Asırlık komünist çınarın, Sevim Belli’nin ardından

0
962

Kerem Yıldırım

“Ben sosyalizm için Türkiye’de yakın bir gelecek olarak hayal kurmadım hiç. Biraz önce Mihri Belli’nin de söylediği gibi hep anın mücadelesini vermeye çalıştım ben de.”

Yukarıdaki ifadeler Sevim Belli’ye (Tarı) ait. Sevim Belli’yi kaybettiğimizi duyduğum anda Emin Karaca’ya verdiği mülakatta söylediği bu cümleler zihnimde beliriverdi. Asırlık komünist çınar, sanki memleketin ilk komünist kuşağının ruh hâlini özetlemişti.

Tevkifatlar, sürgünler, yasaklar, ihanetler ve Sovyetler Birliği ile Kemalist iktidar ilişkileri gölgesinde hiçleşmiş bir komünist parti…

Sevim Belli ve yoldaşları böyle bir konjonktür içinde komünist olmayı seçtiler.

Tarihsel TKP’nin pratik önceliği proleter iktidardan önce Sovyetler Birliği’ni savunmaktı. Parti, bütün faaliyetini işçi ve köylü kitlelerin seferberliğine, emekçi devrimine değil; evvela sosyalist anavatanı savunmaya adadı. Teorik anlamda genel kabul Kemalist burjuva iktidarını yıkıp, işçi-köylü iktidarını kurmak olsa da pratik olarak her zaman Sovyetler Birliği’nin dış siyaset ihtiyaçlarını gözetmek esas hâline gelmiştir.

Tarihsel TKP’nin ömrü, 1951 Tevkifatıyla, daha doğrusu tevkifatın ardından gelen Harbiye Zindanlarındaki bölünme süreciyle son bulur. Bu aşamaya kadar parti içinde Komintern ya da Sovyetler Birliği çizgisinin dışına çıkan, devrim yapma hedefini öncelik hâline getiren, belirgin bir ideolojik-siyasal çizgi belirginleşmemiştir. Bu sözünü ettiğimiz farklılaşma, eski tüfekler nazarında, sonrasında da olmamıştır. Tarihsel TKP bütünken de ayrışmadan sonra da esas olarak kadrolar Sovyetler Birliği’ne bağlı kalmışlardır.

Kuşkusuz Sevim Belli’nin dile getirdiği “yakın gelecekte devrim beklememek” yalnızca Sovyetler Birliği’ne olan koşulsuz bağlılıktan kaynaklanmıyordu, ancak bu bağlılığın Tarihsel TKP’nin hiçleşmesinde büyük bir payı olduğu nesnel ve tartışmasız bir hakikattir.

Maalesef komünist tarihimizde, 1971 devrimci atılımına dek, devrim yapmayı öncelik hâline getiren bir siyasal-ideolojik çizgiye rastlamıyoruz. Yani, Tarihsel TKP’nin en belirgin ayrışmaları olan 1929 Nâzım Muhalefetinde de Harbiye Zindanlarında yaşanan bölünmede de geleneksel-Sovyetik ideolojik-siyasal çizginin dışına çıkıldığını görmüyoruz.

Bu nedenle, Tarihsel TKP değerlendirilmesi yaparken bu hakikati göz ardı etmemek meselenin tarihsel materyalist ele alınışı açısından da elzemdir. 

Tarihsel TKP siyaseten devrimci değil tutucudur, Kemalist burjuvaziye karşı uzlaşmacıdır, Kürt ulusuna karşı sosyal-şoven diyebileceğimiz refleksler göstermiştir. Ancak bütün günahların asıl nedeni Tarihsel TKP’nin Sovyetler Birliği’ne olan koşulsuz bağlılığıdır. 

Sevim Belli, bütün ilk kuşak komünistler gibi, devrim için seferber olamamış ama bir yandan da burjuvazinin sırtından sopayı eksik etmediği bir partinin kadrosuydu. Sevim Belli’nin kuşağı yalnızca komünist unvanını taşıma iddiası için dâhi büyük bedeller ödedi.

Bu nedenle Tarihsel TKP’ye ilişkin değerlendirme yaparken, dikkatli ve özenli bir dil kullanmak her komünistin sorumluluğudur.

İşkencelerde devlete aman dememiş, burjuvaziye teslim olmamış, her koşulda memlekette mücadele etme ısrarını sürdürmüş, komünist olma iddiasını namusluca taşımış Sevim Tarı ve yoldaşlarını ayrı değerlendirmek gerektiği düşüncesindeyim.

Şefik Hüsnü, Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli ve Sevim Belli’de somutlaşan direngen siyasal gelenek, belki gelecek kuşaklara kitleselleşmiş, birleşik, devrimci ve iktidar hedefleyen bir parti bırakamadılar ama sağlam bir direniş geleneği bıraktılar.

Moskova’da konforlu hayatı tercih eden siyasal çizgi ile memlekette komünist ismini taşımanın bedelini hapislerle, sürgünlerle ve canlarıyla ödemiş direngen çizgiyi ayırt etmek gerekmiyor mu?

Böyle bir ayrım yapmamak, Tarihsel TKP’yi bir bütün olarak kabul etmek, topyekûn sahiplenmek ya da topyekûn inkâr etmek materyalist bir tarih perspektifinden uzaktır. Ayrıca materyalist olmamanın yanında ahlaki olarak da sorunludur. “Mülteciliği” ve parlamentarizmi/reformculuğu esas hâline getirenlerle her türlü bedeli ödeyen ve 1968’de gençliğin devrimcileşmesinde belirleyici rol oynayanlar eşit olabilir mi? Bu iki farklı siyasal çizgiyi eşitlemek hem gerçek dışıdır hem de vicdansızlıktır.

1968’de devrimci gençliğin “mülteci” partiyi ve reformculuğu değil de direnişçi çizgiyi tercih etmesi tesadüf müdür? 1971 devrimcileri ve ardılları Mihri Belli, Sevim Belli ve Hikmet Kıvılcımlı gibi direngen komünistlerin paltosundan çıktılar. Gençlik, Marksist klasiklerle onların yaptıkları çevirilerle tanıştı. Elbette gençlik, proleter devrimci bir hat kurmak için ideolojik-siyasal olarak onlarla da hesaplaştı ama direnişçi-reformcu ayrışmasında esas olarak direnişçi çizgiyi seçti.

İşte Sevim Belli o direnişçi çizginin en seçkin isimlerindendi ve neredeyse bütün yaşamı boyunca örgütlüydü. Aldığı görevlerle, çevirileriyle hep kavganın içindeydi.

Bugün Tarihsel TKP’nin yaşayan son çınarını, direngen bir komünisti kaybettik. Bütün devrimcilerin ve emekçi halklarımızın başı sağ olsun.

Sevim Belli’nin teslim olmayan ve inatçı komünist mirası on yıllarca yaşayacaktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.