Haftanın Özeti: Çocuklarımızı alan İş Cinayetleri ve Dünyada Emperyalist Saldırganlık 

0
88

 

Özetimize  Gürcistan’da düşen ve 20 askerin hayatını kaybettiği uçak kazasıyla başlıyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı C-130 tipi kargo uçağı, 11 Kasım günü Azerbaycan–Gürcistan sınırında henüz bilinmeyen bir nedenle düştü ve uçakta bulunan 20 askeri personel yaşamını yitirdi. Kaza anına ilişkin görüntülerde uçağın yere çakılmadan önce havada parçalandığı görülüyor. Bu durum, kazanın teknik arıza sonucu mu yoksa dışarıdan bir müdahale ile mi gerçekleştiği yönündeki tartışmaları hâlâ gündemde tutuyor.

Uçağın, Azerbaycan’da bulunan F-16 savaş uçağı bakım ekibini almak üzere bölgede bulunduğu ve dönüş yolunda düştüğü açıklandı. Kara kutunun bulunduğu ve Türkiye’ye getirildiği duyurulurken, kazanın kesin nedeninin kara kutu incelemesinden sonra açıklanacağı belirtildi. Uçakta farklı alanlarda uzman askeri personelin bulunması, geçmişte ani “intihar” ya da “kaza” süsü verilen ölümlerle ilgili soru işaretlerini de yeniden akıllara getirdi.

Öte yandan hükümetin, Suudi Arabistan Kralı’nın ölümü üzerine ulusal yas ilan ettiği hâlde, 20 askerinin ölümü karşısında benzer bir karar almaması, kimin neye daha çok değer verdiği sorusunu bir kez daha gündeme getirdi. Görünen o ki Suudi Kralı, hükümet nezdinde kendi askerlerinden daha kıymetliymiş.

Eğer uçağın düşmesi bir müdahale ise olağan şüpheliler olarak akla ilkin İsrail geliyor. 

Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın gözaltına alınmasıyla birlikte başına kayyum atanan Tele1’in çalışanları 14 Kasım Cuma akşamı Tele2 Haber adıyla yayına başlayacaklarını duyurdular. Tele1 çalışanları 31 Ekim’de eski kanaldan istifa etmişlerdi. Youtube üzerinden yapılacak yayın Tele1’in susturulduğu dakikada yani 19.28’de başladı. Tele1 adına açıklama yapan Murat Taylan Tele1’i geri istediklerini belirtti. 

19 Mart’tan bu yana tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu hakkında beklenen iddianame nihayet hazırlandı. Hem hazırlık sürecinin gecikmesi hem de iddianamenin içeriği yoğun eleştiri topladı. İddianamenin temel suçlaması “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak”; istenen ceza ise tam 2430 yıl. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde İmamoğlu’nun astları da “örgüt üyesi” olarak gösteriliyor. İddianamenin büyük ölçüde basına yansıyan haber ve görüntülere dayanması, soruşturma sürecinde gözaltına alınıp daha sonra etkin pişmanlıktan yararlanan kişilerin ifadelerinin esas alınması dikkat çekiyor.

İmamoğlu yolsuzluk yapmış mı, yapmamış mı? Buna kefil olacak değiliz. Ancak ortada bir gerçek var: İktidar bunu yalnızca İmamoğlu’na yapmıyor. Kendisine muhalif olan herkese yapabiliyor. Merdan Yanardağ da bundan içeride; Gezi davasından yargılananlar da, sosyal medyada iktidar aleyhinde yazan çizen sıradan vatandaş da… Gazeteci de içeride, öğrenci de, sanatçı da.

İktidar, yargı mekanizmasını kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor. Yargı sistemini öyle ele geçirmiş durumdalar ki istediklerini hapsediyor, istediklerini dışarı çıkarıyorlar. Düne kadar “terörist” olmakla ve insan öldürmekle suçladıkları Selahattin Demirtaş’ın da önümüzdeki günlerde serbest kalması bekleniyor. Demirtaş da tıpkı İmamoğlu ve Merdan Yanardağ gibi, oluşturulmuş bir dosya üzerinden tutuklanmış ve yıllarca haksız şekilde içeride tutulmuştu.

İktidar, daha önce de TSK’ya benzer bir operasyon yapmış, yıllar sonra “kandırıldık” diyerek o askerleri tahliye etmişti. Ancak onları bırakırken de, çoğundan, karşısında durmayacaklarının garantisini almayı ihmal etmedi. Cezaevinden çıkan askerlerin birçoğu bugün Erdoğan’ın yanında saf tuttu. Selahattin Demirtaş da daha çıkmadan Erdoğan’a “uzun ömürler” diliyor — ki kendisinin Erdoğan’ı fazla eleştirdiği için tutuklandığını hesaba katarsak bu da oldukça ironik. Benzeri açıklamaları Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer 378 günlük tutsaklığın ardından serbest bırakıldığında Bahçeli’ye ve MHP’li Fethi Yıldız’a teşekkür ederek yaptı. 

Özetimize bir iş cinayeti ile devam edelim.

Dilovası’nda yaşanan acı olay bir iş cinayeti olmanın çok ötesinde; bu, siyaset-sermaye ilişkilerinin, denetimsizliğin ve sınıfsal korumanın vücut bulmuş hâli. Kocaeli’nin Dilovası ilçesindeki parfüm dolum ve kozmetik tesisinde çıkan yangında 6 işçi hayatını kaybetti, 7 kişi yaralandı. 

Ölen işçiler arasında çocuklar da var: 16, 17, 18 yaşlarında işçiler can verdi. Ses kayıtları, işçilerin düşük ücretle, sigortasız çalıştığını ve kırılan parfüm şişeleri nedeniyle ücretlerinden kesinti yapıldığını da gösteriyor. 

Fabrika sahibi ise Kurtuluş Oransal. Olaydan sonra kaçmaya çalışırken bavulla Yalova’da yakalandığı söyleniyor. Bu sadece bir ihmalkârlık değil; sorumlular arasında “kaçma niyeti” de olduğunu düşündürüyor.

Siyasi olarak da dikkat çeken bağlantılar var: Açığa alınan kamu görevlileri arasında İŞKUR Kocaeli İl Müdürü Ulvi Yılmaz da bulunuyor; Yılmaz’ın AKP’li bir milletvekilinin kuzeni olduğu iddiası gündeme geldi. Bu, denetim mekanizmasının “bağlılık üzerinden işletilme” ihtimalini güçlendiriyor.

CHP cephesinden Özgür Özel, fabrikanın geçmişine dair daha derin bir iddia da dile getirdi: Şirketin pandemi döneminde TBMM’ye kolonya satışları yaptığı ve şirketin Ali Osman Akat ailesine ait olduğu öne çıktı.  Bu iddia kesinleşmiş değil, ama zamanlama ve ilişkiler itibarıyla dikkat çekici.

Dilovası’nda yanan sadece bir fabrika değildi; bu ülkede işçilerin hayatının ne kadar değersiz görüldüğünün simgesiydi. 6 işçinin cansız bedenini o enkazdan çıkardılar ama enkazın altında kalan sadece onlar değildi. Bu ülkede adalet de gömülü, denetim de gömülü, emekçinin değeri de gömülü… Ve ne yazık ki biliyoruz: Bu olayın da üzeri biraz duman dağılınca kapanacak, ta ki yeni bir iş cinayeti daha yaşanana kadar.

Emek cephesinden haberler ile devam ediyoruz;

Artarak devam eden işçi ölümleri, emek sömürüsünün ve devlet denetimsizliğinin korkunç boyutlara geldiğini gösteriyor. Toplu işçi cinayetleri ve çocuk işçi ölümleri ülkemizde giderek yaygınlaşıyor. 2025 yılı içinde en az 78 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

DİSK Genel Merkezi’nin sendika ve devlet bürokrasisinin merkezi olan Ankara’ya taşınması kararına karşı gösterilen tepkileri dikkate almayan sendika genel merkez yöneticileri taşınma kararındaki ısrarını sürdürüyor. Çatısı altındaki sendikaların, üyelerinin ve kamuoyunun eleştirilerini dikkate almayan DİSK Genel Merkez yöneticilerinin bu tutumu sendikanın değerlerini aşındırma konusunda daha da ileri gittiği gösteriyor.

Kocaeli Dilovası’nda Revavi Kozmetik’in kaçak imalathanesinin patlaması sonucu 6 işçinin yaşamını kaybetmesine karşı duyarlı insanlar ve mücadeleci kurumlar yurdun her yanında eylemler yaptılar.

İliç’te yaşanan maden katliamının bu hafta gerçekleşen 4. duruşmasında emek güçleri seslerini yükselttiler. TPI işçileri bu hafta işten atmalara ve alacaklarının gaspedilmesine karşı ABD konsolosluğu önünde eylem gerçekleştirdi. İşçiler Amerikan sermayesine karşı haklarını savunmaya devam ediyor.

Özel Okmeydanı Hastahanesi’nde çalışanlar ödenmeyen maaşlardan sonra bir de deprem riski ile süresiz izne çıkartıldı. İşçiler direnişe başladı. Antalya’da Sur Yapı’da çalışan Yapı Yol-İş üyeleri verilmeyen hakları için iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. Antakya Egemen-Caba inşaat işçileri ödenmeyen ücretler için direnişe geçti, çatıya çıkarak eylem yaptılar.

Bütçe görüşmeleri yapılırken Üniper-Sen üyeleri emekçiden yana bütçe talebiyle eylem yaptı. Dev Yapı-İş, ödeme sözü verip tutmayan Gürbağ Group ve Özmak Tesisat’a karşı direnişe başladı. Büro Emekçileri Sendikası Samsun’da “mülakat emek hırsızlığıdır” diyerek eylem yaptı. İşçi Emekçi Birliği insanca yaşamaya yetecek asgari ücret vurgusuyla ve sömürüye, ranta, talana savaş düzenine karşı İstanbul İş Kurumu İl Müdürlüğü önünde eylem yaptı.

Şık Makas’ta direnen işçilerden olan Buse Kara’ya mücadeleci duruşundan dolayı ev hapsi verildi. Mücadelesini sürdüreceğini belirten kadın işçi diğer direnen işçilere “geri adım atmayın” çağrısı yaptı.

Tekirdağ Submed fabrkasında insanca yaşanabilir bir ücret talebiyle Petrol-İş Sendikası üyesi işçiler greve başladı. Temel Conta’da, Hödlmayr Lojistik’te, Smart Solar’da, Şişli Belediyesi’nde işçiler hakları için mücadele etmeye devam ediyor.

Özetimize geride bıraktığımız hafta yaşanan hak ve özgürlük mücadeleleri ile devam ediyoruz. Geride bıraktığımız hafta Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamasına devam edildi. Cumartesi Anneleri; “kayıplar bulunsun, failler yargılansın” talebiyle gerçekleştirdikleri eylemlerinin 1076. haftasında tekrardan Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldi. Bir araya gelen grup kaybedilen, Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş’ın durumunu sordu.

Bu hafta hasta mahpusların sesini yükseltmek için eylemlere de devam edildi. Sakarya’da gerçekleşen basın açıklamasında; 30 yıldır tutsak olan, ağır hasta mahpus Mehmet Nuri Özen’in durumuna dikkat çekilerek derhal serbest bırakılması talep edildi.

Gençlik haberleri ile devam ediyoruz

Kocaeli Dilovası’nda parfüm üretimi yapılan bir depoda meydana gelen patlama sonrası, başta kadınlar ve gençler olmak üzere birçok kişi yaşanan ihmallere karşı sokaklarda bir araya geldi. Patlamanın ardından, fabrika patronunun siyasi bağlantılarını kullanarak işyeri ruhsatı, sigortasız işçi çalıştırma ve işçi sağlığı–iş güvenliği önlemlerini almadan üretime devam etme gibi birçok usulsüzlüğü hayata geçirdiği teşhir edildi. 9 Kasım Pazar günü Gençlik Komiteleri üyesi gençler, Kadıköy Bahariye’de “Ölümlerin nedeni holdingci güçler” pankartı ile yürüyüş düzenledi. Eyleme katılan 9 genç, savcılık talimatıyla polis tarafından gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 4’ü “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla tutuklanırken, 5 kişi adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Tutuklanan gençlerin yapılan itiraz sonucu tahliye edildiği öğrenildi.

Aralarında Genç Direnişçi’lerin de bulunduğu Kocaeli Üniversitesi öğrencileri de patlamayı ve ihmalleri protesto etti. İzmir’de ise İzmir Kadın Platformu’nun çağrısıyla kadınlar, kadın emeği ve yaşamı üzerindeki sömürüye karşı bir araya gelerek tepki gösterdi.

Ankara’da, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde bir araya gelen öğrenciler, son dönemde artan faşist saldırı ve baskılara karşı bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada, 10 Kasım günü Kurtuluş Metrosu önünde 4 öğrencinin faşist çeteler tarafından saldırıya uğradığı ve “Bu okula gelmeyeceksiniz” sözleriyle tehdit edildiği belirtildi. Ayrıca ertesi gün yeniden bir saldırı gerçekleştiği bilgisi paylaşıldı. Öğrenciler, saldırıları gerçekleştiren çetelerin üniversite yönetimine şikâyet edildiğini ve haklarında adli süreç başlatılması için girişimde bulunulduğunu ifade etti.

Özetimize dünyadan gelişmeler ile devam ediyoruz. 

IŞİD ve El Kaide Beyaz Saray’da en üst düzeyde kabul edildi. ABD Başkanı Trump dün dünyanın en tehlikeli teröristi ilan edip başına 10 milyon dolarlık ödül koyduğu Colani’yi Washington’da ağırladı. Bu davranış uluslararası siyasetin ne kadar ilkesiz bir zeminde yürüdüğünü bir kez daha gösterdi. Colani bugün ABD’nin bölgesel planlarında, hatta IŞİD’le mücadelesinde, “stratejik ortak” muamelesi görüyor. Ödül programındaki takibin kaldırılması ve El Şara’nın terör listesinden çıkarılması, bu dönüşümün resmileştirilmesi oldu. Açık ki mesele ‘güvenlik’ ya da ‘terörle mücadele’ değil; mesele kimin o an hangi amaç için işe yarar olduğu. Böyle olunca da hiçbir kavramın, hiçbir ilkenin bir karşılığı kalmıyor. Dün en tehlikeli terörist ilan edilen bugün dost olabiliyor; yeter ki ABD’nin çıkarları öyle gerektirsin. ABD’nin derdi demokrasi değil onun derdi kendi hizmetinde hayır demiyecek yöneticilerin omasıdır. Bunu demokrasi  kılıfı altında satmayı iyi yapıyor. IŞİD Ve El Kaide yöneticilerinden Colani’nin IŞİD’le mücadele ortaklığına alınması, IŞİD’le mücadelenin nasıl bir aldatmaca olduğunu da açığa vuruyor.

Irak seçimleri ABD demokrasisinin sefaletini yansıtmaya devam etti. Irak’ta 11 Kasım’da düzenlenen seçimlerde iktidardaki Sudani’nin listesi birinci geldi. Barzani aşiretinin partisi KYP seçimlerde ikinci oldu. Talabani aşiretinin partisi KYB ise oy kaybetti. Sünniler de bu seçimlerde daha fazla oy aldılar. Türkmenler ikisi kadın 4 milletvekili kazandılar. Seçimler İran’ın Irak’taki nüfuzunu koruduğunu gösterdi.

2021 seçiminde yüzde 41 olan katılımın yüzde 56’ya çıktığı yani seçimlere katılımın arttığı görülse dahi gerçek katılım yüzde 40, çünkü nüfusu 46 milyonun üzerindeki ülkede yaklaşık 30 milyon seçmenden sadece 12 milyonu seçime katıldı. 9 milyon seçmen kendini kayıtlara yazdırmadı. Seçimlere katılımın Arap nüfusta düşük olduğu görülüyorken Kürt nüfusta yüzde 70’lerde. 329 sandalyeli mecliste 2021 yılında 71 milletvekili çıkaran Muktada El Sadr bu seçimleri boykot etti. Muktada El Sadr Irak’ın İran’dan bağımsızlığını savunan bir Şii liderdir. 

Irak’ı 2003 yılında işgal eden ABD’nin kurduğu sözde demokratik sistem Sünnileri, Şiileri, Kürtleri ve Türkmenleri dinsel ve etnik kökenlerine göre oy vermeye ve birbirinden uzaklaşmaya teşvik ediyor. ABD ile İsrail demokrasi adına benzer bir sürecin İran ve Türkiye’de de yaşanmasını istiyor. Dünyanın beşinci büyük petrol üreticisi Irak’ta halk elektrik sıkıntısı yaşıyor. En kötüsü ise sol adına bunu destekleyenler var. Saddam zamanında görece ileri olan eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve altyapı yatırımları şimdi yerlerde sürünüyorken yolsuzluklar had safhada bulunuyor.

ABD ve İsrail’in emperyalist politikalarını sürekli eleştiren ve anti-emperyalist mücadele odağı haline gelen Güney Amerika ülkeleri ABD ve başkanı Trump’ın yeni hedefi durumuna geldi ki Güney Amerika ABD için uzun dönem arka bahçesi olarak görülüyordu. Ancak son yıllarda görülen Bolivarcı çıkışlar ABD’yi rahatsız etmeye başladı. ABD saldırganlığı karşoısında herkesin sustuğu bir dönemde sadece Güney Amerika ülkelerinden sesler çıkmaya başladı. Venezuela hedef yapıldı. 

ABD’nin dev uçak gemisi USS Gerald R. Ford başta olmak üzere geniş bir saldırı grubu Karayipler’e yığılırken, Washington bunu “uyuşturucu operasyonu” diye pazarlıyor. Ancak Pentagon’un bölgeye özel birlikler ve B-52 bombardıman uçakları göndermesi, Maduro yönetimi tarafından doğrudan bir “rejim değiştirme hazırlığı” olarak okunuyor. ABD; Venezuela’nın yeraltı ve yerüstü zenginliklerine, tıpkı Gazze’ye ve Suriye’ye yapmakta olduğu gibi, tümüyle el koymak istiyor. Caracas, ordusunu ve milislerini tam savaş hazırlığına geçirip ulusal seferberlik ilan ederken, Trump yönetimi Venezuela içindeki askeri hedeflere yönelik operasyon seçeneklerini masadan kaldırmış değil. Kongre’nin müdahale yetkisini sınırlayan tasarıyı reddetmesi de Beyaz Saray’a geniş bir hareket alanı bıraktı.

Maduro yönetimi de yalnız değil: Küba, Bolivya, Brezilya ve İran gibi ülkeler diplomatik ve politik dayanışma mesajları gönderiyor; Rusya ise bölgeye askeri danışman ve silah sevkiyatını artırabileceğini açıkladı. Güney Amerika’nın bir çok kesimi dayanışma ve milis güçleri oluşturmaya başladı. Brezilya’nın Topraksızlar Hareketi de bu çerçevede harekete geçtiğini açıkladı Bu dayanışma, Venezuela’nın uluslararası yalnızlığa itilmesini engellemekle kalmıyor, ABD’nin “kolay müdahale” senaryosunu da zora sokuyor. Öte yandan, bölgedeki bazı Güney Amerika ülkeleri ABD’ye yakın durarak “arabuluculuk ve tansiyon düşürme” söylemlerini güçlendirmeye çalışıyor. Sonuç olarak Karayipler’deki güçler ilişkisi, yalnızca ABD-Venezuela hattını değil, bir yanıyla da bloklar arası dayanışma ve diplomatik manevraları da gösteriyor.

Olası bir saldırı yalnızca Venezuela’yı değil tüm Güney Amerika’yı sarsabilecek göç, ekonomik çöküş ve güvenlik krizlerini tetikleyebilir. Karayipler’deki bu yığınak, artık bir “tatbikat” değil; bölgesel çıkarların ve ittifakların sahne aldığı, Güney Amerika’yı yeniden dizayn etme iştahının açık bir işareti.

ABD lideri Trump kendini dünyaya barış getiren lider olarak tanıtmaya çalışıp halkların gözünde kahraman imajı yaratmaya çalışsada bu kahramanın ne kadar ahlaksız ilişkiler içinde olduğu da tartışılmya devam ediyor. Bir ara yakın dostu sonradan düşman oldukları Elon Musk’ın deşifreleri ile gündemde yükselen Epstein skandalı tekrar gündemde yer bulmaya başladı. Epstein bir İsrail ajanıydı. ABD politikacılarına küçük yaştaki çocukları pazarlıyor ve sonra İsrail ABD politikasını etkilemek amacıyla bunları şantaj olarak kullanıyordu. Epstein skandalının gündemde yükselmesi Trump ile Demokratlar arasındaki iktidar mücadelesinin kızıştığını da gösteriyor.

Ukrayna Savaşı ile devam edeceğiz. 

Ukrayna askerleri ölmeye devam ediyor olduğu halde Ukrayna’daki savaş artık dünya gündeminde eskisi kadar ön planda değil. Rusya, hedefleri doğrultusunda ilerlemeye devam ediyor ve her gün yeni bölgeleri kontrol altına alıyor. Ama medyanın ilgisi ve uluslararası desteğin yoğunluğu eskisi gibi değil; Ukraynalılar eskisi gibi “el üstünde” tutulmuyor. Bunda ABD lideri Trump ile Zelenski arasındaki görüşmenin stratejik etkisi var. Uzun süredir muhalif basında dile getirilen BM yardımlarındaki yolsuzluk haberleri bu yüzden artık ana akım medyada da görünür hâle geliyor. 

Bir ülkenin nasıl mahvedildiğini, bir halkın Avrupa ülkelerinde nasıl perişan ve itibarsız hale getirildiğini yaşıyoruz. Batılı ülkeler Rusya ve Çin’e karşı hevesleri için Ukrayna’yı kullandı, kullanıyorlar. Batılılar ve Zelenski yönetimi tarafından son ferdine kadar savaşmaya programlanmış Ukrayna halkı olağanüstü yiğitlikle savaşıyor. Eşitsiz savaşta on binlerce hatta yüz binlerce evladını Batılı güçlerin hesapları uğruna kaybediyor. Ukrayna’nın başında ülkesini mahvettiren bir idare bulunuyor.

Dünyadan gelişmelere Sudan ile devam ediyoruz. 

Sudan’da insanlık ayıbı katliam devam ediyor. 2019’da halkın ayağa kalkıp 30 yıllık El Beşir iktidarını devirmesinin ardından iktidara geçen Abdel Fattah al-Burhan ile Darfur’da yıllarca katliam yapan Cancavidler bir süre işbirliği yaptı. Ancak 2023’te bu ittifak dağıldı ve çatışmalar başladı. Cancavidler Darfur’daki altın madenlerini kontrol ederek mali güçlerini artırırken, taraflar arasındaki savaşta Körfez ülkeleri, Rusya ve Türkiye gibi dış aktörler pozisyon aldı. Türkiye yatırımlarını korumaya çalışıyor, Rusya Suriye ordusunu destekliyor, Körfez ülkeleri ise kendi anlaşmazlıklarını Sudan’a taşıyarak farklı tarafları destekliyor.

Sonuç felaket: On binlerce sivil öldü, yüz binlercesi yerinden edildi. Sadece son iki ayda yaklaşık on bin sivil infaz edildi. Sudan, yalnızca bölgesel bir trajedi değil; emperyalist müdahalelerin, çıkar savaşlarının ve kapitalist açgözlülüğün dünyanın dört bir yanındaki halklara nasıl ölüm ve yıkım getirdiğinin en çarpıcı örneği.

Avrupa’da hükümetler sosyal harcamaları kısmak amacıyla halklarını savaşa hazırlama yolunda propagandaya devam ettiler. 

Ukrayna, Sudan, Filistin, Afganistan… Her yerde savaş ve müdahale, sivilleri ya ölüme ya da göçe zorluyor. Göç edenler yollarda ölüyor, insan kaçakçılarının eline düşüyor; kurtulanlar bile güvenliğe ulaşamıyor. Emperyalizmin bir tablosu, kapitalizm ve emperyalizmin sistematik olarak insanlığı nasıl hiçe saydığını gösteriyor.

Avrupa ve ABD’de halklar artan savaş harcamalarının bedelini ödüyor. New York seçimleri ABD halkının emperyalist politikalara itirazını çarpıcı şekilde ortaya koymuştu. Bu itirazlar Avrupa ülkeleri halklarında da kuvvetli bir şekilde var. Ancak Avrupa solu emperyalizme karşı mücadeleye sırt çevirdiği için halkların tepkilerini aşırı sağ ele geçirip kullanıyor. 

Emperyalizmin oyun alanı olan bölgemizde ve ülkemizde halklarımızın emperyalizm tarafından nasıl perişan edildiğini gözardı edersek halk kitleleriyle ve yurtsever aydınlarla buluşamayız. İşbirlikçi yöneticilerin emperyalistler tarafından nasıl kullanıldığını ve çeşitli muhalefet hareketlerinin hatta sol hareketin emperyalizm ve yerli işbirlikçileri tarafından nasıl manipüle edildiğini görmezden gelirsek doğru bir siyaset izlememiz mümkün olmayacaktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.