17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nin yıldönümünde GTÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Savaş Karabulut ile söyleşi 

1
264

Türkiye depremler ülkesi. 1999 Gölcük Depremi’nin üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen hala yeterli önlemler alınabilmiş değil. 2023 Maraş depremi ve sonrasında yaşanan felaketler bunun en açık göstergesi. Her felaketin ardından “kader” söylemiyle hatalar örtbas edilirken, ülkemizin yoksul ve emekçi halkı bir kez daha enkaz altında bırakılıyor. Gölcük Depremi’nin yıldönümünde Gebze Teknik Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi Doç. Dr. Savaş Karabulut ile söyleştik. Karabulut sorularımızı bilimsel ve halktan yana bir bakış açısı ile yanıtlıyor. İyi okumalar dileriz…

ODAK: 17 Ağustos 1999 Gölcük Depreminin üzerinden 26 yıl geçti. Bu sırada bir büyük deprem felaketi daha yaşadık. O zamandan bu yana devletin deprem önlemleri konusundaki çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Savaş Karabulut: 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi ülkemizin bu tür tehlikelere karşı hazırlığı için “milat” yani yeni bir başlangıç ilan edilmiştir. Yasal mevzuat, bilimsel, mühendislik ve teknik olarak atılan adımlar yani teorideki bütünlük pratikte kendini gösteremedi ve 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinde çok daha büyük bir afete dönüşmesinin önüne geçilemedi. Çıkarılan onlarca mevzuat, yapılan onlarca çalışma, hazırlanan planlar (TAMP, TARAP, IRAP vb.) pratikte karşılığını göstermedi ve “asrın felaketi” olarak kodlanarak, doğanın üstün gücüne karşı savaşın kaybedilmesinin meşru olduğu ve ölümlerin de bu oyunun bir kaderi olarak vurgulandı. Oysa gerçek durum böyle değildi. 8.8 büyüklüğündeki Kamçatka Depremi de bunu bizlere gösterdi. Şu an ülkemizde her an, her hangi bir alanda Mw:7.0 ve üzeri bir deprem meydana gelirse, yerleşim alanlarının yoğunluğu ve yapı stoğunun durumuna göre yine on binlerce yurttaşın hatta Marmara Denizi içinde meydana gelecek bir depremde yüzbinlerce insanın hayatını kaybedeceği bir durum söz konusudur. Eğer bu bir kader olsaydı, bilim insanların bu kadar açık ve net bir şekilde bu bilgiyi paylaşmazdı. O nedenle binyılın afeti yaşanmadan önce merkezi ve yerel iktidarların üzerine düşen sorumluluklarını bir an önce yerine getirmeleri gerekmektedir.

ODAK: Depremler de dahil olmak üzere yaşadığımız bu büyük felaketler kaderimiz mi? Ya da bu sorun coğrafi bir sorun mu? Dünyanın öteki ülkelerinde yaşanan felaketlerle ülkemizi karşılaştırabilir miyiz? 

Savaş Karabulut: Deprem dahil hiçbir doğal tehlike nedeniyle ölmek kader değildir. Kimin kaderinin ne olacağını bilebilmemiz ise hem bilimsel olarak hem de inançsal olarak sorgulamak da bilmek de mümkün değildir. Siyasi iktidar(lar)ın ısrarla “doğanın baş edilemez bir güçle, insanlığa yok oluşu yaşattığını” vurgulamaların temel nedeni, ölümleri sıradanlaştırmak ve normal karşılanması gereken bir olay olarak anlaşılmasının istenmesidir. Oysa gerçek durum böyle değildir. Dünyanın birçok ülkesinde ülkemizde olan depremlerin çok daha büyükleri Mw: 9.0 ve üzeri depremlerde bile bu kadar insan hayatını kaybetmediği bir durumu beraber düşündüğümüzde, gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde inşaat rantının ve çarklarının dönmesi için “ölümler ve yıkımlar” yani kayıplar, kapitalist ekonomi modelinin besleyici ana motor gücü olarak başat rol oynadığından, bu durumun görülmesi istenmemektedir. Bu nedenle depremde ölmek kader değil, sınıfsaldır. Parası olan canını kurtarıp, sağlam ve deprem güvenli konutlarda yaşaması mümkün iken, olmayan asgari ücretli, emekli, işsiz vb. için ölümleri kader diye yutturmak, dinin afyon olarak kullanılıp, damarlara enjekte edildiği toplumlarda işe yaramaktadır. Damarlarımızda akan asil kanın, muhtaç olduğun kudrette mevcut olduğunu yıllarca gençliğe hitap ile öğreten devlet aygıtının kendini var eden durumuyla çeliştiği bir durum söz konusu olacaktır. 

ODAK: Yaşanan onca afetten sonra beklenen büyük Marmara depremi için yapılan hazırlıklar sizce ne düzeyde? İktidarın ve muhalefetin tutumu nedir? 

Savaş Karabulut: Marmara Denizi içi ve çevresinde Mw:7.2-7.6 büyüklükleri arasında değişen 5 deprem beklenmektedir. Bu deprem nedeniyle de özellikle 2000 öncesi yapıların ve 1999 depremi sonrası yapı imalat sürecinin denetim sürecini piyasalaştırarak kamunun denetim yetkisi yerine, özel şirketlere yeni bir rant aracı sağlayan sistem tarafından nizami denetlenmeyen yeni yapılar ya göçecek ya da ağır hasarlar alacak ve yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olacaktır. Öyle yıkılan evler yerine yenilerinin de 1 sene içinde yapılmasını da kimse beklemesin… 6 Şubat 2023 depremleri sonucunda aradan 2.5 yıl geçmesine rağmen konut sahibi olan hane sayısı yüzdelik dilim içinde oldukça düşük oranda olduğu gerçeği de bu durumu göstermektedir.  Bu nedenle Marmara Depremi içinde yasal mevzuat açısından hazırlıklar, yerleşime uygunluklar, risk ve hasar görebilir alanlar raporları, metropolitan master planları, il risk azaltma planları, bilimsel yayınlar, teknik raporlar dahil üretilen tüm bilgiler hazır olsa da pratikte bu sorunun kökten çözüp afete dönüşmeden önleyecek hazırlık süreci aradan geçen 26 yıla rağmen tamamlanamamıştır. Ölüm kurasının kime çıkacağı ise bellidir. Emeğiyle geçinemeyen, asgari ücretle çözüm üretemeyen, emekli olup yeniden çalışsa da kafasını sokacak bir yuva dışında başka hayali olmayan sınıflar, piyangodan çıkmayan milyoner olma hayaline en yakın olanlar olacaktır. Bu ise şans değil, bilinçli bir şekilde kuradan çıkacakların önceden belli olduğu, şike olmadan sonucunun belli olduğunu gösteren bilimsel çalışmalar ve hazırlanan raporların sonucuyla sabittir.

Afetlerin yerelden yönetilmesi öncelik olmalıdır. Yerel kavramı mümkün olduğu kadar mikro ölçeğe indirgenmelidir. Merkezi iktidarın bütçeden yeterli pay ayırmadığı depremlere hazırlık sürecinde, geçen seneye göre yarısı oranında ayrılan bütçe ile ne Kahramanmaraş depremlerinden etkilenen iller ve ne de Marmara Bölgesi çevresindeki yerleşim alanları için şifa olacak boyuttadır. Bu sorunun kaynağı da ekonomik olup, gücü elinde bulunduranın gücünü, güçsüzler lehine değil, yaşanacağını bildiği kötü sonuçları itibariyle güçlülerin kar hırsına kurban edecektir. Bu nedenle de depremde ölmek kader değil, yönetenlerin bilinçli bir eylem hazırlığıdır. Merkezi ve yerel iktidarların bu konuda üzerine düşen sorunları günümüzde Türkiye’sinde birbirlerine pasladıkları ve yerelin gücünü de elleri ve kollarını bağlayarak kilitlediği bir durumda aynı Hatay örneğinde olduğu gibi muhtaçlık ilişkisiyle kontrol altına almaktadır.

ODAK: Sorunun temelinde elbette kapitalist sistemin insana ve çevreye verdiği değer yatıyor ancak bu ifade tek başına biraz gelişigüzel bir tutum olmaz mı bizim için? Sol, sosyalist, ilerici güçler iktidara ve muhalefete, halkla birlikte, büyük felaketlere karşı önlem aldırtacak bir baskı mekanizması oluşturamaz mı? Bu sorunlar karşısında bizim tutumumuz ne olmalı?

Savaş Karabulut: Depreme hazırlık süreci hayatını kaybetme olasılığı çok daha yüksek olan sınıfın, günlük yaşantıda onu sömüren sınıfın, emeğinin karşılığını vermediği ve devlet aygıtının ise bu duruma TÜİK ve TİS süreçleri başta olmak üzere geçit verdiği bir duruma karşı direnciyle aşılabilir. Dili, dini, ırkı, mezhebi, cinsiyeti veya etnik kökenle bölen güçlere karşı, hiçbir ayrım yapmaksızın sınıfsal tutumu baz alarak, düzenin çarkları içinde yer almadan, sistemsel bu sorunun çözümü “ezen, yok eden” bu sistemin yani kapitalizmin çarklarını durdurmak ve hatta kırmakla mümkündür. Kar veya artı değerin egemen olduğu her toplumda ve bu toplamı yönetmek için milliyeti, dini bir araç olarak kullanan sistemin aygıtına karşı örgütlü bir toplumu inşa etmek ise ilericilerin görevidir. Bu süreç zor olsa da mümkündür. Sosyalistler, ilericiler ve Komünistler bulunduğu her ortamda güvenli barınma hakkının sınıfsal bir sorun olduğunu ve bununda ancak artı değeri ortadan kaldıracak, mülkiyet ilişkisini girmeden doğrudan kapitalizmin ve onun tüm aygıtlarının ortadan kaldırılması ile sınıfsız ve sömürüsüz bir yaşamın inşasıyla mümkün olduğunu anlatmalıdır.  Bizler kimseye cennetin tapularını dağıtmadığımız gibi, bu dünyada da tapusuz yani mülkiyetsiz bir yaşamın, ancak eşitler arasında mümkün olduğunu yılmadan, usanmadan her hane halkına anlatmalı ve bu konuda hak arama mücadelesine depremde ölmeden önce girmeleri gerektiğini ve sadece bir canları olduğunu ve bunu da doğanın asla teslim almayacağının bilinmesi topluma anlatarak, tutumumuzu ortaya koymalıyız.

1 Yorum

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.