ASGARİ ÜCRET VE ENFLASYONA EZİLMEMEK 

0
1095

Her yılın son aylarında gazete ve televizyonlarda asgari ücretin yazılıp konuşulduğu, o güne dek gşrmezden gelinen sendika başkanlarına mikrofon uzatıldığı, asgari ücret tespit komisyonunun toplandığı kötü bir oyun sahneye konuluyor. İşçi sınıfı kendisi için oldukça önemli olan bu konuda sahne dışı kalmanın yanı sıra, oyunda figüran bile olamıyor. Bu yüzden de yıllardır çiğnenip üzerinde tepinilse de, enflayona hiç ‘’ezdirilmiyor’’!!! 

İşçi sınıfının ekonomik ve siyasal mücadelesi bir ölçüde aynı kanallardan yürüse de her durumda birbiriyle bağıntılı olmak durumundadır. Bu bağın kopuk olduğu durumda, işçi sınıfı; sınıf olma bütünlüğünü, niteliğini yitirerek ekonomik mücadelesi de yokluk derecesine gerileyecektir. Zaman zaman kimi iş kollarında saman alevi gibi parlamalar olsa da ekonomik alanda sıkışıp kalan bu parlamalar ciddi kazanımlar yaratmadan sönecektir.  

Bugün işçi sınıfının, ücret konusunda, esastan bağımsız olmayan güncel birkaç problemi bulunuyor.  

Bu sene ilk toplantısını 1 Aralık’ta gerçekleştiren ‘’Asgari ücret tespit komisyonu’’; ülkede çalışan nüfusun yarısına denk düşen insanın olacağı ücreti belirleyecek, bu da asgari ücretin genel ortalama ücrete dönüşmüş olmasının göstergesidir. Bu sorun işçi sınıfının güncel sorunlarının ilkidir. Ve bu durum asgari ücretle çalışanları daimi sefalete mahkum ederken işçi sınıfının geneli üzerinde, ücretleri aşağıya çekme basıncı yaratıyor.  

Özellikle asgari ücretin belirleme sürecinde işçi sınıfının iradesini burjuva sendikacılarına bırakılması ve ‘’enflasyona ezilmemesiyle’’ yetinmesi işçi sınıfının ikinci sorunudur.  

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’den Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kadar hükümetin en yetkili ağızları işçiyi, memuru, emekliyi enflasyona ezdirmeyeceklerinin vaadini veriyor. Bu koroya ‘’karşı’’ taraftan sarı sendikaların başkanları da aynı şekilde ‘’işçiyi enflasyona ezdirmeyiz’’ nakaratıyla ses veriyor. Patron temsilcileri de hakeza aynı nakaratı tekrarlıyor. Bu durumda enflayona ezilmeyen işçinin alım gücü nasıl oluyor da yıldan yıla eriyor, bir türlü açlık sınırından uzaklaşamıyor? 

Enflasyonu ‘’hesaplayıp’’ ilan edenin TUİK olduğunu bir an için unutalım. Bu durumda ‘’enflasyon oranında ücret zammı demek, ne uzamak ne kısamak yaşam koşullarında hiçbir iyileşme olmama, aynı yoksulluğun sürgit devam etmesi demektir. Aslında enflasyonun tam gerçekleştiği biçimde açıklandığı durumda bile, işçi ve emekçilerin bir miktar kaybı olacaktır. Çünkü çoğunlukla beklenen enflasyona göre ücretlere zam yapılmakta, sapma olduğunda aydan aya kayıplar olmaktadır. Başka bir husus da enflasyon birçok kalemdeki fiyatlara göre artar eksilir. İşçi ve emekçilerin esas harcamalarını ise gıda, ısınma, barınma ve ulaşım-iletişim giderleri oluşturur. İşçilerin kullanmadığı birçok ürün ve bilhassa lüks ürünlerde dönemsel düşmeler ya da az yükselişler; genel enflasyonu, gıda, enerji, barınma vb kalemlerdeki yükselişin altında tutar. Gıda enflayonu TUİK verilerine göre bile genel enflasyonun çok çok üzerindedir. Genelde açlık sınırında yaşayan asgari ücretli işçilerin gıda giderleri en büyük harcama kalemini oluştururken; yani aldığı maaşla karnını zor doyururken; gıda enflasyonunun genel enflasyonu katlaması, enflasyon oranında zam alan işçinin gıda enflasyonuyla ezilmesi açlığa itilmesi anlamını taşır. Bu durumda işçinin cebindeki maaşın reel olarak yıldan yıla azalma sebebidir.  

Ezilmemeye Razı Olmak Ezilmeyi Kabul Etmektir 

‘’Enflasyona ezilmemeye’’ razı olmak hem enflasyona ezilmeyi kesinleştiren hem de yoksulluğa, sefalete razı olan, boyun eğen bir tutumdur. Bu işçi sınıfının bilincinde büyük bir gerilemedir. Sınıfın önemli bir kesiminin bu tutumla ekonomik mücadele bile edemez hale gelmesi, işçi sınıfının tüm kesimlerini geriye çekici bir etkene dönüşmüştür. Yaygın işsizlikle beraber bu olgu, burjuva sendikacıların, toplu sözleşmeler sırasında, işçilere karşı elini güçlendirmekte, sınıf düşmanı yüzlerini gizlemeksizin, patronların lehine sözleşmelere imza atmalarını kolaylaştırmaktadır. Aynı zamanda işçi sınıfının büyük kesimi, bu bilinç gerilemesi nedeniyle, burjuva fraksiyonların sağ-sol, milliyetçi-dinci versiyonlarının peşinde, onların kayıkçı kavgasında yedeğe düşmektedir.  

Enflasyon oranında ya da bir-iki puan üzerindeki (ki bu her durumda gerçek enflasyonun çok altındadır) zamma razı olmanın vardığı nokta, asgari ücret tespit komisyonundan, pratik olarak hükümetten, esas olarak da patrondan her yıl ulufe beklenmesi; ondan iyilik umulmasıdır. İşçi sınıfının ‘’liraya kuruş eklemeye’’ sabitlenen edilgen tutumu, bir çeşit dilenciliğe dönüşür ve sınıf hiçleştirilir. Marx’ın ‘’işçi sınıfı ya devrimcidir ya hiçbir şey’’ sözünün bile tanımlamayacağı bir geri tutumdur bu.  

Asgari Ücret 4 Bin, 5 bin, 7 bin… Olursa! 

Türk-İş’in Genel Başkanı Ergun Atalay Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda; ‘’Asgari ücret 4 bin, 5 bin, 7 bin olsun diyenler var. Bende güzel bir rakam söyleyebilirim. Ama alınacak olanla istenen arasındaki makas da bu kadar açık olmamalı’’ diyor ve daha baştan işçinin yüksek zam beklentisinin önüne geçmeye çalışıyor. Ayrıca ‘’enflasyonun %20’’ olduğunu, ‘’işverenin desteklenmesi’’ gerektiğini fazla zam alırsa patronların işçi çıkarmak  zorunda kalacaklarını söylemiş cümle aralarında… Hükümet temsilcisi değil, patron temsilcisi değil işçi temsilcisi olduğu iddiasındaki bir sendikanın genel başkanının sözleri budur! Sarı sendikacılığın işçi sınıfını getirdiği nokta budur. İşçi sınıfı bugün ekonomik mücadele dahi yoktur.  

Tüm bunlara rağmen ‘’yüksek oranlı zam’’ gerçekleşebilir. Bu yıl iktidar partisinin umutsuz seçim hazırlıkları ve muhalefetin baskısı nedeniyle ve esas olarak da yoksulluğun artık isyanı kürükleyecek denli derinleşmesinden kaynaklı işçileri avutmak için medya tarafından yüksek zam oranı diillendiriliyor. TÜSİAD-MÜSAİD, bu beklentiyi kendilerine düşen prim payının azaltılmasına tahvil etmeye çalışarak bir taşla iki kuş vurmak istiyor.  

Bugün asgari ücrete ne oranda zam yapılacağının kaç lira olacağının esasta bir önemi yoktur. Çünkü sonuç başından bellidir. Verilen zamla asgari ücret açlık sınırının üzerine çekilse bile birkaç ay hatta birkaç hafta içinde bu zam eriyecek, tükenecek ve işçi sınıfı yine açlığa mahkum edilecektir.  

Asgari ücretin üzerindeki vergi yükünün kaldırılması muhalefetin sıkça önerdiği hamlelerden biridir. Ancak hiçbir burjuva hükümet bu hamleyi yapmayı göze alamaz. Çünkü bu çalışan nüfusun neredeyse yarısından vergi almamak anlamını taşır. Hükümet bütçelerinin vergi gelirlerinin büyük oranda çalışanlardan alındığı düşünülürse bu projenin gerçekleşmesinin hükümet açısından zorluğu ortaya çıkacaktır. Ancak bu durumun gerçekleşmesi bile işçi sınıfını uzun süreli rahatlatmaya yeterli olmayacaktır. Meta fiyatları hemen hızla yükselecektir. Bununla beraber kiralar, enerji fiyatları, hüzmetler, ulaşım-iletişim fiyatları da yükselecek, tüm bunlar enflasyonu körükleyecek, işçilerin aldığı zam da hızla sıfırlanacak bir süre sonra da reel olarak eksiye düşecektir. Böyle bir durumda hükümetin para basarak piyasayı fonlaması, ihracatçının ucuz mal satabilmesi için doların daha da yükselmesi gerekir. 

Bağımlı ekonomilerin kaderini belirleyen biraz da döviz kurlarıdır. Döviz kurundaki her artış aşağı-yukarı bütün ihtiyaç maddelerine zam olarak yansır. Bu halktaki yoksulluğu derinleştirirken burjuvaziye artı kar ve rekabet gücü olarak döner. Ucuzlayan işçilik dünya pazarına yapılan ihracatı kolaylaştırır. O pazarda rekabet edebilmesinin tek yolu ucuz üretip ucuz satabilmektir. Bunun için maliyet kaleminde tek ucuzlatabileceği meta olan emek gücünü ucuzlatma yoluna giderler.  

Türkiye Avrupa’nın Çin’i olmaya heveslidir ve ekonomi politikalarını da bu çerçevede belirler. Ancak Çin’deki alt yapı ve birikim olmadığı için bu da uzak bir hayaldir. Bu uğurda işçi ücretlerini düşürüp  yüksek kur politikası uygulamaları da kar etmemektedir. Bu politikalar her seferinde işçi sınıfına yoksulluk olarak dönmektedir.  

Genel olarak işçi sınıfının ekonomik mücadeleyle kazanımları da zamanla sönümlenir, sıfırlanır. Bunu engellemenin yolu sınıfın siyasal varlığını ortaya koyabilmesidir. Bu yolla ekonomik haklar için ciddi bir mücadeleye girip sınıf olarak tavrını ortaya koyduğu için kazanım, kaybetmeye dönüşmez kolayca. 

İşçi sınıfı için esas olan siyasal bilincini kuşanması, ekonomik ve siyasal mücadelenin ayrı kanallardan akışını giderek tek bir kanalda birleştirmeye doğru götürmesi gerekir. Bunu sağlamak elbette hemen olacak bir şey değildir. Ancak koşullar işçi sınıfını çetin bir sınıf kapışmasına zorlarken, sınıfın dilenciler gibi ücretine zam bekler pozisyondan kurtulması için beklemeye tahammül yoktur. Bu durumda sorumluluk sınıf devrimcilerindedir. Artık boş, ayrıştırıcı polemiklerle vakit kaybı cinayettir. İşçi sınıfının siyasallaşması, tarih sahnesine el koyması için basitten karmaşığa ama her şeyden önce kendine karşı cesaretli adımlara ihtiyaç vardır. ‘’İşçi  sınıfı ya devrimcidir ya da hiçbir şey’’ sözü günceldir, ancak işçi sınıfı devrimci değilken, onun devrimcileşmesi için üzerine düşeni yapmayan komünistler bile de hiçbir şeydir.  

3 Aralık 2021 

Erol Zavar-Mahmut Soner 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.