Bu yazımızda, ABD’nin yeni strateji belgesinin dünya Türkiye ve devrimci mücadele bakımından anlamını tartışacağız. Önce yeni stratejiyi taktim edeceğiz. Onun Latin Amerika, Asya, Avrupa ve Ortadoğu için neler öngördüğünü özetleyecek ardından bu stratejinin muhtemel sonuçlarına bakacağız. Yazımızı ABD stratejisinin Türkiye ve devrimci hareket açısından anlamına bakarak bitireceğiz.
Yeni strateji belgesi ABD emperyalizminin Rusya’ya ve Avrupa’ya karşı yaklaşımının değiştiğini, dış politikada emperyalist liberal demokrasi stratejisinin terk edildiğini, onun yerine doğrudan doğruya ABD yanlısı rejimlerin destekleneceğini ve iş başına getirileceğini, işe de Latin Amerika’dan başlanacağını ifade ediyor. Yeni strateji belgesi Trump’ın seçimler öncesinden beri dile getirdiği yaklaşımları bütünlük içinde sunuyor. Çok kutuplu dünya gerçekliğini kabul ettiği anlaşılan Ulusal Güvenlik Stratejisi, dünyayı Çin ve İran’a karşı bir kutuplaşma temelinde, ABD merkezli olarak yeniden örgütlemeyi amaçlıyor. Bu stratejide silahlanmanın önemi artarken BM gibi uluslararası kurumlar etkisizleşiyor. AB’nin ve hatta NATO’nun geleceği bile belisizleşiyor. Bu yeni stratejinin sosyalizm ve Türkiye devrimci hareketi açısından önemine de aşağıda geleceğiz.
“Önce ABD” Sloganı ve Şoven Milliyetçilik
Belgenin temel sloganı olan “Önce ABD”, milli bencilliği, dünyanın esenliği için en iyi seçenekmiş gibi sunma çabasındadır. Bu yaklaşım, her bireyin kendi çıkarını azamileştirmesinin toplum için en başarılı çözümü getireceğini iddia eden anlayışı anımsatıyor.
Trump yönetimi belgede Batılı ülkelere yönelik göçlerin Avrupa ve ABD kimliğini tehdit ettiğini de iddia ediyor. Doğrudan yabancı düşmanlığını kışkırtıcı bu yaklaşım, Hitler çizgisine çok da uzak değildir.
Hitler, güçlü olanın belirleyici olmasını ve ırkların saflaşmasını isterken, Trump yönetimi de her devletin kendi çıkarını öne almasının dünya için en iyi çözüm olduğunu ve Batılı şoven milliyetçi asimilasyonu savunuyor.
Batı Yarımküresi
Belgede, Batı Yarımküresi’ni yani tüm Amerika kıtasını ABD’nin tekeline alma hedefi dikkat çekiyor ve Monroe Doktrini yeniden gündeme getiriliyor. Bilindiği gibi ABD, 1823’te ilan edilen bu doktrini izleyerek Amerika kıtasında yer alan ülkeler üzerindeki Avrupa emperyalizminin egemenliğine karşı mücadele etmiş, sonra da Latin Amerika ülkeleri üzerinde kendi emperyalist egemenliğini kurmuştu.
ABD, Trump döneminden bu yana Kanada ve Grönland’ı topraklarına katmak, Panama Kanalı’nı Çin’e kapatmak, Meksika Körfezi’ni “Amerika Körfezi” yapmak gibi söylemlerle, kuzeyden güneye tüm Amerika kıtasına, hatta Grönland’a kadar egemen olmayı hedefliyor. Bilindiği gibi Venezuela, Küba, Brezilya, Nikaragua, Meksika ve Bolivya gibi ülkeler son yıllarda Çin ve Rusya ile ilişkilerini geliştirdi. Strnateji, bu ilişkilerin tasfiye edilmesini ve kıtanın ABD’ye sıkıca bağlanmasını amaçlıyor. İşe Venezuela ve Küba ile başladıklarını biliyoruz.
Çin’in Engellenmesi ve Asya Politikaları
Belgede, Çin’in yüksek ticaret fazlası büyük bir tehdit olarak görülüyor ve engellenmesine özel önem veriliyor. Çin çevresindeki ABD ittifak güçleri olan Japonya, Güney Kore ve Avustralya’nın silahlanması teşvik ediliyor. Bu durum, Tayvan sorununun kışkırtılmaya devam edileceği anlamına geliyor.
Belge, Çin ile BRICS ve Şanghay İşbirliği içindeki Rusya ile Hindistan’ı Çin’den koparmayı amaçlarken, Rusya’yı artık doğrudan bir düşman olarak konumlandırmıyor.
Ortadoğu ve Enerji Stratejisi
Belge, Ortadoğu’nun İsrail egemenliğinde düzenlenmesi politikalarını sürdürüyor. Bu amaçla İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan ittifakının kurulması, Kürtlerin bu ittifaka dahil edilmesi ve Abraham Anlaşmalarının Müslüman coğrafyaya genişletilmesinin hedeflendiği anlaşılıyor. Dünyanın en büyük petrol üreticisi olan ABD’nin, kendi kullanımı için Ortadoğu kaynaklarına pek ihtiyacı yok; ancak bu kaynakların Çin tarafından kullanılmasını ve Çin’in Avrupa’ya uzanmasını engellemek istiyor.
Avrupa’ya Aşağılayıcı Yaklaşım
ABD’nin dünyaya liberal demokrasi aşılamaktan vazgeçtiği anlamına gelen belgedeki Avrupa hakkındaki ifadeler aşağılayıcıdır. Adeta “Bizi dinleseydiniz ekonomik olarak böyle gerilemezdiniz” denmek isteniyor. Belgeye göre Avrupa 1990 yılında dünya üretiminin % 25’ini gerçekleştirirken, 2025 yılında bu oran yüzde 14’e düşmüştür. Trump dahil ABD hükümetleri AB ülkelerinin Rusya’yla ekonomik ilişkilerini kestirmişti, şimdi ise Trump tüm bu politikaların sorumluluğunu Avrupa’nın üzerine atıyor. Belgede, AB ülkeleriyle Rusya arasındaki gerginliğin ABD’nin diplomatik çabalarıyla azaltılmasından bile söz ediliyor. Trump’ın önceki açıklamaları göz önünde tutulduğunda burada Trump yönetiminin AB-Rusya gerginliğini tarafları birbirine karşı kullanarak yönetme amacını görebiliyoruz. Bu, Batılı güçlerin Türklerle Yunanlıları veya Türklerle Kürtleri birbirine karşı kullanma taktiğini anımsatıyor. Batılı devletler bu politikalar karşısında iradesiz ve şaşkın durumda bulunuyor. Rusya’nın ne yapacağını ise zamanla göreceğiz.
Avrupa ile ilgili ifadelerden Avrupa ülkelerindeki AfD ve Reform UK gibi şoven milliyetçi partilerin destekleneceğini anlıyoruz. Belgede Avrupa için savunulan ifade özgürlüğü bu aşırı sağcı partilere özgürlüktür.
Yeni Politikaların Muhtemel Sonuçları
ABD’nin ilan ettiği stratejik hedeflere ulaşması zor görünüyor. Monroe doktrini ABD’nin yükseliş döneminde gündeme geldi. Şimdi ABD düşüş dönemindedir. O dönemde ABD Latin Amerika’daki bağımsızlık mücadelelerini destekleyerek işe başlamıştı. ABD’nin şimdi o zamanın Avrupalı sömürgecilerinin durumuna düştü. Çin gelişmesini sürdürüyor. BRICS, bağımlı ülkelere daha elverişli koşullar sunmaya devam ediyor ve bu ülkelerdeki egemenleri ABD karşısında pozisyon almaya teşvik ediyor. BRICS dünyada dolardan uzaklaşmayı teşvik etmeye devam ediyor. Dolardan uzaklaşma ABD ekonomisi açısından çok yaralayıcı bir süreçtir. Hindistan’ın BRICS’le devam edeceği görülüyor. ABD’nin Asya, Afrika ve Latin Amerika’da bağımlı ve sömürülen ülkeleri kendisine çekme yetenekleri sınırlıdır. Bu amaçla Venezüela ve Küba örneğinde yaşandığı gibi ekonomik ve politik baskı metotlarını kullanacaktır.
ABD’nin özellikle Güney Amerika ülkelerini kendisine bağımlı kılmak için iktidar değişikliklerine odaklanacağı, bunun da direnişleri beraberinde getireceği öngörülüyor.
ABD’nin Batılı ülkelerde ve dünya genelinde yabancı düşmanlığı ve ırkçılığı teşvik etmesi dünyada ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadeleyi önemli duruma getirmektedir.
Silahlanmanın teşvik edilmesi anti-emperyalist barış mücadelesinin önemini artırmaktadır.
ABD’nin Avrupa’ya yaklaşımı karşısında AB’nin birliği hatta NATO’nun geleceği belirsizleştiriyor. Bu süreçte ABD içindeki iktidar çatışmasının da kızışması beklenir.
Bu politikaların sıkı sıkıya takip edilmesi beklenemez. Çünkü ABD güç kaybettikçe diş politikaları giderek istikrarsızlaşıyor. Biden’ın Putin’e yönelik sert tehditleri hatırlanacağı gibi sonuçsuz kaldı, politikaları başarısız oldu. Trump yönetiminin Rusya ile işbirliği çabası, aradaki mücadelenin sona erdiği anlamına gelmemelidir. Kapitalizme geçen Rusya, ABD ile ittifak hayal ederken karşılığında NATO’nun genişlemesi ve Rusya’yı parçalama politikası bulmuştu. Mücadele kolay kolay bitmeyecektir ve yarın ne olacağı belli değildir.
Bu politikalar karşısında Çin’in durumu çok önemlidir. Çin emperyalist sistemle ekonomik yarışma temelinde güçlenmek ve sosyalizmi ilerletmek iddiasındadır. Ancak bu yarışma dünyada bir sosyalist etki yaratamadı. Çin dün Yugoslavya, Libya, Suriye, Lübnan ve İran’ın ağır saldırılara uğramasına karşı direnişe etkili şekilde destek olamadı. Bugün Venezüela ve Küba’nın, hatta İran’ın egemenliğinin ABD tarafından ayaklar altına alınmasına karşı etkili tavır alamıyor. Çin ya sınıf mücadelesini ve anti-emperyalist mücadeleyi öne çıkarmak ya da kapitalist sistemle uzlaşmak ikilemiyle karşı karşıyadır.
Ülkemiz ve devrimci mücadele
Önce belgede ülkeler ile devletlerin bir tutulmasına dikkat çekmek istiyoruz, bu söylem egemenlerin iktidarlarını halka empoze etmesine hizmet ediyor. Ülkeler hükümetlerden ibaretmiş gibi gösteriliyor. Egemenlerle ülkenin, halkı koyun yerine koyacak, şekilde bir tutulması, halkı edilgenleştirmeyi amaçlar. Bunu sineye çeken anlayış enternasyonalizme değil değil, bireyciliğe dayanan bir kozmopolitizme denk düşmektedir. Enternasyonalizm devrimcilerin kendi ülkelerini emperyalizmin ve işbirlikçi egemen güçlerin sömürü ve baskısından kurtarmayı gerektirir. Nazım Hikmet’in “Bu memleket bizim” ifadesi bu noktada hatırlatıcı olmalıdır.
ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinin AKP iktidarını yükselen bir tehdit olarak değil bir olanak gördüğü anlaşılıyor. Thomas Barrack kimi yorumcuların Batılı emperyalistler açısından çok önemli bir sorun olarak gösterilen Türkiye-İsrail arasındaki rekabetin çatışmayla değil, işbirliğiyle sonuçlanacağını belirtiyor. Bu işbirliğinin baş hedefi İran’dır.
CHP ve NATO’cu muhalefet AKP iktidarından kurtulmak için hala ABD’yi ikna etmeye çalışıyor. ABD emperyalistlerinin AKP iktidarına Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Afrika’da ihtiyacı büyük.
AKP iktidar olanaklarını kullanarak hem ABD ve AB’ye yakın olabiliyor hem de Rusya, İran, Çin’den güç alabiliyor. AKP iktidarının İsrail ile bir sürtüşmesi olsa bile İsrail’e yaptığı hizmetleri Türkiye’de hiç bir iktidar yapamazdı. ABD emperyalizmi İsrail ile AKP iktidarını uzlaştırmayı ve ikisini koordine etmeyi başarmaktadır. Batılı güçlerin Erdoğan’dan aşırı rahatsız olması halinde bile Erdoğan içeride gücü elinde tuttuğu sürece dışarıdan devrilmesi zordur.
Rusya ile ABD’nin anlaşması hali dışında elbette…
Kaldı ki Türkiye solu bir emperyalist müdahaleye bel bağlamaz. Devrimciler küresel sermayenin renkli devrimlerinin malzemesi durumuna da düşmemelidirler.
Egemen güçler arasında artan çelişkiler sonucunda dünyada gerilim artıyor. Yükselen faşizme ve ırkçılığa karşı mücadelede elbette burjuva güçlerle ittifaklar kurulacaktır. Bu ittifaklarda solun bağımsızlığı kesinlikle esas alınmalıdır. Solun bağımsızlığı sosyalist solun kendi içinde koordinasyonu sağlanmaksızın gerçekleşemeyecektir.
Önümüzdeki süreçte Latin Amerika’da anti-emperyalist mücadelelerin gelişmesi Türkiye solunda anti-emperyalist bilincin uyanmasına katkıda bulunacaktır. Bu barış ve ırkçılığa karşı mücadeleleri de anti-emperyalist temelde ele almalıyız. Türkiye’de artan hayat pahalılığı, adalete güvensizlik ve gelecek güvensizliği emekçilerde, gençlikte ve tüm halk saflarında büyük tepkiler yaratıyor. AKP iktidarının güç kazanmak amacıyla Osmanlı coğrafyası, Türk dünyası ve Kürtlerle ittifak potansiyelini kullanması, devrimci mücadelenin gelişmesini engelleyemez. Türkiye devrimci hareketinin potansiyeli, tüm bu alanları ve üstelik emperyalizme karşı bütün ilerici insanlığı kapsar. Türkiye devrimci hareketinin yükselmesi dünyayı derinden etkileyecektir. Dönem devrimci yiğitlik dönemidir. Umutlu ve mücadeleci olmalıyız.

























