’de görüldü. Lazkiye’de katliam olurken Colani ile anlaşma imzalandı. ABD helikopterleriyle masaya kadar götürülerek Colani iktidarının meşruiyetinin en sorgulanır olduğu anda, bu anlaşmayla uluslararası itibarı yükseltildi. O güne kadar katliama karşı duruşu öne çıkaran DEM’in takip eden günlerde duyarsızlaştığını gördüm. Akşener ile Alevilere de güvence sağlandığını iddia ettiler. Hem iddia inandırıcılıktan yoksundu hem de HTŞ’nin bağlı kalacağı belirsizdi.

Silah bırakma gibi sonuçların sosyalist hareketin önündeki bariyerleri azaltılabileceği düşünülebilir. Yanlış eylem çizgisinin vereceği zararın ortadan kalkmasının, şovenizme can suyu taşıyan kanallardan birinin tıkanmasının kısmi olumlu etkileri mümkündür. Fakat Kürt milliyetçiliğinin zayıflaması, emek örgütleri ve benzeri içindeki milliyet temelli ayrışmaların sonlanması beklenmemeli. Oysa, sosyalist hareketin gelişime dinamikleri bunlar ilkinden fazla zarar verdi.

Beklemenin aksine bu süreç tamamlansa bile Kürt milliyetçiliği yükselebilir, üstelik devrimci yönü törpülemiş ve devlete angajman eğilimi güçlenmiş halde yükselebilir (Türkiye devrimci hareketi devletle ilişkisinde aşılıdır. Türk halkının, Türk ulusunun devleti vb. değil “oligarşik devlet” vb der. Ama şimdilerde “Türklerle, Kürtlerin devleti” olarak söz edildiğini duyuyoruz). Devrimci şiddet çizgisinden kopuşla Devrimci Yolun sekterlikten kurtulabildiği kadar kurtulabilir, Kürt hareketi milliyetçiliğinden.

Hem Kürt milliyetçiliğinin yükselebileceğini, hem devlete angaje olma eğiliminin güçlenebileceğini öngörmek çelişkili gibi görünebilir. ”Barış”ın İslami referansla  dillendirilmesini düşünmek lazım. Bu noktada “milli birlik“  Türklerle Kürtlerin birlikte uluslaşması iddiası ise mümkün değil, şayet meşruiyet referansı ulusal kimlik değil de din olan devletten söz etmiyorsak. MHP çevrelerinde, süreci birlikte uluslaşma olarak savunanlar görünüyor. Böylesi ulusu referans yapmayan devlet anlayışıyla ya din devleti ya halkçı iktidar -emekçiler devleti olabilir. Kürt ulusallığının geldiği noktada başka türlü olabileceğini sanmıyorum. İktidarın süreci kendi çıkarları doğrultusunda yönetme, DEM ile MHP’yi buluşturmanın nimetlerinden yararlanma arzusu üzerine söz etmem gerekli değil. Bazı sosyalist devrimci grupların ulusal hareketin tüm tercihlerini meşrulaştırmayı, her yaptığını desteklemeyi görev bilmesi artık çok daha vahim bir yanlış. Mevcut halk muhalefetine mesafeli durmaları da aynı motivasyonun ürünü olsa gerek. Tüm çabalara rağmen DEM’in  tabanında bütünlük sağlaya bildiğini sanmıyorum. 

Kısacası bu sürecin en hayırlı çıktısı cezaevi mevcudunu azaltmak olabilir. Onda bile dalavere olması ihtimali var. Biz şanslılardan sayılırız 25 yılı geride bırakmış müebbetin, onu elimizden alamazlar. TMK‘da değişiklikle infazların eşitlenmesi gibi şeyler ya da Öcalan için müebbet İnfazında yapılacak değişiklikler buradan kovulmamız için yeterli olabilir. Tamam mı devam mı belli olur  yeni yıla varmadan.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.