Gıda güvenliği ve sağlık üzerine

0
195

Selçuk Şahin Polat

Gıda güvenliği ve sağlıklı beslenme, ne yazık ki çağımızda Modern Tıp’ın konusu olmaktan hızla çıkmaktadır. İnternet üzerinden bu konuda yayın yapan hangi doktoru dinlerseniz dinleyin, uluslararası ilaç şirketlerinin ve sağlık kuruluşlarının insanları nasıl yanlış yönlendirildiklerini, şirket ismi vermeden anlatmaktadırlar. Bu iyi niyetli çaba içinde olan doktorlar, hemen hemen her hafta “hangi hastalığa hangi gıdalar iyi gelir” diyerek videolar yayınlamaktadırlar. Hoş, açıklamalarında birbirleriyle çelişik tanımlar yapsalar da hepsinin ortak noktası, Modern Tıp’ın gıda güvenliği ve hastalıklar konusunda (ameliyat vb. bazı alanlar dışında) yetersiz kaldığı üzerinedir.

Uluslararası kapitalist şirketler, daha fazla kar etme hedefiyle çalışmalarını planlamaktadırlar. Dolayısıyla onlar için temel ilke, daha fazla kar edebilmek için her yolu denemektir. İnsanları tümüyle öldürmeden, onları tam iyileşmeyen müşteriler olarak gören bir noktadan hareket etmektedirler. Bunun için ülkemiz dâhil tüm geri ülkelere, “Vita” veya “Sana” gibi yağlar, sütten başka her şey olan “süt tozu” vb. sağlıksız ürünler planlı ve merkezi olarak yardım adına (tabi karşılığını fazlasıyla alarak) vermektedirler. 1950 yılı sonrası büyüyen kuşağın şeker ve tansiyon hastalıkları bu sağlıksız gıdalar nedeniyle, dersem abartmış olmam.

Ayrıca, gıdaların genetiğini bozarak, hormonal değişiklikler yaparak, zehirli gübre ve ilaçları ucuza verip bunların kullanılmasını teşvik ederek, insanlığı adeta abluka altına almışlardır. Tabi bu saldırılarla yetinmemişler, insanlığın yüzyıllardır belli hastalık ve pandemilerden onları koruyan bazı ürünleri bilinçli kampanyalarla kötülemişler ve kullanılmalarını engellemişlerdir. Orta çağda veba salgınından Romanların (çingenelerin) hiç etkilenmedikleri ortaya çıkınca, bu topluluklar araştırma konusu olmuştur. Bunun nedeninin gümüş takılar olduğu ortaya çıkınca, bu maden sağlıklı yaşamda önemli bir yer tutmuştur. Fakat kapitalizm ve emperyalist sistemle birlikte Tıp alanında gümüşün bu kullanımı, sentetik ilaçlar lehine görünmez kılınmıştır. Yine aynı şekilde kenevir bitkisinin sağlık ve de sanayi üzerinde inanılmaz olumlu etkisi ortaya çıkınca, bu da içindeki esrar adı verilen uyuşturucusu bahane edilerek ekimi yasaklanmıştır.

Peki, gıda güvenliğini ve sağlıklı bir yaşamı organize etmek ve sürekliliğini sağlamak için neler yapabiliriz?

Bunun için iki temel yolu birlikte kullanmalıyız. Birincisi Önleyici Tıp tekniklerini ve ilkelerini bilince çıkartıp, örgütlü ve bireysel olarak hayata geçirmeliyiz. Aşılar, beslenmenin düzenlenmesi, tüm gıdaların (öncelikle de sebze ve meyvelerin) analizi, kişiselleştirilmiş sağlık analizi vb. gibi adımlardır bunlar. İkincisi, Alternatif ve Tamamlayıcı Tıp yöntemleridir. Bunlar da uzak doğu tedavi yöntemleri (Akupunktur, Yoga vb.), Fitoterapi (bitkisel tedavi), Chiropractic (omurga ve sinir sistemi üzerine) tedaviler vb.leri sayılabilir. Dolayısıyla Modern Tıp’ı tümden dışlayacak değiliz.

Sistemin, belki parası olanlar için geliştirdiği tamamlayıcı tıp alanındaki olumlu adımlarından yararlanılmasını bilmeliyiz. Bunlar; organlardaki fonksiyonel bozuklukların giderilmesini temel alan Osteopati (vücudun kendi kendini iyileştirmesi için kasların ve dokuların manipülasyonu)- Kraniosakral Tedavi(beyin ve omuriliğin manipülasyonu) , lenfatik drenaj denilen bağırsakların tümden temizlenmesini sağlayan Kolonik Yıkama, vücuttaki metal zehirlenmesine yönelik damar içi bir tedavi olan Şelat Oluşturma vb. tedavi yöntemleridir. Eğer sistem dışı sağlıklı bir yaşamı bilinçli olarak uygularsak belki de bu yardıma bile ihtiyaç duyulmayacaktır.

PEKÂLÂ, EN KÖTÜ KOŞULLARDA DAHİ OLSAK KİŞİSEL OLARAK NE YAPMALIYIZ?

Sosyalist bir iktidarın uygulamayı hedeflediği Önleyici Tıp tekniklerini içselleştirmeliyiz derim. Çünkü kapitalist sistem, kar etme ilkesi nedeniyle zorunluluktan, çoğu zaman da bilinçli olarak her alanda insanların sağlığını bozacak çalışmalar yapmaktadır. Bu açıdan bu cendereden kurtulmak için insan sağlığını belirleyen fiziki ve psikolojik şu üç adımı atmalıyız: birincisi; kendi gıdalarımızı ve suyumuzu üretmek için kolları sıvamalıyız. Dışardan paketli ürün almamalıyız ya da en aza indirmeliyiz. İkincisi; hareket ve spor etkinliğimizi sistemli şekilde kendi durumumuza(iş, yaş vb.)uygun şekilde hayata geçirmeliyiz. Üçüncüsü; Stressiz bir yaşam alanı yaratmalıyız. Bunun için: öncelikle her gün akşam kafamızı yastığa koyduğumuzda günün muhasebesini çıkartarak, eksik ve yanlışlarımızı tespit edip kendimize karşı tutarlı ve dürüst olmayı başarmalıyız. Yani içsel huzuru sağlamalıyız,  Devamında kültürel birikimimizi artırmak için okuma, tartışma ve yazma alışkanlığı edinmeli ve de bıraktığınız okulumuz varsa tamamlamalı, yoksa da bu alanda yeni hedeflerimizi hayata geçirmeliyiz. Daha da önemlisi, sosyal terapi ağını yaratmalıyız; kapitalist sistemin kişiliklerimizin üzerindeki tahribatını gidermek için yakın çevremizden güven ilişkisi içinde karşılıklı sorunlarımızı ele alıp konuşacağımız ve çözümler üreten bir yoldaşlar ağını mutlaka kurmalıyız.

SON SÖZ OLARAK

Bazı doğal iyileştirici ürünleri ve gerçekleri bilmemiz gerekiyor. Bunlar sırasıyla: Birincisi; Gümüşün tedavi edici özelliğidir. Gümüşün önemi sistem tarafından sentetik ilaçlar nedeniyle unutturulmuştur. Fakat içinde gümüş barındıran bir ürünümüz var: Ceviz. İkinci gerçek de görme engellilerin kanser olmaması gerçeğidir. Bunun için en geç saat 11.00 de uyumaya başlamalıyız. Üçüncüsü ise oldukça çarpıcı: Aralıklı aç kalarak sağlığımıza kavuşabilir hatta kanser gibi hastalıkları yenebiliriz. Planlı bir aç kalmayı yani Otofaji denen beslenme sistemini, yaşamımızda uygulamamız için bence bu konuda incelemeleri olan doktorları internetten takip edebiliriz. Dördüncü gerçek ise, daha da ilginç ve sevindirici! İranlı Bilim adamı Nükleer Mühendis Mehran Tavakoli KESHE tarafından geliştirilmiş. Metallerden Gans (Gas in nano stat) adı verilen sıvı gaz, diğer bir ifadeyle nano güneşler elde ederek bununla her türlü hastalığa karşı çare üretildiği söylenmektedir.  Beşinci olarak yardımımıza koşan arılardır. Arıların balını, özellikle de Polen, Arı Sütü ve Propolis adı verilen doğal anti biyotiğini tüketerek birçok hastalığın önüne geçebiliriz.

Sağlıklı yaşamı organize etmek, onu sürekli kılıp geliştirebilmek için bir de izlenecek yol ve yöntemler sorunu var. Bunun için de:

1-) İnsanın nasıl dili varsa vücudunda bir dili vardır. Bunu öğrenmek zorundayız. ‘Canım şunu istiyor’u özentilere, çevresel etkilere ve damak zevkine göre değil, içsel isteğe bağlı olarak tespit edebilmeliyiz.  2-) Uzak Doğu kültüründe temel girdi olan ruhsal durumun sağlıkla ilişkisi, esas olarak bireycilikle değil, her alanda sosyal olmakla yakından ilgilidir. Bu yaşamımızın bir parçası olmalıdır. 3-) Sağlıklı yaşam için gerekli olan sporun bize en uygununu bulmak bizim kendi işimizdir ve bu bir sanat işidir. 4-) İstersek yeme-içmede, istersek hareketlerimizde ve kendimizi her yönüyle (ruhsal) geliştirme adımlarımız da yani tüm yaşamımızda, temel itici güç: yaptığımız işten hoşlanmak, zevk duymak olmalıdır. Zevk almadığımız işlere girmemeliyiz. 5-) Dışardan alınan ürünler; ya sineklerin, kurtçukların, kuşların vb. hayvancıkların denetimine tabi tutmalı ya da bu ürünleri analiz eden laboratuvarlar kurmalıyız. 6-) Yaşam alanımızda kendimizde gördüğümüz iyileştiren ve sağlıklı kılan yol ve yöntemleri insanlarla paylaşmasını bilmeliyiz.                                                                    

İşte bizim önleyici sağlıklı yaşam yol haritamız şimdilik bunlar.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.