27 Mayıs Darbesi Üzerine

0
814

Selçuk Şahin Polat

27 Mayıs darbesi, ülkemizde her konuda olduğu gibi ya egemen sınıfların ya da etnik yapı grupların bakış açılarıyla değerlendirilmektedir. Proletarya’ya dayalı bir hareket ortaya çıkmadığı için, kendine sosyalist adını veren gruplar ve aydınların da bu konuda genellikle egemen sınıf temsilcilerinin sağ ve ‘sol’ bakış açılarına göre fikir yürüttüklerini görüyoruz. (*) Bu nedenle konuyu Marxist açısından ele almaya çalışacağım.

27 MAYIS DARBE Mİ DEVRİM Mİ?

Marxist literatüre göre devrim, özetle bir ekonomik sistemden daha ileri bir sisteme geçiş ve de iktidarın sınıf olarak el değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu bakış açısıyla; 1917 Rusya Şubat Darbesine, ülkemizde 1923 Cumhuriyetin ilanına, 1789 Fransız ayaklanmasına, Paris Komünü’ne vb. devrim denmektedir. Yalnız burada dikkat etmemiz gereken iki gelişme bulunuyor. Birincisi, devrimlerin darbeyle de olabildiğini görüyoruz. Yani devrim için ayaklanma vb. kitlesel başkaldırılar şart gözükmüyor. Sadece sistem ve sınıfların iktidarda yer değiştirmesi şart. Örneğin 1917 Rus Şubat Darbesi, bir burjuva devrimidir. Onu devrim yapan, Çarlığı yani feodal tekçi sistemi yıkıp yerine burjuva sınıfın yönettiği cumhuriyet sistemini getirmiş olmasıdır. İkinci nokta da; yıllarca kitlesel ayaklanma ve başkaldırı yapanların, barışçıl yoldan da olsa iktidara gelmelerinin devrim olmadığını, bize Güney Afrika göstermiştir. Çünkü kanlı başkaldırılar sonucu iktidarı yani Apardheid yönetimini değiştirmiş olanlar, kapitalist sistemi ve sermaye sınıfını korumuşlardır. Tek farkla, çoğunluk olarak beyazlar gitmiş yerine siyahiler gelmiştir.   

Bu nedenle, darbelerin ve devrimlerin doğru bir analizini yapabilmek için, onların toplumsal değişimlerindeki rolüne bakarak bir sonuca varabiliriz. Örneğin 27 Mayıs askeri eylemini, genel olarak siyasi gelişmeyi sağlayan ilerici bir darbe olarak değerlendirebiliriz.

DEVRİM DALGASININ YÜKSELMESİNDE 27 MAYIS DARBESİ’NİN ROLÜ

27 Mayıs Darbesi, fiili olarak asker burjuva ve küçük burjuva kesimlere dayanmaktadır. Bu sınıfsal diziliş, küçük burjuva radikal sınıfların olmasının yanında, emperyalistlerle ilişkili egemen sınıf temsilcilerinin de var olduğunu bize gösteriyor. Bir grup; A. Türkeş’in başını çektiği Atatürkçülüğün gerici yanlarına yaslanan ve ‘14’ler olarak adlandırılan, emperyalistlerle ilişkili ırkçı kesimlerin az sayıdaki temsilcilerinden oluşmaktaydı. Diğer küçük burjuva radikal kesimler ise, ordu içinde güçlü ve çoğunlukta olup, Atatürkçülüğün ilerici olan antiemperyalist ve kapitalist modernite tezlerini savunuyorlardı. Fakat her iki tarafın da anlaştığı ve savundukları temel tez tekçi, üniter devlet anlayışı yani Kürd düşmanlığıydı. Bu iki grup arasındaki mücadele, darbe sonrası hızlanmış ve uzlaşma noktası bulamadıkları için çatışmaya dönüşmeye başlamıştı. Sonuçta ilerici kesimin, askeri üst düzey bürokrasiyle de anlaşarak diğerlerini ‘on dörtler’ olarak sürgüne gönderdiğini görüyoruz.

27 Mayıs Darbesi’ni ilerici yapan belge, 1961 Anayasa metnidir. Bu metin, tekçi devlet anlayışının ürünü olarak ortaya çıkmış da olsa, çok önemli düşünme-örgütlenme-mücadele-insani ve akademik hakları yasalaştırmıştır. Bu yasal haklardan sadece Türkler değil Kürdler de sosyal içerik olarak yararlanmışlardır. 12 Mart, 12 Eylül darbeleri ve sağcı tüm iktidarların neyle uğraştıkları, neyi değiştirmeye çalıştıklarını bilince çıkartamazsak, 27 Mayıs Darbesi’nin ilerici rolünü de anlayamayız. Emperyalizm ile işbirliğindeki egemenlerin tek amacı, sosyalist örgütlerin kitlesel güce ulaşmasını sağlayan bu demokratik ortamı ortadan kaldırmak olmuştur. 27 Mayıs’ın yarattığı ortamdaki mücadele, 12 Eylül 1980 darbesine kadar sürdü. Bunun için; fabrika işgalleri-yüzbinlerce işçinin katıldığı 15-16 Haziran direnişi-üretici miting ve eylemleri-sendikaların (DİSK-Türk-İş vb.) ve TİP’in kuruluşu, yargıçlar ve polisler dâhil tüm aydınların örgütsel ve kitlesel hareketleri vb. gibi sayısız örnekler gösterilebilir. Fakat döneme damgasını vuran öğrenci hareketlerini ele almadan, 27 Mayıs’ın rolünü anlayamayız.

27 MAYIS DARBESİ VE 68 DÖNEMİ     

1964’lerden itibaren öğrenciler, Atatürkçülüğün ilerici ve devrimci yanlarını kendine rehber ederek, düzenin her türlü haksızlığına karşı çıkmaya ve protestolarla bu karşı çıkışlarını ifade etmeye başlamıştı. Bu eylemler ve direnişler, belli bir tarihe kadar (1965-66), çoğu yerde devletin vali vb. siyasi bürokratlarından da belli bir hoşgörüyle karşılanıyordu. Bu gösteriler içerisinde en tipik olanı ise 28-29 Nisan gösterileridir. (**) Fakat öğrenci hareketleri giderek gelişmeye ve bu gelişme karşısında devletin baskısı da artmaya başladı. Sonuçta, öğrenciler Marxism ile tanışarak ilk çizgilerinden tedrici de olsa bir kopuş yaşamaya başladılar. Bu kopuşu sağlayan faktörlerden biri, TİP’in (Türkiye İşçi Partisi) varlığıydı! İkincisi ise, okullardaki Atatürkçü denen öğrenci liderlerinin çıkarcı-itici ve anti-toplumcu tavırlar sergilemeleri oluşturmaktaydı. Üçüncü faktör ise hızlı bir değişimin sağlanmasında daha belirleyici bir rol oynayan; iktidarın taraflı davranışları ve öğrenci hareketini kontrol etmek için resmi ve sivil güçleri şiddet temelli kullanması ve de iktidarın ABD ile olan ilişkisinde ki teslimiyetçi ve mandacı yaklaşımları olmuştur.

Dolayısıyla 1969 yılı itibariyle Erzurum’daki okullar hariç, ülkedeki tüm yüksekokullardaki öğrenciler, Atatürkçülük ve sosyalizm yüklemiyle, antiemperyalist, antifaşist ve de öğrencilerin-aydınların akademik sorunlarını içeren bir mücadelenin içine girdiler ve de bu okullarda kitlesel çoğunluğu elde ettiler. Öğrenciler olarak FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu), DEV-GENÇ, DÖB gibi dev örgütler kurdular. Bu dönemde öğretmenler, TÖS adlı örgütle kitlelerinin yüzde 80’ini örgütleyebildi. Yine ilerici polisler 1977’lerde POL-DER adlı örgütleriyle kendi kitlesinin ezici bir çoğunluğunu bağrında toplayabildi vb. Ayrıca 68 kuşağının tarih yazan eylemlerine de bakmalıyız: Gazete ve dergilerin kitlesel olarak sokakta ajitasyon yaparak satılması-ABD’li askerlerin denize dökülmesi-CIA elamanı Komer’in elçi tayin edilmesi üzerine arabasının yakılması-19 Mayıs Samsun yürüyüşü- ABD ürünlerinin boykotu-okul işgalleri-resmi ve sivil (ülkücüler) güçlerin saldırılarına karşı silahlı karşı koyuşlar-eski meclisin işgal edilmesi-ABD’nin kurumlarına, bombalı saldırılar, kitlesel baskın ve işgaller-tüm üreticilerin sorunları için köy çalışması ve mitinglerin yapılması vb. sayılabilir.

Tüm bu eylemlerin yapılmasını sağlayan bir siyasi ortamın varlığını görmezden gelerek dönemi açıklayabilir miyiz? Sanırım aptallık olurdu! Bu nedenle, şu çarpıcı örneği vererek dönemi ve de 27 Mayıs Darbesi’nin getirdiği ilerici ortamı en güzel şekilde özetleyebiliriz: Üniversiteler, 1961 Anayasası gereği akademik olarak özerkti ve güvenlik güçleri okullara dekan izni olmadan giremiyordu. Bunun anlamı; okullar, öğrenciler üzerinde devlet baskısının olmadığı özgür alanlardı ve onlar bu ortam içinde kendilerini var ederek geliştirdiler.

Eğer devlete kafa tutacak cesareti ve gücü kendinde bulmuşsa devrimciler, işçiler fabrika işgalleri yapabilmişse ve İstanbul’da yüzbinler olarak dev sokak gösterileri yapıp polis ve asker barikatlarını dağıtmışlarsa, bu özgürlük ortamı nedeniyledir. Subaylar kitlesel olarak devrimci saflarda yer almışsa eğer bu demokratik ortam sayesindendir. 68’li gençler (asker ve öğrenci) bu düzene silahlı başkaldırıya kalkışmış ve bunu örgütlemişlerse eğer, bunu onlara 1961 Anayasası ve 27 Mayıs Darbesi sağlamıştır. Onun içindir ki 12’li Faşist Cuntalar bu özgür ve demokratik ortamı dağıtmak için planlanmış anti 27 Mayısçı hareketlerdir.

İsterseniz, devrimci bir liderin ürettiklerine ilişkin çarpıcı bir örnek vererek, genel olarak görmezden gelinen 27 Mayıs’ı görünür kılmaya çalışalım: Devrimci lider İbrahim Kaypakkaya’nın, Kemalizm’i eleştiren yazılar kaleme aldığını biliyoruz. Bu yazıların kritiğini yapmıyoruz. Fakat eleştirisini yaptığı Kemalizm’in subaylarının, 1961 Anayasası ile ona bu ortamı verdiğini de bilmemiz gerekiyor.

Devrimci mücadelenin, ‘gerçeği, sadece gerçeği’ arayarak, iktidar olabileceğini unutmayalım.          

(*) Hoş, 2007 yılında basılan MAHŞERİN BEYAZ ATLISI anı kitabıma ilişkin, geçen günlerde kaybettiğimiz gazeteci Celal Başlangıç benimle, Radikal Gazetesi’nde yayınlanan bir soru-cevap röportajı yapmıştı. Orada: “darbelerin sağı solu olmaz” diyerek egemen sağın etkisinde ki bir anlayışı ifade etmiştim.

(**) 27 Mayıs Darbesi’nin hemen öncesi 28 Nisan 1960’da İstanbul, 29 Nisan 1960’da Ankara’da aydınlar ve öğrenciler, DP iktidarının mecliste çıkarttığı Tahkikat Komisyonu Yasası’nı protesto için gösteri yapmışlardı. Polisin müdahalesiyle iki öğrenci ölmüş, Rektör S. Sami Onar başta olmak üzere 100 kişi yaralanmıştı. Darbe sonrası Ankara’da Sıhhiye’deki askeri harbiye binası önünde öğrenciler yaşanan baskıları protesto için her yıl toplanırlardı.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.