1 MAYIS VE SOLDA BİRLİK

1
1669

Alican Çağrı Gökçek/29.04.2013

Bu seneki 1 Mayıs diğerlerinden farklı geçti. Bu seneyi özel kılan bir çok sebep sayabiliriz. Başta barış süreciyle birlikte Kürt Ulusal Hareketi’nin 1 Mayıs’taki tavrı merak konusuydu. Bunun yanında geride bırakmış olduğumuz dönem işçiler ve emekçiler açısından da çok parlak geçmemişti. İş cinayetleri gün geçtikçe arttı, insanlar işsiz kaldı, taşeronlaşmaya ve güvencesiz çalışma koşullarına karşı direnmeye çalıştılar.

Bu direnişlerin bazıları halen devam ediyor. Kadınlar son dönemde cinayetlere kurban gitmekte. Bunlardan da öte iktidar öyle bir noktaya geldi ki, artık kadının özgürlüğüne, iradesine ket vurma cesaretini kendinde görebiliyor. Gerek kürtajı kaldırma denemesi gerekse de kadınların toplum nezdindeki değerini itibarsızlaştırma çabaları kadın mücadelesinin odak noktaları haline geldi. Öğrenciler, öğrenci gençlik de bu dönemin mağdurları arasında yer aldılar.
Başta 4+4+4 eğitim sistemi olmak üzere bunu izleyen Bologna süreci ve çıkarılmaya çalışılan yeni YÖK yasasıyla birlikte iktidar, eğitimde ciddi bir “dönüşüm”e gidiyor. Bu süreçte öğrenciler, seslerini olabildiğince yüksek çıkarmanın derdindeler. Başta ODTÜ olmak üzere Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde protestolar oluyor. Öğrenciler demokratik taleplerinden dolayı hapsediliyor. Eğitimin tüm bileşenleri; öğrencisi, öğretmeni, velisi, çalışanı bu durumdan rahatsız olduklarını ve eğitim piyasacı ve gerici bir zihniyete karşı olduklarını dile getiriyorlar. Ve daha nicesini sayabiliriz. Son dönemde Türkiye kritik bir sürece girmiş durumda.
Abdullah Öcalan’ın 21 Mart’ta açıkladığı ve büyük tartışmalara da yol açan yeni yol haritasının ardından barış süreci hız kazandı. Bu yeni dönemde Öcalan-AKP ittifakı önderliğinde bir siyaset izlenmeye başlandı. Sürecin Öcalan tarafından belirtildiği üzere Türk ve Kürt halklarının din kardeşliği üzerinden kurulması da dikkat edilmesi ve irdelenmesi gereken bir nokta oldu.
Bu süreçte özellikle Kürt Ulusal Hareketi’nin barış sürecinin dışında kalmayı tercih eden siyasetlere karşı tutumu da dikkate değer bir niteliğe sahipti. 21 Mart’ta açıklanan yol haritasında da Öcalan’ın belirttiği gibi süreç bir ittifak süreci haline dönüşerek sosyalistlerden bu sürece destek vermesi beklendi. Öcalan, mektubunda açık bir şekilde emperyalistlere, dincilere ve onların temsilcisi iktidara bölgede bir ittifak önerdi.
Öte taraftan da bütün bunların ardından sürecin ezilen halkları özgürleştireceği ve Türkiye’nin demokratikleşeceği vurgusu yapıldı. Bu tespitin tamamen karşısındayım. Burada şunu görmeliyiz ki emperyalistlerle, gericilerle yürütülen sürecin ezilen halklara uzun vadede hiçbir katkısı olamaz.
Kürt Hareketi’nin bu tutumu devletin de elini güçlendirmeye başladı. Bunu son dönemde artan baskılardan, yaşanan yasaklama ve tutuklamalardan görebiliyoruz. Sürecin sadece Kürt halkının yararına değil tüm ezilen halkların özgürleşmesi çerçevesinde yürütülmesi gerekirken, Kürt Hareketi pratikte bunu nedense bir türlü bizlere gösteremiyor. Her seferinde özgürlük vurgusu yapan bir hareketin anti- demokratik bir tutumla kendi içinden bir siyaset adamına, Şerafettin Halis’e yaptıklarını da kuşkuyla karşılıyorum. Şerafettin Halis’in geçtiğimiz günlerde Radikal gazetesinde yayınlanan röportajında sorduğu soruların dikkate değer olduğunu düşünüyorum. (http:// www.radikal.com.tr/radikal.aspx? atype=radikaldetayv3&articleid=1 131402&categoryid=78)
İşte bu kritik dönemde 1 Mayıs’tan edindiğimiz izlenimlerin ne kadar önem arz ettiğini görmeliyiz. 1 Mayıs’ta yaşanan devlet terörünü iyi analiz etmek gerekli. Bu tavrın tamamen siyasi bir tavır olduğunu görmeliyiz.
1 Mayıs öncesi ana akım medya önderliğinde yürütülen “Taksim’de inşaat var, Taksim’e gitmeyin” kampanyası ve bu durumdan faydalanmak isteyen devletin inşaat bahanesiyle Taksim’i kapatması zamanlama açısından önemli işaretler veriyordu. Yazının başında belirttiğim gibi son zamanların en önemli gündemi ve olan barış görüşmeleri ve süreçte iki tarafın da uzlaşmaya yakın duruşu bu 1 Mayıs’ta Türkiye solunun neler yapacağı sorusunu akıllara getirdi. Barış sürecine odaklanmış bir siyasetin 1 Mayıs’ta neler yapabileceği tartışma konusu olarak gündemi- mizdeydi. Nitekim görmüş olduk ki Kürt Hareketi bu sene 1 Mayıs’a gerekli önemi maalesef vermedi. Bu süreçte Türkiye solunun neler yapabileceği ve bu süreci nasıl lehine çevirebileceği de tartışma götürmez bir soru işareti olarak beliriyordu kafalarda.
Bu süreçte sürekli dile getirmiş olduğumuz “bağımsız” sol ihtiyacının ne kadar da önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Türkiye solu ne yazık ki bu süreçte gündem belirlemek yerine var olan ve genel olarak da düzen içi çıkarlara hizmet edecek olan politikalara sıkışıp kaldı. Gelinen noktada 1 Mayıs’ta gösterilecek direniş daha da önem kazanmış oluyordu. Emperyalistlere, oligarşiye ve onun temsilcisi AKP’ye karşı “Burada biz de varız” demek gerekiyordu. Bunun genel bir direniş haliyle gösteremedik. Taksim’i devlet kendi çıkarlarına uymadığı için işçilere, emekçilere, devrimcilere, sosyalistlere kapatırken bizler birlikten uzak hareket ederek onlara koz vermiş olduk. Hele ki Amerika önderliğinde Ortadoğu’da oynanan büyük oyunların ve içeride de yürütülen bir uzlaşma süreci arifesinde böylesine ayrılıkçı bir tutum kabul edilemezdi.
1 Mayıs arifesinde sendikalar ve devrimci kurumlardaki ortak fikir bu süreçte bir müdahalenin olmayacağı şeklinde lanse ediliyordu. Bu durum bizleri biraz rehavete sokmuş da olabilir. Bir kez daha bu 1 Mayıs’ta şunu görmüş olduk: “Devlet, hiçbir zaman hazırlıksız ve plansız bir işe girmez.” Devletin valisi, emniyet müdürü Taksim’i kapatırken bizlerin buna ilişkin alternatifler geliştirmemiz, en azından 1 Mayıs günü yaşanabilecek olaylara ilişkin önlemleri sıkılaştırmamız gerekirdi. Bu 1 Mayıs’ta bunu topyekün bir birliktelik şeklinde göremedik. Yalnız lokal düzeyde kalsa da belli nüveleri de görmezden gelmek haksızlık olur sanırım.
Bu 1 Mayıs bizlere bir şey daha hatırlattı: Birlik. Başta şu iki soruyla başlamak uygun olur diye düşünüyorum. Birlikten ne anlarız? Sol, birleşme isteğine ve arzusuna sahip mi? Bu iki soru bu 1 Mayıs’ta bir kez daha beni düşündüren iki soru şekline büründü. Sol kamuoyunda sürekli dillendirilen bir “birlik” sevdası var. Herkes kendine göre bir birlik tarifi yapıyor ve bunları uygulamaya çalışıyor. Nedense Türkiye solunun tarihine de bakarsak bu “birlik” çabaları hep sonuçsuz kalmış.
Burada sorun kimde veya nerede acaba? Bence sorun bizim gerçekliğimizle yüzleşmeme ısrarımızda yatıyor. Solun ne kadar birlikten yana olduğunda yatıyor. Solun geçmişten gelen bir geleneği var ve bu gelenek insanları özgürleştirmek yerine onları bir araç olarak kullanmış. Devrimin öznesini nesne olarak gören “yatırımcı” pozisyonda siyaset yapan bir gelenek halini almış. Bu süreçte sol sürekli kan kaybetti ve halktan da gittikçe uzaklaştı. Daha da ötesi insanların güveni sarsıldı. Artık sol, insanlarla güvenli, samimi ilişkiler kurmakta güçlük çeker halde. Bu durumun aşılması gereklidir. Elbette ki şu an bu satırları okuyanlarınızdan katılmayan hatta beni şiddetle eleştireniniz çıkacaktır. Ancak, şunu söylemek isterim ki solun şu süreçte nitelikli ve kitlesel geleceğe sahip olma hedefi varsa o da bir “yenilenme”den geçiyor.
Belki denecektir ki son süreçte Türkiye’de muhalefet yükseliyor. Evet, muhalefetin yükselmesi bizler için bir avantaj. Fakat bu avantajı kullanacak insan ilişkilerini örecek bir örgütlülükten bahsetmek zorundasınız. Diyaloğa önem veren, süreç içinde birbirini devrimcileştirmeye dönük ilişkeler kuran ve en önemlisi de özgürleştirici bir birliktelik. Bu tarz bir örgütlülüğü kurmak da zaman ister tabii ki. İnsanların birbirini devrimcileştirdiği ve özgürleştirdiği bir ilişki modeli oturtarak devrimin ilk adımlarını atmak gereklidir. Bu adımı atarken de öğretmen-öğrenci çelişkisini sorgulamayı göze alarak yola devam edilmeli. Yani bireylerin birlikte gelişip, birlikte öğrendikleri herkesin hem öğretmen hem de öğrenci olabildiği ve bu ölçüde de özgürleştiği bir süreç geçirilmelidir. Günümüzde bence bu 1 Mayıs’tan hareketle  birliği ne kadar istediğimiz ve gelenekselleşmiş yanlışlara bağlılığımızı tartışmamız gerek.
Biraz da 1 Mayıs sonrası geleceği konuşalım. Bu 1 Mayıs’ta yaşanan olaylardan sonra ne yapmalıyız? Bu süreçten nasıl çıkacağız? Devlet kanadı bir daha Taksim yok, dedi. Bir adım öteye giderek zaten Taksim’i biz size hediye ettik gibi bir tavra da girdi. 1 Mayıs gibi anlamlı ve önemli bir günün yine bir o kadar da tarihsel öneme sahip Taksim Meydanı’nda kutlanması gerektiğini herkes bilir sanırım. Peki 1 Mayıs’ta ve daha birçok olayda olduğu gibi devletin bu sert müdahalelerine karşı biz sol ne yapacağız?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki Türkiye’nin ulusal ve dinci hareketlerin peşinde oyalanmayacak, Türkiye’nin tüm devrimci değerleri içinde barındıran, yol gösterici, bağımsız bir sola ihtiyacı var.
Türkiye işçi sınıfının mücadelesinin giderek yükseldiği bir süreç yaşıyoruz. Bu dönemde bağımsız sol ihtiyacını daha çok hissediyoruz. Toplumdaki muhalif seslerin ortaklaşacağı vicdan, güven, samimiyet ve sorumluluk sahibi bir birlik gerekiyor. Bu süreci başta iki insan arasındaki ilişkiden kurmalıyız. Bu süreçte insan ilişkileri yoluyla yeni insanı yaratmalıyız. Yani günümüzde çıkar ve rekabetin egemen olduğu insan ilişkilerinin yerine güvene, samimiyete ve karşılıklı sorumluluk düşüncesine dayalı devrimci, dayanışmacı insan ilişkileri kurmalıyız.
Solda kalıcı birliğin koşulları bu yoldan yaratılabilir. Kalıcı bir devrim bu yoldan gelişebilir ve yeni insan bu yoldan yetişebilir. Sonuç olarak önümüzdeki
bizi yoğun bir gündem bekliyor. Bu süreci en iyi şekilde değerlendirip süreçten önemli dersler çıkarmalıyız. Çıkaracağımız bu dersler ve geçmişten gelen deneyimlerle birlikte yenilenme sürecini hızlandırabiliriz. Bağımsız sol ihtiyacına cevap verecek nitelikli ve kitlesel bir hareketi örmek adına adımlar atmalıyız. Bu noktada da olabildiğince dayanışmacı ve birlikten yana olmak çok önemli görünüyor. Sürecin ezilen halkların lehine sonuçlanması herkesin olduğu gibi bizim umudumuz. Ancak, şunu da unutmamak gerekir ki bizlerin çabaları ve direnişi devam etmediği sürece ufukta zaferi göremeyeceğiz.
*Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğrencisi

 

 

 

1 Yorum

  1. bu dergiyi alırken bi abi alıp bi kenera koyma oku dedi sonra yorum yap dedi bende en beğendiğim habere yorum yapmak istedim elinize sağlık çok güzel

irem için bir cevap yazın İptal

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.