Nadiye Karahan
Sokaklara bakın: İnsanlar artık gülmüyor. Yüzler sadece asık değil, kırılmış. Gözlerde yorgunluk değil, çaresizlik var. İnsanlar çalışıyor ama kazanamıyor; yaşıyor ama tat alamıyor. Çünkü “yarın” artık güven vermiyor, adaletli bir düzen yok.
Sosyal hayat hâlâ gözümüzün önünde duruyor. Sinemalar, tiyatrolar, kafeler, parklar… Ama çoğu insan için bunlar sadece ulaşılmaz birer vitrin. Mutlu insan sayısı parmakla sayılacak kadar az. Toplum yüzde 20 zengin, yüzde 80 yoksul olarak ikiye bölünmüş. Bir yanda gözü kara lüks içinde yaşayan azınlık, diğer yanda günlük yaşamın en temel ihtiyaçlarını bile zor karşılayan, her gün biraz daha ezilen büyük çoğunluk. Mutluluk artık çoğunluk için bir hak değil, ayrıcalık ve sadece belirli kesimlerin deneyimleyebildiği bir lüks.
“Çalışırsan kurtulursun” lafı artık sadece bir söz. Çalışan kazanamıyor, kazanan yetiremiyor. Sokaktaki döngü basit: Çalış – öde – bit – sus. En acısı ise yönetenler, vergilerle oluşturulan kaynakları halk için değil, sadakat ve çıkar ağı için kullanıyor. Liyakat ve adalet yerini çoktan sadakate bırakmış durumda.
Egemen zihniyet için “Gemisini kurtaran kaptan” olarak görülüyor. Herkes kendi çıkarını düşünüyor, başkasının derdi kimsenin umurunda değil. Ama batık bir ülkede tek başına kurtulan aslında en hızlı batan oluyor.
O pazardan çıkan insanlar yalnızca karnını değil, onurunu taşıyor evine. Kahkaha duymak neredeyse imkânsız. Yerini iç çekişler ve sessiz kabullenmişlik aldı. Çoğu insan pazarda zorunlu alışveriş yapmak zorunda. Kimi temel ihtiyaçlarını karşılayacak parayı dikkatle kullanıyor, kimi ise yere düşen çürük meyve ve sebzeleri toplayıp çocuklarına yemek yapabilmek için evine götürüyor. Çürük sebze, boş tabak, bitkin bakışlar, dramatik detaylar değil, politik ve toplumsal sonuçlar.
Gelecek kaygısı o kadar derin ki aileler çocuk sahibi olmayı erteliyor, hatta vazgeçiyor. Çünkü bir yanda ayakta kalmaya çalışan insanlar çürük sebzeye muhtaç olanlar var diğer yanda ise devletin kaynaklarıyla lüks içinde yaşayanlar var. Vergilerle yapılan yollar, köprüler, binalar halkın refahına değil, ayrıcalıklı kesimin konforuna hizmet ediyor. Yoksulun karnı doymuyor, güç sahipleri israf içinde yaşıyor. Bu sadece gelir eşitsizliği değil, ailelerin ve toplumun çöküşü. Eğitim, sağlık, barınma, güvenlik… Hiçbiri güven vermiyor, umut yerine yük bırakıyor.
Mutluluk bir imtiyaz değil, bir haktır. Adalet, onur, merhamet, yandaşlığın değil, insanlığın sorumluluğudur. Bugünkü sessizlik, yarının çürümüşlüğüdür. Şu an bir tercih yapılıyor. Ya boyun eğip idare etmeye razı olacağız, ya da birlikte haykırarak gülümsemeyi ve umudu geri isteyeceğiz.
Toplumsal çürüme kendiliğinden düzelmez. Vergiler halk için harcanmazsa, umut yerini umutsuzluğa bırakır. Sessiz kalırsak, gülümsemeyi, umudu ve adaleti sonsuza kadar kaybedeceğiz.























