Batı’nın demokrasisi, özgürlük ve Queen Tarım işçileri!

1
364

Asude İyikülah

“İnsan hakları”, “demokrasi”, “hukuk”, “eşitlik” gibi kavramlar dile geldiğinde bugün dünyada ilk akla gelen coğrafyanın Batı dünyası ya da öteki bir ifadeyle Avrupa kıtası oluşu; Avrupa merkezli dünya propagandasının onlarca hatta yüzlerce yıllık manipülasyon çabalarının ürünüdür. Biz bu yazımızda, küçük bir gerçeklik ya da örnek üzerinden yola çıkarak bu propagandayı tekrardan sorgulayacak, ülkemizdeki bir işçi direnişini sizlere tanıtacağız.

Haydi, söyleneni gerçeklikmiş gibi kabul etmiş olalım… “İnsan hakları” denildiğinde Batı, Batı demokrasisi denildiğinde de özellikle Kuzey ülkeleri gelsin aklımıza. Bizim asıl yoğunlaştığımız yer ise bu ülkeler arasında, Danimarka. Ülkenin tanıtımı için hazırlanmış internet sitesinde yer alan, “İnsan haklarının korunması, Danimarka için hem yurt içinde hem de uluslararası alanda hayati bir taahhüttür ve diğer tüm ilerlemelerin üzerine inşa edildiği temeldir” ifadeleri hızlıca göz çarpar, bizi cezbeder! Ülke, çeşitli araştırmalarda her daim dünyadaki ilk on özgür ülke arasında yer aldığı ile övünür. İfade ettiklerine göre, “insan hakları savunucularına verdikleri destekle” dünya çapında da tanınmaktadırlar!

Peki ya gerçeklik?

Şimdi ise gerçekliğe, tüm bunların üzerinde inşa edildiği sömürü düzenine odaklanalım.

Bu gibi ülkelerin sermayeleri, bizim gibi geri bıraktırılmış, ucuz iş gücü merkezleri haline getirilen ülkelerde yerli işbirlikçiler yaratıp refahlarını artırma, zenginliklerine zenginlik katma derdindedirler. Ülkemizi, halkımızı sömürdükleri yetmiyormuş gibi, bir de bize “insanlık dersleri” verirler. Tüm düzenlerini bu sömürü sistemleri üzerinden inşa ederler. İşte bunun bir örneği de 9 haftadır direnen Queen Tarım şirketi ve şirketin türlü hak gaspına karşı direnen işçileridir.

Queen Tarım Danimarka merkezli Queen Flowers şirketi ile Türk ortak Agrico firmasının birlikte girişimi olarak 2012 yılında İzmir Dikili’de kurulan bir süs bitkisi ve çiçek üretim tesisidir. Kendi internet sitesindeki satışlarının yanında Migros, Carrefour, Bauhaus, Koçtaş gibi büyük marketlere de ürün verir. Çalıştırdığı toplam 350-400 civarındaki işçisinin yaklaşık yüzde 80-85’i bölgedeki köylü kadınlardan oluşur. Tüm bunları üst üste koyduğumuzda, patronun örgütlülüğü ve hak mücadelesini en aza çekecek bir denklem kurmaya çalıştığı kolaylıkla görülebilir. Egemen aklı işte, kadın onlara göre en az itiraz edendir ya!

Ancak beklendiği gibi gitmez işler. O küçümsenen, hor görülen emekçiler hakları, hukukları için bir araya gelmenin, örgütlenmek gerektiğinin gerçekliğini kavrar. İş yeri içerisinde örgütlenme faaliyeti yürüten BTO-SEN çatısında örgütlenir. Asıl mesele tam da şimdi başlar…

Dünyada “özgürlük”, “insan hakları”, “kadın eşitliği” dersleri veren Danimarka’nın şirketi, şimdi ise işçilere her türlü zorbalığı uygulamaya kalkar. Çalışma Bakanlığı’nın BTO-SEN’in iş yerinde çoğunluğu sağladığı tespitine rağmen toplu iş sözleşmesi süreci geciktirilir. Karşılıklı tartışmanın sonucunda patron ile sendika arasında 30 maddelik bir TİS taslağı üzerinde anlaşma sağlansa da patronun 2025 için hiçbir ücret artışı yapmayacağını belirtmesi üzerine sendika doğal olarak bu sefalet düzenini reddeder. Patron ise buna karşılık işçileri sendikasızlaştırma ve onları sarı sendikalara yönlendirme çabalarını artırarak direnişi kırma yolunu tutar. Bu sırada öncü işçiler de işten atılmıştır.

Direniş 8 haftayı devirmiştir. 9. haftasında, büyümekte ve yayılmaktadır. Aradan geçen süre işçilerin emek güçleri ve ülkemizin vicdanlı insanları ile buluşmasına, seslerine daha gür biçimde duyurmalarına yaramaktadır. Şimdi, bir yandan işten atılan işçiler Dikili’de bulunan Queen Tarım önünde direnmekte, onların sesi olan emek dostları ise İstanbul, İzmir gibi şehirlerde açıklamalar gerçekleştirmektedir. Migros, Koçtaş, Bauhaus, Carrefour gibi mağazalarda fiilen eylemler yapılarak oralarda bulunan insanlara işçilerin maruz kaldığı sömürü, taciz, mobbing anlatılmaktadır.

Talepler açıktır: Sendikal örgütlenme ve toplu iş sözleşmesi haklarının tanınması, ücretlerin düşürülmemesi ve ücret kesintilerinin yapılmaması, kadın işçilere karşı taciz ve baskıların son bulması, atılan işçilerin işe geri alınması. Bu net talepler aynı zamanda bizce en makul, en kabul edilebilir sınırlar içerisinde de kalmaktadır. Yani işin açıkçası, bundan sonrası patrona kalmaktadır. Ya işçilerin insanlık ve yurttaşlık haklarına saygı gösterilecek ya da onlara dayatılan köle düzenine karşı itirazlar daha çok büyütülecek!

Bu direniş bize bir yandan işçilerle birlikte mücadele etmeyi; dertlerimizi, gücümüzü birbirine katarak daha yüksek tonda dile getirmeyi sağlarken, “demokrasi” gibi Batı’nın liderliğini üstlendiği kavramsallaştırmaların aslında onların sermaye düzeni karşısında nasıl bir değer taşıdığını sorgulamamıza da yaramaktadır. Onların için söz konusu zenginlikleri, büyük şirketlerinin çıkarları ise ne özgürlüğün ne kadın haklarının ne de yurttaşlığın ismi okunur. Bu tam Marx’ın sermayenin yarattığı “özgürlük” heyulasına karşı eleştirisinde kullandığı, “Özgürlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Bentham” ifadelerindeki gibidir… Tüm dünya, tüm soyutlamalar, tüm insanlık mülkiyetin merkezde olduğu bir sisteme tabi olmalıdır!

Hesap edilmeyen şey ise ezilen halkın kendi arasında kurduğu dayanışmadır. Ülkemizde meydana gelmiş sayısız direniş, halkın kurduğu sımsıkı birlik ve geliştirdiği mücadele sayesinde başarıya ulaşabilmiştir. Hafızalarımızdaki sayısız direniş ve kazanım; eğer ki yan yana gelebilir, birlikte mücadelenin imkanlarını geliştirebilirsek Queen Tarım işçilerinin de aynı diğerleri gibi Türkiye emek mücadelesi tarihine olumlu bir örnek olarak katılabileceği umudumuzu diri tutmaktadır.

Direnişçi kadınların, işçilerin, emekçilerin sesini büyütmek en temel görevimiz. Bu mücadeleye ortak olalım.

Zafer direnen emekçinin olacak!

1 Yorum

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.