Çocukların Gözünden Dünyaya Bakabilmek

1
317

Şevval Özdemir

Yaşadığımız bu düzen içerisinde bir çocuğu anlayabilmek, onun gözlerinden dünyayı yorumlayabilmek ne kadar zor geliyor insana. Çocukların çevrede yaşanan olayları yorumlama biçimleri yetişkinlerden farklıdır. Bu farklılık çoğu zaman onların duygu ve düşüncelerinde daha saf, daha duyarlı bir yansıma bulur. “Büyüklerin dünyası” olarak adlandırdığımız dünya içerisinde “normalleştirdiğimiz” onca haksızlık, adaletsizlik, sömürü çocukların dünyasında yer edinmez. Bugünlerde çoğu insanın gördüğünde “hayatın düzeni böyle” diye düşündüğü çoğu şey, çocukların gözünde öyle değildir. Bütün bu saf, temiz duygularının yanı sıra, çocuklar tamamen bu düzenin dışında kalmış değildir. Çocuklar, doğdukları andan itibaren çevresi tarafından koşullandırılır. Etrafındaki insanların her hareketi onlara bir şeyler öğretir. Oynadıkları oyunlar, izledikleri filmler, dinledikleri masallar onlara mülkiyet duygusunu, bireyciliği, rekabeti ya da dayanışmayı aşılayabilir. Örneğin, bir oyuncağı alıp, “Artık bu benim!” diyerek oyun oynamak, çocukta mülkiyet duygusu yaratır. Oynanan oyunlarda rekabet etmek çocuklarda rekabetçiliği güçlendirir.

Bütün bu koşullandırmalara rağmen, çocuklarda bir başka gerçeklik yaşar. Kalabalık bir ortamda bir çocuk ağlamaya başladığında diğerlerinin de ağlaması, onların ortak duygusunu; insanın insana yabancılaşmasından, bireycilikten önce gelen empati ve dayanışma duygusunu gösterir. Çocuklar paylaşmaya, birlikte hareket etmeye, yan yana büyümeye daha yatkındır. Eğer öğretilmemişse zengin – fakir olarak sınıflara ayırmazlar insanları; makam, mevki, rütbe gözetmeden herkesi eşit düşünürler. Çocuklar bize eşitliğin, kardeşliğin, dayanışma duygusunun insanın özünde var olduğunu gösterirler. Rekabetçi, bireyci, grupçu yaklaşımlar ise düzenin bizlere sunduğu koşullandırmalardan ibarettir. Çocukların hayalini kurdukları dünya, bizim kurmamız gereken dünyadır; açlığın, yoksulluğun, sömürünün, çıkarcılığın, bireyciliğin, adaletsizliğin olmadığı; eşit, özgür bir dünya…

Peki, tüm çocuklar düşlerinde kurdukları eşit, özgür dünyanın parçası olabiliyor mu? Maalesef hayır. Bazı coğrafyalarda çocuk olmak bir ayrıcalık değil, sürekli bir mücadele içinde bulunma halidir. Bir çocuğun çocukluğunu yaşayamaması, bir toplumda görebileceğimiz en derin yaradır. Bu yarayı en derinlerinde hisseden bir halk ise Filistin halkıdır. 7 Ekim 2023’ten 31 Temmuz 2025’e kadar olan süre içerisinde Filistin’de yaklaşık olarak 18 bin 500 çocuk hayatını kaybetti. Hayatta olan çocuklar ise açlıkla mücadele ediyor, belki çoğu ailesini kaybetmiş… Bu çocukların çocukluk dönemi kısıtlanmış, çocuklukları ellerinden alınmış ve gelecekleri çalınmıştır. Çünkü emperyalist-kapitalist sistem, sömürdüğü topraklardaki kaynaklarla ilgilenir, o kaynakların arkasındaki çocuklarla değil. Bu şartlarda hayatlarını devam ettirmeye çalışan çocukların “çocuk olma” haklarını savunmak; yalnızca insani bir görev değil, anti-emperyalist bir duruştur.

Emperyalist-kapitalist sistemin Filistin’de yaşayan çocuklar üzerindeki etkisinden bahsetmiştik. Bu sistemin etkisinde kalan çocuklar sadece Filistin’de değil. Filistin dışında savaşta olan ülkeler ve bu savaşlardan etkilenen çocuklar da var… Yemen, İran, Suriye bu ülkelerden sadece birkaçı. Bu savaşlar, çocuklar açısından sadece evlerinin yok edilmesiyle sınırlı kalmıyor. Açlık, susuzluk, eğitimsizlik, geleceksizlik ile sınanıyor bu çocuklar. Hayatları, belki de hayatlarının en güzel zamanları ellerinden alınıyor. Savaş çocukları vitrinlerde gördüğümüz oyuncakları değil; kaybettikleri geleceklerini, özgürlüklerini, arkadaşlarını, ailelerini istiyorlar. Yakın zamana kadar Kürt halkımıza karşı sürdürülen kirli savaş da çocuklarımızın çok ağır sıkıntılarla karşı karşıya kalmalarına yol açtı. Böylesi savaş ortamlarında büyüyen çocuklar, hayatı korku ile tanırlar, ama umut etmeyi hiç bir zaman bırakmazlar. Çünkü umut; karanlıkları aydınlatan bir lambadır; öfkenin, bilincin, dayanışmanın ve direnişin ortaklığıdır. 

Hayatı idame ettirme mücadelesinin gittikçe zorlaştığı bu günlerde, emperyalist-kapitalist sistemin etkisinde kalan çocuklar sadece savaş çocukları değil. Bazı çocuklar ülkesinde savaş olmasa dahi okula gidemiyor, arkadaşlarıyla doğru dürüst vakit geçiremiyor. Bahsettiğimiz çocuklar, yaşıtları gibi sabah okula gitmek yerine, emeğinin sömürüldüğü iş yerlerine gitmeye mecbur bırakılan çocuklar. Bu çocukların elleri kalem tutmaktan ziyade, ekmek tutmaya çalışır. Dünyanın dört bir yanında acımasızca süregelen bu gerçeklikte ortak olan tek şey; emeğin en ucuz, en itirazsız şeklini taşıyan küçücük ellerdir. Kapitalist sistem için ise bu eller sadece maliyet avantajıdır; sigortasız, ucuz, acımasızca çalıştırılabilir. Devletler ise sermayenin yandaşı olarak bu tabloya ya sessiz kalır ya da onu göstermelik bir şekilde “denetler”. Hiç bir çocuk okula gitmekten ziyade çalışmak istemez, buna mecbur bırakılır. Kapitalist sistem, maliyeti düşürmek pahasına her şeyi metalaştıran bir sistemdir. Bu sistem için çocuklar yarınlarımız, geleceğimiz değil bugünden sömürülecek bir kaynaktır. Çocuklar işe başladığı anda, eğitimden, oyunlardan, arkadaşlarından, özgürlüğünden, çocukluğundan vazgeçmiş olur. Ve daha da kötüsü, bu çocuklar kendi değerlerinin bilincini de kaybeder. Çocuk işçiliği, çocukların yalnızca bugününü değil, yarınlarını da çalar.

Ülkemizde de çocuk işçiliği oldukça yaygındır. Çocuklar küçük yaştan itibaren işe gönderiliyor ve onlardan eve ekmek getirmesi isteniyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma sıklığı 2023te yüzde 22,1 iken 2024te yüzde 24,9a yükseldi. Bu yaş grubunda yaklaşık her beş çocuktan biri işçi olarak çalışmaktadır. 2024 yılı itibarıyla, kayıtlı olarak çalışan 970 bin çocuk işçi bulunmaktadır. Ayrıca, mesleki eğitim merkezleri (MESEM) kapsamında patronlara çalışan 504 bin çocuk işçi daha vardır. Toplam çocuk işçi sayısı bu durumda 1 milyon 474 bine ulaşmaktadır. Kayıt dışı çalıştırılan çocuklar da dikkate alındığında, çocuk işçi sayısının 3,5 milyona yaklaştığı belirtilmektedir. 

Çocukluk dönemi öğrenmenin, yaratıcılığın, güvenli bağların kurulduğu kritik bir evredir. Bu dönemde çocukların eğitimden kopması; onların sosyalleşmede, duygusal ya da zihinsel gelişiminde sorun yaşamaları gibi şeylere sebep olabilir. Emperyalist-kapitalist sistem, “mesleki eğitim” adı altında çocukları birer işçi haline getirmeye çalışmaktadır. Oysa çocuklar sömürünün bir kaynağı olarak değil, eğitimin bir parçası olarak üretmeyi öğrenmeli. Atölyeler ya da stajlar, çocuk emeğini sömürüye dönüştürmeden çocuğun öğrenme ve gelişim sürecine hizmet ettiğinde anlamlanır. “Çalışma” yalnızca öğrenme ve deneyim kazanma aracı olmalıdır, geçim yükü veya sömürü haline getirilmemelidir.

Çocukların, çocuklarımızın hakkı hayaller kurmaktır, kendilerini güvende hissetmektir, arkadaşlar edinmek, oyunlar oynamaktır; fabrikalarda, tarlalarda, inşaatlarda, sokaklarda çalışmak değil. Bizim görevimiz ise çocukları bu düzenden kurtarıp, iş yerlerinden çekip almak; onlara oyun bahçeleri, nitelikli bir eğitim, sömürüsüz bir hayat sunmaktır. Hiçbir çocuk, çocukluğunu yaşayamadan sistemin gerçekleriyle yüzleşmek zorunda bırakılmamalıdır.

Çocuk işçiliğinin yanı sıra, çocukları karanlığa sürükleyen bir mesele daha var; uyuşturucu ve çeteleşme. Ülkemizde ve dünyada, özellikle kenar mahallelerde yaşayan çocuklar maalesef uyuşturucuya ve çeteleşmeye daha yatkın olurlar. Yalnızlık duygusu, aile içi çatışmalar, duygusal travmalar, aidiyet hissedememe, duygusal ihmale maruz kalma, umutsuzluk, zorbalıklar, arkadaş grubu ve mahalle baskıları çocukları uyuşturucuya sürükleyen temel etkenlerdendir. Bu çocuklara baktığımızda genelde dinlenmemiş, korunmamış ya da fark edilmemiş; fark edilmeyi, dinlenmeyi bekleyen çocuklardır ve hayatın tüm bu zorluklarına karşı bedenlerini uyuşturmak onlar için bir kaçış şeklidir. Çocukları uyuşturucudan uzaklaştırmak için yalnızca bireyi değil, toplumsal yapıyı değiştirip dönüştürmek gerekmektedir.

Başka bir hayat mümkün!

Yaşadığımız sistem sebebiyle çocukların bu karanlıklara, umutsuzluklara sürüklenmesi karşısında alternatif bir hayat mümkün değil midir? Tüm saf duygularıyla düzene karşı çıkan çocukları, bu düzenin acımasızlıklarına karşı korumak hepimizin görevi. Geçim sıkıntısı sebebi ile çalışmak zorunda kalan anne-babalar, çocukları ile ilgilenmeye fazla zaman bulamıyorlar. ODAK Dergisi okurları olarak, çocukların abileri-ablaları olup bu düzenden biraz olsun uzaklaştırmak amacıyla çeşitli çözüm yolları arıyoruz. İstanbul’un bir mahallesinde yaklaşık olarak 1.5 yıldır bir çalışma yürütüyoruz. Mahalle sakinlerinin kendi sorunlarını tartışıp çözüm bulmasını sağlamayı hedef almasıyla başlayan bu çalışma kapsamında genel anlamda orada yaşayan halkın sorunlarına ortak olmaya çalışıyoruz. Çocuklarla futbol turnuvası düzenliyor, merdivenleri boyuyoruz. Çocukların kendilerini oraya ait hissetmesini sağlayan bu çalışmalar dışında çocuklara gönüllü olarak ders yardımında bulunuyoruz, çeşitli etkinlikler yapıyoruz. Aynı zamanda yaz boyunca İzmir’de bir mahallede de çocuklarla çeşitli etkinlikler düzenleyip onlarla zaman geçirdik ve bu zaman boyunca çocukları daha iyi anlamaya, onların gözünden dünyaya bakabilmeye özen gösterdik. Tüm bu çalışmaların sonucunda ise çocukların iletişim becerilerinin arttığını, kötü alışkanlıklardan uzaklaştığını, rekabetçi değil dayanışmacı olduklarını, bulundukları yerde var olan sorunlara karşı çözüm aradıklarını gözlemledik.

Hayatımız boyunca hep çocuklara bir şey öğretmeye, büyüklerimizden öğrenmeye çalıştık; oysa hayatı aynı zamanda çocuklardan öğrenmemiz gerekir. Çocukların gözünden dünyaya bakabilmek kolay değil fakat buna ihtiyacımız var. Çocuklar ayrımcılığa, rekabete, bireyciliğe daha uzak gözlerle bakarlar dünyaya. Aileler ya da akrabalar arasında, toplum içinde ve yönetimlerde çocukların bakışı rehber alınmalıdır. Onların dayanışmacı ve paylaşımcı bakış açısı; rekabetçiliği, sömürüyü ve ayrımcılığı sorgulamamıza yardımcı olabilir. Sınıf, milliyet, dil, din farkı yoktur onlar için; her çocuk eşittir ve özgür olmalıdır. Biz yetişkinler, onların bu eşitlikçi ve saf bakışından öğrenmeliyiz. Onlar kadar saf, temiz duygularla hareket edebilsek yaşadığımız dünya sömürü ve baskıların dünyası olmazdı.


Nazım Hikmet’in dediği gibi:

“Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne

Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar

Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında

Dünyayı çocuklara verelim

Kocaman bir elma gibi verelim

Sıcacık bir ekmek somunu gibi

Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar

Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı

Çocuklar dünyayı alacak elimizden

Ölümsüz ağaçlar dikecekler”

Dünyayı verelim çocuklara! Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı… Çocuklar adaleti, eşitliği, dayanışmayı büyüterek özgür dünyayı inşa edecek olanlardır. Onların gözünden bakıp kendini düzelterek dayanışma içerisinde hareket edebilen toplum, sömürüden arınmış bir dünya kurabilir. Onlardan insanın insana düşman olmadığını, eşitliği, paylaşmayı, dayanışmayı, arkadaşlığı öğrenmeliyiz. Çocukların düşlerinde kurdukları özgür dünyaya, onların gözünden dünyaya bakarak ulaşabiliriz. Belki de devrim, çocukluğumuzda sahip olduğumuz bütün bu saf duyguları tekrardan yeşertmekle başlar.

1 Yorum

Hamza Yalçın için bir yanıt yazın İptal

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.