Dünya, kapitalizmin yarattığı sorunlarla adeta bir kaos içine düşmüş halde. Savaşlar, iklim – çevre krizi, meta dağıtım zincirinde yaşanan aksamalar, yoksulluk, sefalet ve açlığın metropol ülkelerde dahi gizlenemez boyutlara erişmesi- daha çok yoksulların gettolardan kent merkezlerinde görünür oluşu- bu kaosun göstergeleridir. Bunların günlük yaşama yansımaları; bombalarla şehirlerin yıkılması, çocuk, genç, yaşlı on binlerce insanın ölümü, milyonlarca insanın yerinden yurdundan edinmesi; yangınlar, seller, heyelanlar, aşırı sıcak ve soğuklar, bunların olumsuz etkileri, yeni bakteriyel-viral hastalıkların türeyip salgınlara neden olması; milyonlarca insanın yaşadıkları yerlerden kopup metropol ülkelere göç etme çabası ve bu göçün yasadışı hatta istila sayılmasıyla göçmenlerin yollarda, denizlerde can vermesi, sefalet ve perişanlığı; uyuşturucu, fuhuş, mafyalaşmanın yoksul semtleri sarmasıdır. Kaos, artık, bir uygarlık krizi, insanlık için bir varoluş problemine dönüşmüştür.
Kaosun derinleşerek süreceği açık. Çünkü kriz kapitalizmin krizidir ve onun iç dinamiği bu krizin nedenidir. Krizler giderek daha çok küresel halde beliriyor ve daha kısa aralıklarla başlayıp, daha uzun sürüyor. Bu da kaosu koşulluyor. Yani kapitalizm bu kaosu yaratmasa zaten kapitalizm olarak kalamaz. Üretim ilişkileri üretici güçleri tahrip etmeye başladığından sermayenin dolaşım hızı ve yeniden üretilmesi yavaşlıyor. Her zaman aşırı üretim nedeniyle bağrında kriz mayalayan kapitalizm için bu, bir yandan meta yığılması diğer yandan da çevirime girmeyen paranın finansal balon yaratması demektir. Krizlerin devresi sürelerinin kısalması ve neredeyse sürekli kriz halinin olmasının nedeni budur. Kapitalizm, krizleri aşma dinamiklerini tüketmiştir. Bu yüzden şimdi kapitalistler, krizi çözmekten değil onu, yönetmekten söz ediyor-ki,bunun da ilkinden anlamlı bir farkı yoktur. Kapitalizmin yok olması sonuçta insanlık için dert değil aksine sevinç kaynağıdır ama mesele onun varoluş sorununun tüm yaşamı tehdit eden bir boyuta erişmiş olmasıdır. Kapitalizm, artık insanlığın varoluş problemidir. Problemi çözmek, hayatı kurtarmak için elzem hale gelmiştir.
Problemin çözümü
Bilimde, bir problemin sonucu kadar onun çözüm yolu da önemlidir, denir. Bazen cevap açıkça zihinde belirse bile, o çözümün tüm aşamalarını gösterilmesi zorunludur.
Kapitalizmin, artık insanlık için varlık – yokluk haline gelen probleminin çözümü de açıkça bellidir, çözüm de bu uygarlığın ortadan kalkması ve böylesi bir krize yol açmayacak üretim ilişkilerinin var olduğu yeni bir uygarlığın kurulmasıdır.
Sorunun temeli üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının mülk edinilmesinin özel niteliği arasındaki çelişkidir. Kapitalizmin temelidir bu ve kitlesel halde yoksulluk ve sefaleti yaratan giderek geri dönüşsüz biçimde doğayı talan edip yıkıma uğratan da budur. Öyle ki toprak, su, hatta hava, bilim teknoloji, kültür-sanat ve bizzat insan meta haline gelmiştir. Herhangi bir şey eğer artı değer yaratmakta kullanılabiliyorsa ancak o zaman kapitalizm tarafından tanınır ve geliştirilmesine gayret harcanır. Bilim ve teknolojinin gelişimi, artı değer kitlesini çoğalttığı sürece kapitalizm tarafından teşvik edilecektir. Bunun ötesinde gelişime kaynak ayırmak, sermayeyi eksilteceginden, söz konusu bile edilemez. Öte yandan en büyük kaynak savaş ve kitle kontrol araçlarına ayrılır. Böylece bilim ve teknoloji, kültür – sanat, toprak, su ve havanın meta haline getirilmesi toplumsal yaşamı tahrip eder. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması, toplumsal mülkiyetin kurulması;üretimin eskiden olduğu gibi belli bir azınlığın servet yığması için değişim değerine göre değil, toplumun ihtiyaçları için kullanım değerine göre planlanması ve uygulanması; insan doğanın bir parçası için doğanın korunduğu, çevreye zarar vermeyen, yaşamı doğayla bir bütün olarak gören bir üretim ve toplumsal yaşamın kurulması probleminin çözümüdür… Ki, bu da Komünizmdir. Çözüm işte zihinde bu kadar basittir. Fakat pratikte iki küçük zorluk vardır. Birincisi, ortadan kalkması gereken sistemin direnci, diğeri ise çözümün öznesi olan sınıfın burjuva bilinçten kurtulup kendi sınıf bilincine ulaşması, yani siyasallaşmasıdır.
Çözüm işçi sınıfının siyasallaşmasından geçer
İşçi sınıfı kapitalizme karşı iki alanda mücadele eder: Ekonomik ve siyasal mücadele. Ekonomik mücadele, ücretler, çalışma süresi ve koşulları, sosyal haklar, emeklilik;siyasal mücadele ise içinde reformlar, günlük demokratik hakları barındırsa da, esas olarak iktidar mücadelesidir ve bunun için de işçilere gereken örgüt, siyasal bir partidir. Elbette bu parti, komünist partisidir. Bu iki mücadele alanı sanıldığı kadar birbirinden uzak değildir.
İşçi sınıfı siyasal olarak ne kadar gelişmiş ise, yani, iktidar bilincine erişmiş ve bunun için kendi partisinde örgütlenmiş ve onu destekliyorsa ekonomik mücadelesi de o kadar güçlü, sonuç alıcı olur ve mücadele ettiği sistemi de o ölçüde zayıflatır. Ancak işçi sınıfı gelişmemiş, siyasal olarak örgütsüz ve dağınıksa, ekonomik mücadelesi de o ölçüde zayıf kalır. Sendikacılık bir mesleğe dönüşür ve başkanları, yöneticileri de burjuvazi tarafından kolayca satın alınır. Böylece kendi örgütleri, işçileri kuşatan bir burjuva araç haline gelir. Zaman zaman yoksulluğun dayanılmaz boyutlara çıktığı durumlarda, işçiler, burjuva sendikacılığı aşarak ekonomik taleplerini kabul ettirebildiklerinde, belli kazanımlar sağlayabilseler de, örgütsüz olmaları nedeniyle, talepler için mücadele ettikleri süreçteki gibi sıkı duramayacaklar ve ilk gevşemede – ki bu genellikle taleplerini kabul ettirdikleri an başlar-burjuvazi vermek zorunda kaldıklarının daha fazlasını bir kaç hamlede geri alır. Ücret artışları bir kaç ay içinde, tüm temel ihtiyaç mallarına zamlar nedeniyle eskisinin de gerisine düşer. Buradan çıkan sonuç şudur ki ; ekonomik mücadele ne kadar gerekliyse de siyasal mücadele zayıf olduğunda, sınıfı yorucu, dağıtıcı bir etkene dönüşebilir, genellikle de dönüşür. ’70’li yıllar ve 12 Eylül cuntasına karşı çok cılız bir direnç olması bu açıdan da değerlendirilmelidir. Üstelik işçi sınıfının DGM’yi geri çektiren, faşizme ihtar grevleri, MESS’ i hedefleyen güçlü siyasal eylemlerine rağmen;iktidar bilincini kuşanamadığı bir kurucu irade gösteremediği için, daha çok kendiliğindenci ekonomik bilinçte kalması, savunmaya çekilmesi, siyasal bilincin grevlere karşı saldırılarla yükselip sonra geri çekilmesi onu yormuş, yıpratmış ve nihayet 12 Eylül cuntasına karşı teslimiyet gelişmiştir.
Ekmek ve Onur
Bugün yüksek enflasyon, temel ihtiyaç malzemelerine peş peşe gelen zamlar işçi ve emekçileri kelimenin tam anlamıyla sefalete itiyor. Üstelik bu yoksullaşma Daha dört beş ay önce asgari ücrete yapılan yüzde %52’lik zamma rağmen yaşanıyor. Bu zam, yalnızca gıda ve ihtiyaç maddelerinin fiyatlarına yansımakla kalmamış, emeklilerin büyük bir kesiminin maaşlarını asgari ücretin altında bırakmış, böylece bu kesimleri iki kat daha yoksullaştırmıştır. Asgari ücret alanlar da, yapılan artışı çok geçen zamlarla ücretin artışında öncesine göre fakirleşmesinden kurtulmamıştır. İşçi sınıfının ulufe gibi beklediği asgari ücret zammı, hem kendisini hem toplumu vurmuştur.
Bu zamlar ve yoksullaşma, işçisinden memurundan, hakiminden mühendisine, öğretmenine, avukatına dek tüm emekçilerin gözünü ekonomiye, ücret zamlarına çevirmiştir. Sanki zam olursa durumlar düzelecekmiş gibi bir beklenti topluma hakim olmuştur. Burjuva muhalefet sınıfının gözünü bu alanda kalması – tabiki ekonomik talebin taşıyıcısı da olmak istiyor – siyasal alana dönmemesi için durmaksızın ekonomiye, zamlara vurgu yapıyor. Çünkü işçi sınıfının gözü sadece ekonomide kaldığı müddetçe, burjuva sınırları aşacak bir irade geliştiremez. Üstelik ekonomik mücadele gücü de azalır ve ulufelerle yetinmek durumunda kalır. Buda işçi sınıfının mücadele eden öncü kesimlerini yorarken, büyük kesimini “dilenci” konumuna düşürür. Lenin’in yüzyıl önce söylediği gibi “işçi sınıfının ekmek kadar onura da ihtiyacı vardır”! Bu nedenle bir yandan ekonomik şartları düzeltmek için mücadele verirken, bunun yeterli olmayacağını, kapitalizm aşılmadan ekonomik koşulların kalıcı olarak düzelmeyeceğini dolayısıyla kapitalizmin aşılması, yani siyasal iktidar mücadelesinin esas olması gerektiğini ve tüm gezegeni kurtarmanın tek yolunun siyasal bilinç ve pratikten geçtiğini, yani işçi sınıfının ancak ve ancak bu şekilde bir sınıf olarak tarih sahnesinde yer alıp, kazanma şansının olduğunu görmesi yaşamsaldır.
Süreç tüm bu dağınıklığa rağmen devrimci olanakları da bağrında taşıyor.
22 Mayıs 2022
Erol Zavar – Mahmut Soner
Bolu- Elazığ