Cebbar Koçkaya
13 Ekim 2025
Bulutlar hüzünlü, öfkeli… Hava akımının şiddeti insanı ürperten bir hâl almış; bütün canlıları deli edercesine esiyor. Görkemiyle gelen yağmur bulutları, damla damla çoğalarak su birikintilerine dönüşüyor; ardından sele… Önüne çıkan tüm engelleri, pislikleri bir bir sürükleyerek, adeta intikam alırcasına patlayan bir öfkenin dışavurumuna dönüşüyor.
Bu, doğa ananın içinde biriken itirazın dile gelişi; bütün canlıların duygu dünyasının onun öfkesiyle birleşmiş ortak bir haykırışı gibidir. Doğanın bu sarsıcı tepkisi, insanoğlunun ona yaptığı kıyım ve vahşetin bir yansıması, bir karşı itirazıdır.
Sanki bir daha dönmemek üzere her şeyi alıp götürmeye kararlı, tufanı andıran bir hesaplaşmanın görkemiyle sesleniyor.
Rantın Gölgesinde Kaybolan Hafıza
Altınoluk’ta, doyumsuz rantçılar el atmadıkları, girmedikleri yer bırakmamış gibiler.
Bu güzelim kasabanın tepe yamaçlarına kadar çıkan çıkarcı müteahhitler; binlerce zeytin ve çam ağacını kesip, endemik bitki türlerini yok ederek, binlerce canlı türünün yok oluşunu seyrediyor.
Yeni yetme, cahil müteahhit bozuntuları kentin doğal belleğini yağmalarken; rant uğruna açılan alanlar, belediye eliyle meşrulaştırılıyor.
Belediyecilik bilincinden yoksun, kent kültürünü ve insana değer vermenin gereğini umursamayan anlayış;
halka yabancılaşmış, “köşeyi dönme” ve “vurgun yapma” hesabı üzerine kurulu bir çıkar ağını temsil ediyor.
Bu zihniyetten belediye başkanı çıkmaz; olsa olsa yeni türden “fırıldak tüccarlar” çıkar.
CHP’nin işi zor…
Hele ki Özgür Özel ve ekibinin, sistem ilişkilerinden beslenen rantçıları ayıklama görevi birincil öncelik olmalı.
Aksi halde, halkın ayağına dolanan, liyakatsiz belediyelerden kurtulmak mümkün olmayacaktır.
“Her şey insan için” bilincinin esas alındığı, şeffaflık ilkesine dayalı bir yönetim anlayışı hâkim kılınmadıkça değişim yalnızca sloganda kalır.
Altınoluk, Edremit ilçesinin bir mahallesi olarak biliniyor; belediyesi CHP’nin elinde.
Ancak belediye başkanı, korkunç bir servet sahibi bir müteahhit.
El atmadığı yer kalmamış gibi görünüyor.
Bir yandan belediye başkanı, diğer yandan iş insanı…
İkisini bir arada yürütmek; temiz siyaset açısından da, vicdani ve ahlaki açıdan da büyük bir çelişkidir.
Bu durum, çürümüş bir ilişkiler sisteminin en açık göstergesidir.
Doğanın Öfkesi, İnsanlığın Sessizliği
Şimşeklerin gürültüsü, derin uykudaki canlıları bile sarsıyor.
Ağlamaklı toprağın yağmura, yağmurun toprağa olan ihtiyacı…
Altı ay süren kuraklık, doğayı teslim almış. Toprağın verimi düşmüş, rekolte azalmış.
Emeğinin karşılığını alamayan çiftçi kara kara düşünüyor.
Maliyetlerin altında ezilen üretici, tutunabilmek için olağanüstü bir çaba harcıyor.
Doğanın acımasız öfkesini, onun intikam duygusunu anlamayan insan; doyumsuz hırsının kurbanı olmaya devam ediyor.
Doğanın her uyarısını görmezden geliyor, işine geldiği gibi bir bilinmezliğe sığınıyor.
Çaresiz kalan çiftçi, şükürle teselli bulmaya çalışıyor.
Umut, bir başka bahara ertelenmiş.
Örgütsüzlük sessizliği büyütüyor.
Sarayın iki dudağı arasından çıkacak bir cümleye kulak kesilen toplumun bu hâlini görmek, gerçekten düşündürücü.
Tek tek itirazların işe yaramadığını bilen saray şürekâsı ise keyifle ellerini ovuşturuyor.
Doğayı Kaybeden, Kendisini Kaybeder
Oysa doğadaki canlıların varoluş nedeni, yaşam dengesini korumaktır.
Bu denge, tüm canlıların geleceğini belirleyen en temel doğa yasasıdır.
Biyolojik döngü, fiziksel varoluşu zorunlu kılar; ekolojik yaşam alanlarının korunması ise, hem gelecek kuşakların hem de insanlığın ortak değer yaratma sorumluluğudur.
Doğayı sahiplenmek, hayat damarlarımıza giden kanın temizliğini korumaya benzer.
Kan zehirlendiğinde beden nasıl çürüyorsa, doğanın dengesi bozulduğunda da yaşam çürür.
Bunun tehlikesini görmek için kâhin olmaya gerek yok.
Bu bilince ulaşan insanlık, doğayla barış içinde yaşamanın aşkınlığına erişmiş olacaktır.
Yaz aylarının bunaltıcı ve çekilmez sıcaklığı insanı yorsa da, doğayla iç içe olmak bambaşka bir güzelliktir.
Kaz Dağları’nın derin vadileri, kanyonları, insanı içine çeken büyüleyici atmosferi, görülmeye değer bir zenginlik taşır.
Bu coğrafya, tarihsel yaşanmışlıkların, farklı uluslardan insanların buluştuğu bir mekân olarak kültürel bir çeşitliliğe sahiptir.
Gerçek hikâyeleriyle insanı duygulandıran, düşündüren, kimi zaman hüzünlendiren bu topraklar; tarihle yüzleşmeyi reddetmeden, köklere dönüşü hatırlatan bir belleği tazeler.
Doğayla iç içe olmak, insan ve toplum ilişkilerini yeniden düşünmeyi zorunlu kılar.
Toplumsal değerlerin evrensel boyutu, insan hakları bağlamında bütüncül düşünmeyi gerektirir.
Bu nedenle, adaletin ve vicdanın hükümlerinden taviz vermeyen, demokratik bir düşünme sistematiğine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Çünkü doğanın öfkesi, insanın vicdanına yazılmış bir uyarıdır.