Nadiye Karahan, 26 Ekim 2025
Bugün bu ülkede gerçeği söylemek cesaret istiyor. Yandaş olmayan basın kuruluşları susturuluyor, televizyon kanalları karartılıyor, gazeteciler hapse atılıyor. TELE1, Halk TV ve daha niceleri… Halkın sesi oldukları için cezalandırılıyorlar.
Suçları ne? Doğruyu söylemek. Halkın hakkını savunmak, iktidarın görmezden geldiği gerçekleri anlatmak. Kayyum atamak, para cezası kesmek, yayınları engellemek…
Bunlar birer “idari işlem” değil, bir halkın sesiyle savaşmaktır. Ve unutmayın, bir ülke basınını susturduğunda aslında kendi vicdanını da susturur.
Gazeteciler bugün hücrelerde, ekranlar karanlık, kalemler kırık. Ama halkın hafızası dimdik ayakta.
Çünkü biz biliyoruz: Bir kalem kırıldığında, bin kalem yeniden doğar. Bir kanal kapandığında, milyonlarca insan gerçeği başka yollardan duyurur.
Bu ülkede asıl utanç sadece cezaları verenlerde değil; sessiz kalanlarda da.
Çünkü bu olayda katilin cüreti değil, dostun sessizliği utançtır. Gerçeğin susturulmasına karşı susan herkes, zulmün ortağı olur.
Bu yapılanlar ne adalete, ne hukuka, ne de sosyal devlete yakışır. Çünkü sosyal devlet eleştiriden korkmaz; aksine halkın sesini duyar. Basın özgürlüğü bir lütuf değil, halkın hakkıdır. Devletin görevi, kendi sesini büyütmek değil, her sesin duyulmasını sağlamaktır. “Halkın sesini kısarak güç kazanacaklarını zannediyorlar, ama gerçeğin ve vicdanın sesi her zaman onları boğar.”
Bugün korku hüküm sürüyor olabilir, ama unutulmasın: Korku geçicidir, gerçek kalıcı. Bir gün bu karanlık perde kalkacak, tarih gerçeği yazanların değil, susturanların utancını anlatacak.
Ve o gün geldiğinde halk yine konuşacak, yine yazacak, yine özgür olacak. Çünkü gerçek, hücreye sığmaz.
Ne kadar susturursanız susturun, bir gün yine yankılanır.

























