Direnişçi Tutsak Murat Karayel’den 2025 Değerlendirmesi

0
40

Murat Karayel (Kırıkkale F Tipi Hapishanesi)

“Ülkemizin tutarlı ve güçlü bir Direniş Hareketine ihtiyacı var” demiştik. Geçen on yıllarda siyasi ve ekonomik krizler, kitlesel mücadeleler, işçi hareketinin yükselme ve geri çekilme evreleri yaşandı. Öğrenci, kadın, çevre ve kent hareketleri gelişme gösterebildi. Cumhuriyet mitingleri, Tekel ve Gezi direnişleri, Saraçhane günleri… Sosyalist hareketin ivme kazanmasının olanaklarını artıran, birbirlerinden farklı nitelikte kitlesel mücadelelerdi. Yerel ve dünya ölçeğinde koşulların daha inisiyatifli davranarak halkçı seçenekleri öne çıkaran bir güç merkezi yaratmaya elverişli olduğu zamanlardan geçtik. Ne var ki fırsatlar kaçırıldı. Kadın, çevre, kent hareketleriyle sosyalist hareket arasındaki mesafe açıldı ve ilişki sağlıksızlaştı. “Hegemonya stratejisinden” yoksun sosyalist hareketin bir bölüğü bu hareketlerin sözünü kendi diline tercümeyle yetinip yedeklendi. Bir bölüğü fiilen varlıklarına duyarsızlaştı: Ortaya çıkışlarının, gelişmelerinin toplumsal koşullarını ve taleplerini konu edinmedi.

Sosyalist hareketin yetersizliği tek nedenle açıklanabilir türden değil. Birikimli, genel nitelikte nedenleri var. İlk akla geleni bölünmüşlük olabiliyor. Bölünmüşlük nedenlerden biri sayılabilirse de aynı zamanda yetersizliğin gerçek nedenlerinin sonuçlarındandır. Bölünmüşlükte ve bunun aşılamamasında tek tek grupların samimiyeti belirleyici değil. Çünkü grupların bölünebilmesine damga vurmuş tarihi olan bölünmüşlüğü, alınacak kararlarla bugünden yarına giderebilmek mümkün değil. Bölünmüşlük ele alındığında, asıl üzerinde durulması gereken sosyalist hareketin “BİZ” duygusunu ve düşüncesini kaybetmiş olmasıdır. Bu yüzden her bir grubun faaliyetinin diğerlerini (bütünü) etkilediği, polemik ve çatışmanın “ideolojik mücadele” değil halkın güvenini zedeleyen ve bütünü yıpratan faaliyetler olduğu; grupçu motivasyonla hoşgörülen yanlışların yozlaşmayı beslediği görmezden geliniyor. Kısa vadeli hareket edildiğinden istikrarlı yapılar kurulamaması, yenilgiler, kayıplar ve bunlardan kaynaklanan zayıflıklarla gelen hayal kırıklıkların beslediği örgütsüzlük, gruplara mesafeli duran geniş bir sosyalist kesimin varlığı da ortak hareket edilememesinin nedenlerindendir.

Nedenler ve sonuçlar iç içedir, sosyalist hareketin bölünmüşlüğü ve ortak hareket edememesi söz konusu olduğunda “Anlayışımız doğruydu ama hayata geçiremedik”, “herkes şöyle yapsaydı…”, “başkaları böyle yaptığından” gibi iddia sahibi olmakla bağdaşmayan kolaycılıkta, savunmacı ve rekabetçi açıklamalar sosyalist hareketi yetersizlikleri hakkında bir şey söylemiyor. Her bir grubun sorunu kendi dünyasına indirgeyerek yetersizliği “darbe yedik”, “bölündük”, “şunlar bıraktı” türünden özgün değil ama öznelliğe tutsaklığın çıktısı gerekçeleri sorunun genelliği yanında bir şey ifade etmiyor. Sadece, sorunun bilinçsiz kabulüne denk düşüyor: Nasıl olup da her grubun benzer şeyler yaşadığı, zaten açıklanması gerekenin parçalarındandır. Halkçı, yurtsever çizgide devrimci gelişmelere öncülükle sosyalist hareketin yükselmesinin koşulları varken, gericiliğin uzun yıllar iktidarda kalabilmesinin ve halk muhalefetinin bağımsızlık ve demokrasi hattında konumlanamamasının nedenlerini tek başlıkta toplarsak karşımıza parti sorunu çıkar.

Partiye dair savunabilecek her görüşün ülkemizde birden fazla savunanı ve biçimsel bakımdan parti bolluğu vardır. Dolaysıyla, sosyalistlerin toplumsal süreçlere müdahalesinin temel aracı olan parti sadece biçimsel boyutuyla kavrandığında “parti sorunu”dan söz edilemeyeceği bellidir. Ne var ki, bu bakış ideolojik, politik içeriğe ve işleve duyarsızlıkla aracı önemsizleştirmektedir. Sorun halktaki hoşnutsuzluğun, gelişen kitlesel hareketlerin, iktidar veya sistem karşıtı parçalı mücadelelerin (kimlik, çevre, kadın vb.) açığa çıkardığı görevleri üstlenebilen; halkın ilerici ve dayanışmacı değerleriyle (tarihi ve kültürüyle) sosyalizmin sentezine dayanan ve güven verebilen; gerektiğinde toplumsal hareketler, sınıflar, gruplar düzeyinde ittifaklara öncülük edebilecek esnekliğe, kapasiteye ve otoriteye sahip örgütlenmeyi hiçbir grubun sağlayamamış olmasıdır. 

Devrimcisi, reformisti, legali, illegali ile sosyalist gruplar kitlesel mücadelelere öncülük ve etkili mücadele kapasitesinden yoksundur. Ne kitlesel hareketlerin taleplerini devrimci temelde ifadesine aracılık edebiliyor ne de sosyalist hareketin öncelikleri kitlelerle buluşturarak mücadele yükseltebiliyor. 

Sosyalist hareketin gelişmesine elverişli anlarda grup çıkarları ve “biz” bütünlüğünde basar. Kazanma hedefimizin önüne geçmiş sekterlik baskın gelmiştir. Ülkenin ve halkın kaderinin şekillenebileceği süreçlerde hedefi, kapsamı belli ittifaklar ve iş birlikleri yaratılmamış, rekabetçiliğin etkisinde kalındığından büyük sözlere pratiğin propaganda seviyesinde kalıcı ve kavrayıcı eşlik etmiştir. Sosyalist yapılar kitlesel mücadeleleri “dışarıdan” etkilemeye çalışıyormuşçasına programlar, hedefler ilan edip analiz doğruluğu yarıştırırken, örgütlenme ısrarının yerini “doğruya” çağrılar almıştır. Bu yönelim, gerçek durumu kavrayarak onunla ilişkilenmek, kitle hareketiyle bağ kurarak ona müdahale araçlarını aramak çabasından uzaklaşmayı geliştirmiştir.  

Geçmişi değiştiremeyiz ancak halkta güvensizlik kaynağı olmasının önüne geçebilmek, bugün daha iyi mücadele edilebilmek yeterlilikleri ve hataları bilince çıkararak üstüne gidebilmeyi gerektirir. Genel olarak ele alındığında, değerler ve hedefler ile güncel pratiğin bağının sağlıklı kurulamadığı, kısa vadeli hareket edildiğinden kaçınabilecek hatalar ve yanlış eylemler yayıldığı görülüyor.  

Eğitimdeki zaaflar nedeniyle disiplinsizliğe, lümpenliğe, bireyciliğe alan açılması; bunun mücadeleden kopmalara, çete-mafya ilişkilerine zorlanmadan uyum sağlayabilmelerine, kariyer sapkını olabilmelerine varması sosyalist cephenin gerçekliğinin parçasıdır. Böylelerine, mücadeleye başka bir grupta devam edenlerden daha hoşgörülü davranılması sekterliğin geldiği boyutun örneklerindendir. 

Hatalarla birleşen baskı koşullarında yılgınlık, tutsaklık “imha” ile yeri doldurulamayan kayıplar yaşanmıştır. Profesyonellikten, “konspirasyon”dan söz edilirken önderlik düzeyinde alınan darbelerle etkisizleştirilmesinin, hatta bu yolla grupların manipüle edilmelerinin örneği çoktur.  

Yetersizlikleri, hataları dile getirmek yaratılan birikimin değerini düşürmek ve sosyalistleri şeytanlaştırmak değildir. Geçmişin fedakarlıklarla, cüretle, genellikle gücü ve olanakları aşan pratiklerle şekillenen mücadelelerle dolu olduğu açıktır. Dolayısıyla geçmişin inkârı değil eleştirisi esastır. Amaç deneyimlerden dersler çıkarabilmek, hataların bugüne etkilerini asgarileştirebilmek; yarına daha donanımlı, kavrayışı gelişmiş ve pratiğin ustası “devrimciler birliği” olarak varabilmektir. 

Coşku ve cesaretle ama uzak görüşlülükten yoksun zamansız çıkışlar, arkası getirilemeyen işler dünün ve belki yarının olası sorunlarındandır. Bugün üzerine gidilmesi gereken ise tutukluk, coşku yitimi, ilişkilerde istikrarsızlık, alanlarda tutunamamak, sosyalist cephenin görünür alternatif olarak halkta güven yaratamamasıdır. Hataların üstüne bilinçli şekilde gidilememesinin bunlarda payı vardır. Sayılan hata ve eksikliklerin bir kısmı, her grup gibi Hareket’te de mevcuttur. Bu umutsuzluğa yer vermesin, yılgınlığın bahanesi değil, şimdi küçük bir ekibin sağlam ilişkisiyle başlamak zorunda kalsak bile daha iyisini yapma iddiasının dayanağıdır. 

Sosyalist gruplar bilinçli-bilinçsiz çağla, toplumla, mücadeleyle devinen birliklerdir. Yani değiştirilmek istenen aynı zamanda parçası olunan ve içinde hareket edilen nesnelliktir. Eğitim ve kadro şekillenişi yeni bir düşünüş, davranış ve ahlakı geliştirmekte yetersiz kaldıkça, grup içine taşınan burjuva toplumuna özgü hastalıklar varlığını devam ettirecek, bastırılması halinde ilk fırsatta açığa çıkacaktır. Burjuva toplumun hastalıklarından bir kerede arınarak yeni bir davranış ve ahlak yaratmak iddiası gerçekçi değildir. Bu, temel aracı eğitim olan, kararlılık ve iradenin belirleyici rol oynadığı kesintisiz mücadele sürecinin konusudur. Hedef rekabetçilikten uzak, motivasyonu grupçuluk olmayan, kurucu yönü önde, halkın dayanışmacı ve direnişçi geleneğiyle sosyalizmi sentezleyebilen hareketi inşa etmek ve toplumsal gelişmelere müdahale edebilecek güç oluşturmaktır. Halkla diyalog halindeki böyle bir hareketin varlığı, kitlesel mücadelelerin yükseldiği dönemlerde çarpan etkisi yapacaktır. Kitlesel mücadelelerin yükselme-geri çekilme döngüsünün yerine sürekliliği ve sonuç alıcılığı koymak, kitlesel mücadeleler aracılığıyla halkın inşası ve hareketin halklaşması sürecini birleştirmekle mümkün olacaktır. 

Mevcut iktidar ekonomik ve siyasi olarak ülkemizi geriye götürüyor. Demokratik kurumlar, meslek örgütleri, yurtsever ve sosyalist aydınlar baskı altında. Düzenin ana muhalefet partisi bile yargı eliyle şekillendirilmek isteniyor. Toplumsal yaşamın her alanında mezhepçi, cinsiyetçi normlar dayatılıyor. Emekçiler tam bir yıkımla yüzleşiyorlar. Halktaki hoşnutsuzluk kronikleşiyor, tepkiye dönüşüyor ve bir yandan toplumsal “çürümeyi” derinleştirirken bir yandan meşruiyet algısı oluştuğunda alanlara akıyor. 

AKP iktidarının kimlerin öncülüğünde, hangi güçlerin ideolojik-politik etkisiyle, hangi biçimde geride kalacağı ülkemizin ve halkımızın geleceği bakımından önemlidir. 

İktidar değişiminin CHP inisiyatifi ve diğer muhalefet partilerinin merkezi veya tabandan ittifakı ile gerçekleşmesi ihtimali öne çıkmıştır. Biçimi Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak olarak görünmektedir. Sürecin özgünlüğü ana muhalefet partisinin kuşatılması, alanların başka dönemlerde olmadığı kadar denkleme dahil edilmesi, sandığı beklemeden halkın tepkisini kitlesel olarak açığa vurulması ve rutin mitinglerle seçime endekslenmek istense bile onu aşacak sonuçlar yaratma potansiyelidir. 

Seçim boyutlarıyla ele alındığında muhalefet partilerinin ve destekleyen çevrelerin ortaklaşma alanları çok dardır. Birliktelik motivasyonları AKP-MHP iktidarına son vererek meclis hükümeti sistemine geçiştir. Bu sınırda kalınmasının sonucu halk tepkisinin soğurulması, esneklik kazanarak hareket alanı genişletilmiş bir hükümet ile siyasal iktidarın güçlendirilmesi olacaktır. İktidar karşıtlığından devlet kurtarıcılığı çıkarılabilecek, bağımlılık ilişkileri olduğu gibi kalırken demokratik gelişme sağlanamayacaktır. Bunun ötesine geçebilmek yurtsever, sosyalist güçlerin mücadelesine bağlıdır. Süreçte etkili, inisiyatifli olunamazsa; düzen partileri arasındaki hesaplaşma şiddetlense bile gelecek olanlar da şimdikiler gibi yanılgıları besleyerek bugün alanlara çağırdıkları halka yarın hayal pazarlayacaklardır.

Ekonomik krizlerin her yönetimde olacağının ve bedelini emekçilerin ödeyemeyeceğinin bağımsızlık hedefi ile ilişkilendirilmedikçe demokrasi ve refah hedefinin sözde kalacağının, parlamenter sisteme geçişin sadece biçimsel değişiklik olacağının kitlesel ölçekte kavranabilmesi ve halk hareketi olarak somutlanması yurtseverlerin ve sosyalistlerin mücadelesine bağlıdır. İhtiyacımız olan daha fazla örgütlenmek, örgütlü düşünerek hareket etmektir. Başarısızlığın sonucu mevcut durumun süresinden öte toplumsal çürümenin derinleşmesi olacaktır.

Lenin, “Bize bir devrimciler örgütü verin, biz de Rusya’nın altını üstüne getirelim” diyor. Bunu hangi koşullarda söylüyor? İşçi hareketi yükseliyor ve “sosyal demokrasi” hazırlıksız, amatör, parçalı durumda; rolünü yerine getiremiyor. Lenin, kendiliğinden hareketin yükselişinin açığa çıkardığı görevlere odaklanarak değişik zamanlarda (1905-1912 hareketleri mesela) benzer şekilde öncü örgütlenmenin önemini vurguluyor. Devrim-parti bağını, öncü örgütlenme olarak partiyi inceleyen kavrayışla Lenin, Marks ve Engels’ten ayrılıyor. Devrimci gelişmeleri, kitle hareketinin patlama evrelerini, ki parti ile karşılamak gerektiğini; devrimci yükseliş sırasında partinin inşası için geç kalmamış olacağını düşünüyor.

Ne yapmalı? siyasal devrimin (iktidarın) öncülük ve ittifaklar sorununa indirgendiği tarihsel kesitte partiye öncelik tanımakta ısrarın eseridir. Parti anlayışına en önemli katkısı, kendiliğindenciliğin (kendiliğindenliğin değil) reddidir. Öncülük, dışarıdan bilinç, hatta profesyonellik ve merkeziyetçilik gibi temel kavramlar, partideki ve parti-kitle ilişkisindeki kendiliğindenciliğe yaklaşımla ilgilidir. Söz konusu olan kendiliğindenliği değersizleştirmek değil, kendiliğinden hareketin partiye yüklediği görevleri bilince çıkarmak üzere kendiliğindenciliği mahkûm etmektir. Bu yaklaşım; parti yapısına ve işleyişine sahip, asgari kitle bağını kurmuş ve kitlelerle ilişki araçlarına binmiş, profesyonel devrimcilerden oluşan küçük bir öncü grubun devrimci dönem yakalandığında hızla gelişerek tarihin akışını etkileyebileceği iddiasına dayanıyor.

“Öncü parti”, parti-kitle ayrımının altını çiziyor. Ancak bu ayrımı mutlaklaştırmayıp öncülerin örgütlülüğü olarak partinin bağımsızlığını güvenceye alırken; en bilinçli kesiminin örgütlenmesi olarak kitlelerle buluşup kaynaşmak misyonuyla onun içinde yer alıyor. Bilincin ve pratiğin eşitsiz gelişmesi nedeniyle, kendisini geride olandan daima ayırmak üzere halkın tümünün sözcüsü veya temsilcisi değil, öncüsü olarak konumlanıyor.

Lenin’in parti anlayışı hem kitle-öncü ayrımını belirsizleştirir hem de “kitle çizgisini” kuvvetle vurgular. Halk/sınıf içindeki tüm ayrımları aşan genel, uzun vadeli “çıkarların” temsilcisi olma iddiasıyla, kitleleri örgütlemek faaliyetinin eseridir.

Kitlelerin bilinç düzeyini, taleplerini vb. dikkate alarak mücadelelerini genel çıkarlara bağlamak iddiasındaki parti, aynı zamanda bunları tanımlayıp tasnif eder konumdadır. Kitle çalışmasında propagandaya yapılan vurgulardan da çıkarılabileceği üzere, “öncü parti” anlayışında kitle ilişkisinin baskın karakteri tek yanlılıktır. Sınıf kökenlilerin parti örgütlerindeki sayılarının arttırılması, partinin Sovyetlerde çoğunluk hâline gelmesi ile iktidar şiarını yükseltmek arasında bağ kuran önermeler de “kitle katılımını” biçimsel süreçlere mahkûm eden tek yanlılığın örneklerindendir.

Ne yapmalı? sınırlarında belirlendiğinde, öncü parti anlayışı diyaloğu içermez. Ancak eseri için Lenin’in yıllar sonra söyledikleri ve kendi pratiği, Ne Yapmalı?’daki anlayışı mutlaklaştırmamak gerektiğine işaret eder. Lenin’in parti anlayışının gelişimi, “hakikat temsilcisi, yol gösteren”den, deneyimlerinden ve kitlelerden öğrenerek teorik, pratik ve örgütsel bakımdan “evrilen bir organizasyona” doğrudur. Dolayısıyla kimi kısıtları olmakla birlikte, önemi partide diyaloğun genetik olarak dışlandığı söylenemez. Aradaki makasın kapanması, pratiğin konusu olarak karşımıza çıkar.

Ne Yapmalı?’da parti içi ilişkilerin genel çerçevesi, demokratik merkeziyetçilik ve hiyerarşik yapılanması olarak belirlenmiştir. Birleşik, merkezileşmiş, disiplinli birlik hedefi iç ilişkilerin pusulasıdır. Ancak uygulanması her dönem aynı netlikte olmamış; pratik liderliğin gücü, olanakları, koşulların etkisi ile şekillenmiştir.

Öncü parti anlayışı devrim yapmak iddiası ile kurgulanmış değildir. Devrime yol açacak koşulların varlığında dahi devrimin kendiliğinden olamayacağı; koordineli bir güç merkezi ve program yoksa anın kaçırılacağı belirlemesinin ürünüdür. Bunların yokluğunda kitleler egemenlerce manipüle edilebilecek, örgütlü gericiliğin karşı devrimin güdümüne girebilecek, enerjisinin tükenişi ile geri çekilerek yozlaşabilecek (yakın tarihteki Tunus, Mısır örnekleri gibi). Ayrıca, parti devrimin koşullarının oluşmasını, devrimci dinamiklerin gelişmesini hızlandırabilecek; siyasi-ideolojik hegemonya inşasıyla sosyalizmi güncel alternatif olarak somutlayabilecek mücadele aracıdır. Araç olması, kolay vazgeçilebilir olduğu anlamına gelmez; varlığı devrim için objektif koşullar kadar zorunludur.

Sosyalist hareketin yetersizliklerini parti sorunu başlığıyla ifade edince, mücadelenin önceliklerini belirlerken tarihe yön veren başarılarda rol oynamış Leninist partinin fikirsel arka planıyla temas kurmaktan kaçınılmayacağı kanaatindeyim. Ancak mücadelenin öncelikleri ve buna bağlı güncel görevler belirlenirken odak noktası nesnelliğin somut (çok yönlü) kavranması olacaktır. Bu nedenle parti konusundaki teorik birikimin ve deneyimlerin sadece ön açıcı değil, eleştirel yaklaşılmadığında sınırlayıcı da olabileceği kabullenilmelidir. Marks’ın parti-devrim ilişkisi kavrayışına tamamen bağlı kalsaydı Lenin, öncü parti anlayışını geliştiremeyecek kadar sınırlanmış olmayacak mıydı? Şimdi mesele öncü parti anlayışını ve pratiğini arkamıza alarak; ülkemizdeki özgün toplumsal şekillenişe, mücadele koşullarına uygun bir yol bularak mücadelenin güncel ihtiyaçlarına cevap verebilmektir. Başka deyişle Ne yapmalı?’yı, “Türkiye’de ne yapmalı?” sorusunu önceleyerek kavramak zamanıdır. 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.