Odak Dergisi olarak, “günümüzde işçi örgütlenmesi ve sendikalardaki yapısal sorunlar” başlığı altında sınıf mücadelesinin ve sınıf hareketinin içinde bulunduğu sorunları, olanaklarını anlamaya çalışarak çeşitli isimlerden aldığımız görüşlerle eleştirel bir düşünceye varmayı amaçlıyoruz.
Taşeron Belediye İşçileri Birliği (TABİB) gönüllüsü Kadim Fırat’a da konu üzerine sorularımızı yönelttik. Aşağıda Fırat’ın sorularımıza yanıtlarını yayınlıyoruz:
Ülkemizde işçi sınıfının sınıf bilinci, örgütlenmesi ve mücadelesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesi özellikle 1960’lı yıllarla birlikte yükselişe geçiyor ve kimi hakları yasal zemine taşıyor. Dönemsel olarak sınıf bilincinin, işçi mücadelesinin yükselmesi sayesinde ücret ve sosyal haklar yükseliyor. 1980 öncesi ve 1990’lı yıllardaki işçi direnci topluma bir miktar nefes aldırdı. Türkiye’de bir işçi damarı, sendikal örgütlenme var. Bu önemli. Daha gelişkin bir sınıf çalışmasına da ihtiyaç var. Bugün ise temel konularda bir araya gelmeyen, kendi gündemleri ile yaşam süren, aşağıdan ciddi bir basınçla karşı karşıya kalmayan sendikal konfederasyonlar var. Buna rağmen pek çok iş kolunda parçalı, kısmi mücadeleler var. Belediye grevleri, metal grevleri, maden işçilerinin mücadeleleri, Polonez direnişi, sendikaların yaptıkları eylemler. Uzun yıllar sonra Türk- İş’in yaptığı Ankara eylemleri, KESK’in eylemleri, Tarım işçilerinin eylemleri, Taşeron işçilerinin ısrarlı mücadeleri, sağlık alanındaki mücadeleler ve başka mücadeleler önemli. Bunlar bize bir zemin sağlıyor, buradan ilerlemek gerekir. Sınıf bilinci gerilemiş de olsa hepten yok olmuş değil.
Emperyalist kuruluşlar, iktidar, sermayedarlar ve yerel yönetimler sendikaların örgütlenmelerini ve mücadelelerini nasıl etkiliyor? Bu bağlamda Batılı fonlar sendikal mücadeleye ne gibi etkilerde bulunuyor?
Emperyalist kuruluşların, şirketlerin sendikaları yönlendirdiği, kapitalist uygarlığa sahici bir karşı çıkış sergilememeleri için uğraş verdiğini biliyoruz. Eğer bu egemenler dirençli bir işçi hareketi ile karşı karşıya iseler onu yıkmak için her yolu deniyorlar. Hareketi bozguna uğrattıkları çok deney var. Öncüleri tasfiye ettikleri pek çok başkaldırı yazıldı tarih sayfalarına. Her zaman fiziki imha denenmiyor. İşin başka boyutları da var, ideolojik, kültürel kuşatma. Ekonomik ayrıcalıklardan yararlandırıp tasfiye etme, düzen sınırları içine çekme stratejinin başka bir bileşkesi. Fonlar meselesini bu bağlamda ele almalı diye düşünüyorum.
Sendikaların hukuksal yapısı, işleyişi ve yerleşik gelenekleri işçilerin hak ve özgürlük mücadelesi ve bilinci üzerindeki etkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye’de çok geri bir sendika yasası ile karşı karşıyayız. Egemen sınıflar kendi çıkarları için dizayn ettikleri bir alan burası. Son çeyrek yüzyılda iş yasaları, çalışma hayatı, sosyal güvenlik konularında emekçileri hırpalayan pek çok yasal değişiklik yapıldı. Bu hukuk, sendika yapısı biraz sınıflar mücadelesinin güç dengelerine göre şekilleniyor. İşçi hareketi, hukuksal çerçeve, sendikalar yasası ve sendikaların demokratikleştirmesini sağlamakla mükellef.
Kadınlar sendika yönetimlerinde sizce neden azınlıktalar?
Köşe başları tutulmuş, üstelik yağmur yağmada. Sendika yönetimleri büyük bir iktidar alanı, güzel imkanlar var, işçi aidatları ile sefa sürülüyor. Böyle verimli bir yer neden paylaşılsın ki?
Sünni, Alevi, Türk ve Kürt vb dinsel ve milliyetçi akımların işçi hareketinin sınıf birliği üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
İşçi hareketi, tüm kimliklerin kendilerini özgür ve eşit şekilde ifade edeceği bir demokrasi inşa etmek zorunda ve buna aday en gerçekçi programa sahip. Baskı, yasak, yok sayma hiçbir sorunu çözmüyor. İşçi hareketi, kapitalist çözümlerden daha ileri bir anlayışa sahip olmalı. Milliyet, inançsal farklılıkları kaşıma meselesi kapitalist çıkarları rahatça hayata geçirmek için egemen sınıfların kolayca başvurdukları bir alan. İşçilerin birbirlerine karşı kışkırtılması işçi hareketinin politikası olamaz.
İşçi hareketi her türlü farklılığı ile birlikte yol almak ve buna uygun geniş, çoğulcu bir işçi demokrasisi kurarak insanlığın karşı karşıya kaldığı tehlikelere yanıt verebilecek deneyime sahiptir.
İşçi sınıfı dünyasal bir sınıftır. Çözümleri de dünyasal olmak zorunda. Halkların, inançların birbirini boğazladığı değil, birlikte sömürüden azade bir toplumda barış içinde yaşayabilir. Bunu yapacak özne işçi sınıfıdır.
Sonuç olarak işçi sınıfı hareketi ve sendikal mücadelenin kuvvetli ve zayıf tarafları nasıl görünüyor?
İşçi sınıfı üretim alanının kilit noktasıdır, o durdu mu dünya durur. Bu üretim alanı milyarlarca işçiyi bir araya getiriyor. Topluca bir nefes verilebilse dünya yerinden oynar. Bunlar güçlü yönler.
En zayıf yan ise çeşitli kimliklerle bölünüyor olması, ideolojik politik olarak egemen sınıfın denetiminde olması.
İşçilerin sınıf sendikacılığını geliştirme olanakları sizce nelerdir?
Yeni iletişim biçimleri işçilerin birbirleri ile daha kolay bağ kurmasını sağlıyor. 150 yıl öncesine göre daha devasa bir sınıf oldu işçi sınıfı. Dünyayı sırtında taşıyor. Covid sürecinde ne kadar önemli olduğunu yeniden gördük. Bu kadar önemli bir yer işgal eden işçiler, egemen sınıfların onlara biçtiği alan içinde siyaset yapmamalı.
Sınıf sendikacılığı için kendi örgütlenmelerini kurmalı, işyeri örgütleri, konseyler, ağlar vb. Sermaye sınıfının denetim altında tutamadığı yapılar inşa etmeli. Buradan alınan destek ile sendikalar emek eksenli bir yere çekilebilir. İşçilerin öncelikle kendi güçlerine güvenmelerini yeniden öğrenmesi gerekir.
Türkiye solu sınıf sendikacılığının ve işçi hareketinin gelişmesine nasıl yardımcı olabilir?
Öncelikle işçilerin mücadelelerine yardımcı olmak, onlara güç vererek, işçilerin özne olmasın sağlayarak yardımcı olabilir. İşçilerin başarıya ulaşmaları için elindeki bütün imkanları kullanmak solun görevidir. İşçi sınıfının çıkarları solun çıkarları olmak zorundadır.