Seda Şanlıer
Türkiye’de kitleler üzerine bombalı saldırıların yaşandığı yıldı 2015.
Önce Diyarbakır’da başladı. 5 Haziran 2015 günü Selahattin Demirtaş’ın Diyarbakır seçim mitingi sırasında art arda iki bomba patladı ve beş vatandaş yaşamını yitirdi.
Bir başka canlı bomba saldırısı ise Diyarbakır saldırısının hemen ardından geldi. 20 Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesinde bir araya gelen sosyalist gruplar, Suriye’nin kuzeyinde yer alan Kobane’yi (Ayn el-Arab) yeniden inşa etmek için yola çıkacaklardı. Çalışmalarını anlattıkları basın açıklaması sırasında saldırı gerçekleşti. Gerçekleşen saldırıda 37 genç yaşamını yitirirken, 100’den fazla insan yaralandı.
Ankara Garı
Bütün bu yaşananların ardından sendikalar ve odalar Ankara’da 10 Ekim’de “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi” düzenleme kararı aldı. Bizler de bu eyleme katılmak için sendikaların kaldırdığı otobüslerle Kadıköy’den 9 Ekim gecesi yola çıktık. Yolculuğumuz coşkulu geçmiş, molalarda sohbet edip, halay çekmiştik.
10 Ekim sabahı şehre vardık ve eylemin yapılacağı Ankara Garı’na doğru yola çıkmıştık. Alana doğru yürürken polislerin ve kontrol noktalarının olmaması dikkatimizi çekmişti. Genelde eylemlerin yapılacağı alanların çevresi çevik kuvvet polisleri ve TOMA’larla donatılırdı. Alana vardığımızda ise tam bir şenlik havası hakimdi.
Toplanmalar gerçekleştikçe yürüyüş kolları oluşturulmaya başlanmıştı. Bizler Sıhhiye Köprüsü’nün altında bulunan yürüyüş kolundan eylem alanına varacaktık. Bu sırada yine halay çekiyorduk. Halay çekerken arkamı dönüp kalabalığı baktığımda köprünün üstünde yüzlerce insan vardı. Onların bir kısmı da bizim gibi halay çekiyor ve eylemin başlamasını bekliyordu.
Kısa bir süre sonra eylem başladı. Tam yürüyüşe geçtiğimiz sırada bir patlama sesi duyduk, sonra bir patlama daha. Arkamı dönüp baktığımda havaya yayılan gri tonda duman bulutları ve ne olduğunu tam anlayamadığım parlayan parçacıklar görmüştüm. Et kokusu hissediliyordu. Daha sonra da çığlıklarla kaçışmalar başladı. Kaçışmalar sırasında tertip komitesi arabasından “sakin olmamız” yönünde anonslar yapılıyordu. Ortalık cehennem gibiydi. Nice sonra dinlenebileceğimiz sakin bir yer bulunca, bir televizyon ekranından gördüğümüz yazıyla ne olduğu konusunda netleşmiştik: Ankara’daki eyleme IŞİD’ci iki cani, üç saniye arayla iki bombalı saldırı gerçekleştirmişti. Gerçekleşen bu saldırıda 103 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce insan da yaralanmıştı.
Saldırıdan sonra hastane önlerinde bekleyişlerimiz başladı. Yaşadıklarımıza anlam vermekte zorlandığımız bu zamanlarda bir yandan hastahaneye kaldırılan yaralıların durumlarını takip ediyor diğer yandan da yaşamını kaybedenlerin cenaze törenlerine katılıyorduk.
Kısa bir süre sonra saldırıyla ilgili neler öğrenmedik ki… Mesela saldırıyı gerçekleştiren katilleri Ankara’ya getiren Yakub Şahin isimli şahıs, saldırıdan 11 gün önce Gaziantep’in Nizip ilçesinde patlayıcı malzeme imal etmekte kullanılabilen maddeden dikkat çekici miktarda satın aldığı için ihbar edilmiş fakat buna rağmen hakkında bir yakalama kararı çıkarılmamıştı. Hatta 10 Ekim’den bir gün önce MİT ve Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne IŞİD’ın saldırı düzenleyebileceği yönünde istihbarat notu gelmiş fakat bu istihbarat Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından “kayda değer” bulunmamıştı. Sadece bu da değil. İçişleri Bakanlığı’nın katliamdaki ihmallere ilişkin yürüttüğü soruşturmada, emniyet ve MİT’in IŞİD’in terör saldırısı düzenleyeceğine ilişkin 62 ayrı istihbarat notu geçtiği tespit edildi. Saldırının olacağı gün gibi ortadaydı ancak dönemin AKP’li Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun “öfkeli ve dışlanmış gençler” gördüğü bu katillere karşı hiç kimse önlem almamıştı.
Sonrasında Ne Oldu?
Yaşanan bu saldırı sonrasında ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan istifa etti. Öyle ki saldırıyla ilgili tek bir kamu görevlisi bile yargılanmadı. Bunu sonrasında ortaya çıkan soruşturma raporlarından biliyoruz. Katliamla ilgili İçişleri Bakanlığı müfettişleri; 25 Şubat 2016 tarihinde hazırladıkları raporda dönemin Ankara Emniyet Müdürü, İstihbarat Şube Müdür Vekili, TEM Şube Müdürü, eski Güvenlik Şube Müdür Vekili ve TEM Şubesi C Büro Amiri’nin ihmali olduğunu tespit etmişlerdi. Müfettişler adı geçen kamu görevlileri ile ilgili soruşturma izni istedi fakat Ankara Valiliği buna izin vermedi.
7 Haziran 2015 tarihinde yapılan seçimlerde AKP tek başına iktidar olma şansını yitirmişti. Bu bombalı saldırılar, yaratacağı etkiyi yarattı ve AKP aynı yıl 1 Kasım seçimlerini kazanmış oldu.
Sonrasında katliama düpedüz göz yumanların yargılanmadığı bir yargı süreci başladı. IŞİD’in Türkiye sorumlusu dahil olmak üzere 35 kişi hakkında dava açıldı. Saldırıda rol alanların bir kısmı zaten firar etmişti. Dava 9 yıl sürdü. Geçtiğimiz 1 Temmuz’da görülen son mahkeme ile karar açıklandı. 10 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis verildi.
Peki Tehlike Geçti mi?
Yukarıdaki soruya yanıt vermek için bölgemizdeki duruma bakalım. Bugün İsrail; uydurduğu “vadedilemiş topraklara” ulaşmak için çoluk çocuk, kadın erkek demeden Filistin ve Lübnan’a saldırılar düzenliyor. Bu saldırılarda on binlerce masum insan katledildi. En gelişmiş teknolojiyi öldürmek amacıyla kullanan İsrail, Lübnan’da patlamalar gerçekleştirdi. ABD’den ve diğer Batılı devletlerden satın aldığı donanımlı füzelerle yemek kuyruğunda bekleyen sivilleri, okulları, hastaneleri ve göçmen kamplarını vurdu. Hedefine ulaşmak için bölgede önemli engel gördüğü güç olan İran’ı kışkırtmak için elinden geleni yapıyor. İran savaşa çekildiğinde İsrail, ABD ve Batılı emperyalist güçlerle birlikte ona saldırmak istiyor.
İsrail’in en büyük destekçisi ABD’dir. Ortağı ABD ile Orta Doğu’yu kana bulamak için IŞİD ve El-Kaide gibi cihatçı grupların gelişmesini sağlamış, “Turuncu Devrimleriyle” ülkelerin yönetimlerine müdahale etmiştir. İsrail’in bölgedeki ülkelere tek başına saldırması neredeyse imkansızdır. Ancak ABD ile birlikte bugüne kadar denediği benzer metotları uygulamaya koyabilir. Türkiye dahil olmak üzere Orta Doğu’da özgürlük ve demokrasi vaadleriyle halkları birbirine karşı kışkırtıp, çok büyük katliamlara yol açabilir. Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da çok yaptı.
Yabancı servislerin raporlarına göre düzensiz göçlerle birlikte Türkiye’ye 8 bini aşkın çete mensubu girmiş durumda. AKP iktidarı bu dinci çeteleri kontrol edebilceğini düşünüyorsa yanılıyordur. Coğrafyamızda bütün dinci gerici hareketlerin arkasındaki esas güç geçmişte İngiliz emperyalistleriydi sonra da ABD emperyalistleri oldu. İsrail gizli servisi, bölgemizdeki bütün dinci çetelerin iplerini elinde tutuyor. IŞİD, El Nusra gibi çetelerin Türkiye’deki saldırıları da zaten aslında ABD ve İsrail’in tetiklediği süreçlerin ürünüdür. Şimdi İsrail’in bölgede özgürlük adına halkları birbirine kırdırmaya çalıştığı bu süreçte ülkemiz çok daha büyük tehditlerle karşı karşıyadır. Dolayısıyla dinciliğe ve yeni 10 Ekim katliamlarına karşı mücadele emperyalist savaşa karşı, İsrail ve ABD saldırganlığına karşı mücadeledir.