Şevval Özdemir
Sosyalist mücadelenin tarihine baktığımızda, mücadeleye büyük katkılar sunmuş kadınlarla karşılaşırız. Lakin günümüzde, çoğu insan, sunduğu katkılarla mücadelenin öznesi olmuş kadınların isimlerini dahi hatırlamaz. Hatırlanan kadınlar maalesef ki çoğunlukla “…’nın eşi” şeklinde bir hatırlanmaya maruz kalıyorlar. Sosyalist mücadelenin özneleri olmuş kadınları okurlarımızla beraber öğrenmek adına, Özne Kadın İnisiyatifi olarak Sosyalist Tarihin Kadın Özneleri adıyla bir yazı serisi başlattık. Bu yazı serimizin ilkinde, yine çoğunlukla “Mihri Belli’nin eşi” olarak anılan Sevim Belli’yi, kadın sorununa bakış açısını ve sosyalizm mücadelesini ele alacağız. İyi okumalar dileriz…
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, sosyalist mücadele içerisindeki birçok kadın eşlerinin ismiyle anılıyor. Sevim Belli de bu kadınlardan birisi. Eşi Mihri Belli ile cezaevindeyken, 1957 yılında evlendiler. Sonrasında daha çok “Mihri Belli’nin eşi” olarak anılmaya başladı. O, eşinin gölgesinde kalmayı doğru bulmayan, buna karşı çıkan kadınlardandı. Bir panelde “Mihri Belli’nin eşi” olarak tanıtılınca, “Mihri Belli, Sevim Belli’nin eşidir” dedi. Aslında baktığımızda, bu cümlesiyle mücadelenin öznesi olduğunu çok güzel ifade etmektedir. Fakat biz yine de ona ve yaptıklarına daha yakından bakalım:
Sevim Belli (Tarı), armatör dedesi Rıza Kalkavan’ın yanında, Beylerbeyi’nde bulunan Nazım Kalkavan yalısında büyümüş; dolayısıyla zengin bir ailenin, iyi eğitim görmüş bir kızıydı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmesinin ardından, Amerika ve Avrupa’da uzmanlık eğitimi aldı. Ancak ömrünün çoğunu mesleğini yapamayarak sosyalist mücadelenin içerisinde geçirdi. Bu yolda hapis yattı, sürgüne gönderildi… İstese iyi bir kariyer, zenginlik elde edebilecekken; yoksul, ezilen halkın derdini kendi derdi bildi, onların mücadelesine ses oldu. Sosyalist mücadeleyle tanıştığında; hastalıkları değil, hastalıklara neden olan sistemi tedavi etmek gerektiğine inandı ve hayatını da ona göre yaşadı.
1946’da üniversite öğrencisiyken ilk kez gözaltına alındı. O zamanlar tabii kitaplara da yasak vardı. Clara Zetkin’in Kadın ve Sosyalizm isimli kitabını yakalatan Belli, o kitap sebebiyle gözaltına alındı. Belli’nin kadın sorununa bakış açısını yazımızın ilerleyen bölümünde ele alacağız.
Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ne yönelik geniş gözaltı operasyonundan nasibini alan Belli, gözaltında Sabahattin Alî ile olan anısını şu şekilde aktarır:
“Ya boş atıp dolu tutmak istiyorlardı ya da karıştırmıştı istihbaratı veren. Her neyse. Sabahattin Alî’yi getirdiler. Temiz, pak, çevik hareketli, gecenin o saatinde dinç, kısa boylu, saçları erken ağarmış, gözlüklü bir adamdı. Sabahattin Alî’ye beni tanıyıp tanımadığını sordular. Kısaca ‘Maalesef’ diye duraksamadan hemen yanıtlayıverdi. Öyle çabuk gelen, öyle beklenmedik bir cevaptı ki bunu büyük bir iltifat olarak algılamıştım.”
Yurtdışında eğitim aldığı süre içerisinde, Ağustos 1951’de, 3. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali sırasında Berlin’de Nazım Hikmet ile tanıştı ve TKP’nin yurt içi ve yurt dışı yöneticileri arasında kuryelik görevini üstlendi. Bu şekilde Türkiye’ye gittikten sonra, İstanbul’dan Paris’e dönerken üzerinde 36 sayfalık bir raporla yakalandı. Bu rapor, TKP liderlerinden Şefik Hüsnü Deymer ve Reşat Fuat Baraner’in Sevim Tarı’dan istedikleri yazılı faaliyet raporuydu. Böylece TKP’ye yönelik geniş çaplı “1951 Tevkifatı” başladı. 1951 Tevkifatı’nda tutuklanan ilk kişi olmasının yanı sıra, 1957’de hapishanede Mihri Belli ile tanıştı. Mihri Belli ile cezaevinde başlayan haberleşmeleri duygusal bir ilişkiye döndü… Sevim Belli’nin anlatımına göre, Sultanahmet Cezaevi’nde kalan Mihri Belli’yi soyadı değişikliğinden dolayı ziyaret edemiyordu. Bu engeli aşmak için onunla o cezaevindeyken evlenme kararı aldı.
“Dünyanın zenginleri kapitalist emperyalist Batı’ya başkaldırmış ilk Doğu ülkesidir Türkiye,” onun gözünde. “İyi kötü yanlarıyla, eksikleriyle Türkiye’nin sultanlık düzeninden cumhuriyete geçişine damgasını vuran küçük burjuva radikalizmi, reformculuğu işte. Elbette ki ilerisi için örnek olarak Kemalizmi savunacak değiliz. Ama onu tarihî çerçevesi içinde doğru yerine oturtmak zorundayız,” diye yazar yıllar sonra…
Eleştireldir. Kemalizmi bağımsızlıkçı bulurken Atatürkçülüğü bağımsız olma niteliğinin zayıflaması olarak görür. “İmtiyazsız, sınıfsız toplum” iddiasını aldatmaca olarak yorumlar. Bunun, sınıf mücadelesinin inkârı anlamına geldiğini savunur. Millî mücadele veren halkların ulusal onurunu kırmanın, milliyetçilik ve şovenizme yol açtığını söylerken, sol içi bitmeyen bir tartışmaya da katılır. Bunun yanı sıra Kürt meselesinde geldiği noktayı da şöyle anlatır:
“Kürtler, ‘Türk ulusuyla birlikte olacaksak bu, eşitlik ve özgürlük temeli üzerinde gönüllü birliktelikle olacaktır’ diyor. Türk olarak bu sese kulak vermek birinci yurtseverlik görevidir.”
Sevim Belli’nin içerisinde bulunduğu Kalkavan ailesi, o zamanın burjuva ailelerinin temsilcilerindendir. Sevim Belli’nin anlatımlarından, yazılarda kullandığı dilden, dikkat çektiği noktalardan anladığımız kadarıyla hayatı ve politik görüşü arasında tutarlılık vardır. Belli, hayatın her alanını politik olarak görür ve ona uygun yaşar. Belki de bu nedenle, muhafazakâr dünyanın önemli isimlerinden Necip Fazıl Kısakürek’in hayatında da bu tutarlılığı arar. O dönemler, Necip Fazıl’ın eşi Beylerbeyi’nde bulunan köşke gidip gelen biridir. Belli, bu konudaki anısını şu şekilde aktarır bizlere:
“… Hanımların pantolon giymeleri, hele Beylerbeyi gibi bir yerde pek alışılmamış, yadırganan bir şeydir o zaman. Ama Necip Fazıl’ın eşi pantolon giyer, moderndir. Köyde Fazıl’ın savunduğu görüşlerden dolayı ‘Âleme verir talkını, kendi yutar salkımı’ diye söylenirler. Beylerbeyi ne de olsa Müslüman yatağıdır. Sevim(1), pantolon giyilmesine, bir hanımın kendi beğendiği, uygun gördüğü gibi dolaşmasına kesinlikle karşı değildir. Ama insanın yaşamı ile ideolojisi arasında tutarsızlık olmamalıdır. Burada elbette eşi değil, Necip Fazıl’ın kendisi söz konusudur.”
Sevim Belli’nin, hayatı boyunca yaptığı, yazdığı, yaşadığı bunca şeyin ötesinde; en çok dikkatimizi çeken nokta, kadın mücadelesine bakış açısı olmuştur. Yazdığı yazılarda Belli, kadın ve erkeğin savaşının birbirine karşı değil, birlikte bugünkü işleyişe karşı olması gerektiğini; kadının kurtuluşunun buradan geçtiğini ifade etmiştir. Bu ifadelerin beraberinde, feminizm konusunda eleştirilerini ise dile getirmekten çekinmemiştir:
“Kanımca feministler de bu konularda yanılgılara düştüler. Kadının savaşımını erkeğe yönelttiler. Hareketin bir erkek düşmanlığı görünümünü aldığı oldu. Kadını eve hapseden, bağımlı kılan esas çocuktur düşüncesinden analığı reddettiler. Doğaya karşı geldiler. Karar ve yönetme olayının yukarıdan aşağıya doğru olmasına, kapitalist sömürüye o kadar önem vermeyip kadınların da o yukarılara ulaşmasını yeterli güvence saydılar; yani kariyerizme düştüler. Oysa kadın erkek tüm toplum bireylerinin yönetime katılmasıdır, emekçi kadınların da ‘şef’ kadınlar kadar saygın ve gerçekten toplum bilincine sahip olmasıdır esas.”
Sevim Belli, kadının kurtuluşunun feminizm ile ya da sosyalizm ile değil, “yeni insan” ile olacağını savunmuştur. Kadın Sorunu Üzerine isimli kitapçığında bu durumu şöyle açıklamaktadır:
“İşçi sınıfının kurtuluşu yetmez dedik. Ama birinci şarttır. Demokratik ve bağımsız olmayan bir Türkiye’de işçi sınıfının toplumsal gelişmeye ağırlığını koymadığı, ideolojisini kabul ettirmediği bir Türkiye’de başka sorunlar gibi kadın sorunu da çözülemez. Birinci koşul bu… Ama ondan sonra da işimiz devam edecek. Yeni insan unsuruna yaraşır bir eğitim sistemi geliştireceğiz, her türlü takıntılardan arınmış yeni insanı geliştireceğiz ve bilinçleneceğiz. Yeni bir yaşam felsefemiz olacak.”
Peki nedir bu “yeni insan” kavramı?
Yeni insan ya da sosyalizmin insanı kavramı, Che’nin Sosyalizm ve İnsan isimli kitabında konu edinilmiş, sosyalist toplumun içinde bulunan insanın nasıl olması gerektiğini açıklayan bir kavramdır. Che’nin düşüncesine göre gerçek devrimci yeni insanlar, tüm yaşamlarını çalışmaya adamalıdır. Bu insanlar, yeni güne devrim için uyanmalıdır. Bu, toplumsal çıkar için kendi mücadelelerini olduğu gibi çalışmaya kurban etmek değildir. Eğer bu eylem gerçekten bireysel arzulardan kaynaklanıyorsa ve bireysel ihtiyaçları karşılamak içinse bu bir kendini kurban etme değildir. Özellikle gençler, “yeni insan”ın yaratılmasında çok önemli rol oynarlar. Gençler, bir komünist olmaktan gurur duymalı ve belli bir anda ve belli bir yerde ideallerini ortaya koymaya hazır olmalıdır. Bu arada, gençler herhangi bir sorun ya da bir adaletsizlik karşısında duyarlı olmalıdır. Her zaman sahip olduklarıyla yetinmemeli, bilmediklerini araştırmak ve öğrenmek için hazır olmalı, bilgilerini zenginleştirmek için yeni bilgileri almalı ve öğrenmelidir. Che, yeni insan kavramı için; bir devrimciyi harekete geçirebilecek en güçlü duygunun sevgi olduğunu belirtir.
Sevim Belli, kadın ve din konusunda da düşüncelerini açık ve net bir şekilde dile getirmiştir. Bütün tek tanrılı dinlerde savunulan toplumun erkek egemen bir toplum olduğunu dile getiren Belli, Hristiyanlıkla Müslümanlık arasında temelde fazla fark olmadığını ifade eder. Tesettür kültürü üzerine Avrupalı kadınların, erkek karşısında istediği kadar çıplak dolaşabilmesini yeterli bir özgürlük sanması ve Müslümanlığı rükuş bir biçimde giyinmek ve örtünmekten ibaret görmesini de eleştirir.
“Bunun gibi yüzeysel şeylere takılmak bence yanlıştır. Bırakın herkes istediği gibi giyinsin ama kimse kimsenin giyimine karışmasın. Demokrasi budur. Giyim bir din konusu değil, estetik konusudur.”
Dipnotlar:
(1) Sevim Belli, Boşuna mı Çiğnedik? isimli anı kitabının ilk bölümünü gözlemci bakış açısıyla yazmıştır: “(…) bir türlü ‘ben’, ‘ben’ diye insan içine çıkamadığımdan ötürü ilk bölümü gözlemci gibi anlatıyorum. Bu arada kendimi biraz alıştırmış olurum. (…)”
İyi ki tanıdık Sevim Belli’yi.
Yazarın eline sağlık!
Güzel anlatılmış. Ben de beğendim yazıyı.