Odak Dergisi
19 Mart sürecinde, bozkurt işareti yapan ve kurt bayrağı taşıyan bazı gençlerin direniş barikatlarında yer alması dikkat çekiciydi. Sosyalistlere mesafeli duran bu gençlerin, aynı zamanda AKP-MHP iktidarına karşı çıkan özgürlükçü söylemleri, taşıdıkları sembollerle tezat oluştursa da, üzerinde düşünülmeyi hak eden bir olguydu. Ülkemizde bir süredir, İttihatçı siyasal çizginin ihtilalci yönünün vurgulanması ve Enver, Talat, Cemal Paşa gibi İttihatçı liderlerin özellikle yeni kuşak arasında sıkça anılması da ilgi çekicidir. Kamuoyunda “yeni nesil milliyetçilik” olarak adlandırılan bu eğilim, gençler arasında yayılıyor.
Hatırlayalım, “apolitik”, “duyarsız”, “bencil” gibi sıfatlarla tanımlanmaya çalışılan Z Kuşağı, bir anda sokaklarda diktatörlüğe karşı direnişin ön saflarında yer aldı ve kendisine yüklenen tüm bu kalıpları yıktı. Z Kuşağı tartışmalarını gündeme taşıyan BBC bile, “üniversitelerde ve liselerde korkunç bir siyasallaşma yaşanıyor” ifadesini kullanarak, gençler arasında hem milliyetçiliğin hem de solun yükseldiğine dikkat çekti. Bu yazıda, söz konusu “yeni nesil milliyetçilik” olgusunu inceleyeceğiz: Gençler arasında milliyetçilik nasıl gelişiyor ve bu milliyetçiliğin olumlu ve sorunlu tarafları neler olabilir?
Aslında milliyetçi söylem ve eğilimler yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada yükselişte. Filistin, Lübnan, Yemen, İran ve Latin Amerika’daki anti-emperyalist milliyetçilik; Avrupa’daki aşırı sağ yükseliş; Ukrayna’daki neo-Nazi milliyetçiliği, Rus milliyetçiliği, ABD’de Trump’ın kazandığı güç; Güney Amerika’daki bazı faşist gelişmeler ve Hindistan’daki aşırı milliyetçilik bunun örnekleridir. Bu yükselişe, emperyalist paylaşım mücadeleleri, ekonomik belirsizlikler, neoliberal politikalar, etnik gerilimler, savaşlar ve mülteci krizi gibi nedenler gösteriliyor. Ancak Ortadoğu ve Latin Amerika’daki anti-emperyalist milliyetçiliğin arkasında, ABD emperyalizminin yarattığı tehdidin önemli bir rol oynadığı açıktır.
Emperyalist ve Siyonist saldırganlık Filistin, Lübnan, Yemen ve İran’da anti-emperyalist bir milliyetçiliği tetiklerken; Kürtler, Azerbaycan Türkleri, Ermeniler ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri halkları arasında ise Batılı emperyalistleri “kurtarıcı” olarak gören bir milliyetçilik gelişmektedir. Batılı güçler, bu ikinci tür milliyetçiliği Kafkasya ve Orta Asya’da yaymaya çalışıyor. Latin Amerika’daki milliyetçilik ise çoğunlukla emperyalizm karşıtı bir karakter taşır.
Türkiye; ABD, Avrupa emperyalizmi ve İsrail tehdidi altında olduğu için, Irak, Filistin, Lübnan ve Libya’daki gelişmelerin ardından ülkede milliyetçi söylemlerin güçlenmesi gayet doğal bir tepkidir. Emperyalizm ve İsrail, ulus devletleri zayıflatarak, kendilerine direnemeyecek yapılar inşa etmeyi hedefliyor. MHP ittifaklı AKP iktidarı, CHP muhalefeti ve Kürt milliyetçi hareketi de bu sürecin kolaylaştırıcısı durumundadır. Türkiye’de yükselen milliyetçiliğin arkasında, tekelci sermayenin ortak dile ve kültüre sahip coğrafyanın halklarını kullanarak güçlenme hırsı da çok önemli bir etkendir.
Tekelci sermayenin yaydığı Türkçülük, kesinlikle emekçileri ezen ve aldatan gerici bir akımdır. Ne var ki bu akım, anti-emperyalist yurtsever, aydınlanmacı ve halkçı biçimlerle karışık şekilde pazarlanmakta olduğundan gençleri cezbedebiliyor. Cumhuriyet’i, bağımsızlığı, laikliği ve eşit yurttaşlığı savunan yurtsever gençlerin, sosyalist harekete değil de, özünde milliyetçilikle dahi alakası olmayan Zafer Partisi, İyi Parti gibi NATO projesi yapılara ilgi duyuyor olmasının bizim cephede de sebepleri var. 1960’lar ve 70’lerde, ülkenin bağımsızlığını savunan yurtsever gençliğin ve halkın adresi devrimci hareketlerdi. Hatta 1960’lı yıllarda milliyetçilik, YÖN, TİP ve MDD saflarında sosyalizme açık, anti-emperyalist ve halkçı bir yurtseverlik olarak anlaşılıyordu. Türkiye solu, 1960’lı yıllarda işbirlikçi sermayedarları dıştalayan ve bütün demokratik güçleri kapsayan bir proleter devrimci yurtseverlik geliştirmesi sayesinde, ülke politikasında aktif bir konuma gelmişti. Ne yazık ki Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından sosyalist hareketler zayıfladı. Ayrıca sosyalist hareketin anti-emperyalist ve anti-faşist yurtseverlikten uzaklaşarak meydanı NATO’cu milliyetçiliğe bırakması, sola büyük güç kaybettirdi. “Sosyalist Solda Türkofobi” yazımızda da bu soruna dikkat çekmiştik.
Yukarıdaki gelişmeler nedeniyle, Türklük adına Balkanlar’dan Orta Asya’ya uzanan coğrafyada, emperyalistlerle işbirliği yaparak Türk halklarını sömürmeyi ve onların sırtından yükselmeyi hedefleyen burjuva siyasetçilerin önü açıldı. Türk Devletleri Teşkilatı da, burjuvazinin oluşturduğu gerici bir “Türklük” anlayışını geliştirme eğilimindedir. Bu devletler, ABD emperyalizminin ve İsrail’in gözüne girebilmek için birbirleriyle yarışıyor.
Bugün gençlik arasında yükselen yeni milliyetçilik akımında ne yazık ki bu gerici güçlerin etkisi bulunuyor. Toplum manipüle edilerek “Türklük”, MHP, İYİ Parti veya Zafer Partisi’nin temsil ettiği bir kimlik olarak dayatılmaya çalışılıyor. Elbette bu partilerin taraftarları arasında samimi yurtseverler de var. Ancak bu siyasi geleneğin mayasında, hakları için mücadele eden emekçilere, öğrencilere ve emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi veren devrimci gençliğe karşı bir düşmanlık vardır.
ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri tarafından beslenen MHP milliyetçiliği, devrimcileri “Türkiye ve Türk düşmanı” olarak yaftalamıştır. Bu, klasik bir CIA taktiği olageldi. Yalnızca Türkiye’deki MHP yöneticileri ve darbeci generaller değil, ABD’nin maşası olan Latin Amerika diktatörleri ve o ülkelerdeki faşist hareketler de aynı taktiği kullandı. NATO milliyetçisi bu güçler, ülkenin emperyalizme bağımlılığına karşı çıkan devrimcileri halktan koparmak amacıyla vatan haini ilan etmekteydi. Ne yazık ki, özellikle 1990 sonrasında anti-emperyalist devrimci gençlik hareketinin etkisiz kalması nedeniyle, bu sahte milliyetçilik toplumda yer edindi. Böylece, bu toprakların insanları olan Kürtleri ve Ermenileri düşman belleyen hastalıklı bir “Türklük” anlayışı alabildiğine yayılma imkanı buldu. Kürtlere ve Ermenilere karşı örgütlenen bu Türklük anlayışını, en tehlikeli milliyetçilik türü olan şovenizm olarak nitelendiriyoruz.
Ulusal çevrelerin gençler arasında sempati yaydığı İttihat ve Terakki’nin çıkışında elbette güçlü ilerici yanlar vardı. Gençliğin İttihat ve Terakki ve Kurtuluş Savaşı dönemindeki yurtsever ve aydınlanmacı militanlığa sempati duyması bu anlamda olumludur. Ancak İttihat ve Terakki liderleri Alman emperyalizmiyle işbirliği içerisinde coğrafyamızı felakete sürüklediler. On binlerce asker yok yere öldü ve emperyalistlerin kışkırtması sonucunda Ermeniler, Rumlar ve Türkler birbirini boğazladı. Bu süreçte Ermeni, Rum ve Süryani katliamları meydana geldi. Mustafa Kemal milliyetçiliği daha derli toplu nitelikte olmasına rağmen, özellikle Kürt halkıyla ilişkide çok önemli sorunlar bıraktı. Mustafa Kemal milliyetçiliğinin işçi ve emekçileri değil zenginleri ve üst sınıfları önemsemesi de önemli bir kusurdu.
Devrimciler, milliyetçilik yerine anti-emperyalist proleter yurtseverliği benimser. Bununla birlikte, bugün milliyetçi akımların etkisindeki gençleri tehdit olarak görmek doğru değildir. Emperyalizmin ve Siyonizmin ülkemiz için ifade ettiği tehlikenin farkında olan, emekçilere yakın, halkını seven ve ilerici değerleri sahiplenen, şovenizmden uzak bir milliyetçilik anlayışına sahip insanlar, coğrafyamızın umudu olarak görülebilir. Türk bayrağına, ulusal sembollere, vatana ve halka içten bir sevgi ve saygı duyan, hiçbir özel çıkar gözetmeksizin ülkesi için çalışabilecek gençleri, Denizlerin ve Mahirlerin yolunda yürüyebilecek insanlar olarak değerlendiriyoruz. Anti-emperyalist yurtseverlik ülkemizin Kürt ve Arap gençleri arasında da mevcuttur. Emperyalizmin etkisindeki ezilen ulus milliyetçiliği de asla aşılamayacak bir engel olarak görülmemelidir. Gençler, birbiriyle yapıcı anlamda tartışabildikçe ve anti-emperyalist, anti-faşist mücadelede birbirleriyle dayanışabildikçe, önyargılarından kurtulma olanağına kavuşacaklardır. Gençliğin bu önyargıları sorgulayıp aşmasına yardımcı olabilirsek, emperyalizme, Siyonizme ve onların beslediği faşizme karşı büyük bir mücadele gücü yaratılabileceğine inanıyoruz.

























