İzmir’de 9 Ekim Perşembe günü arkadaşımız Mustafa İzzet Çelik’in çıkardığı yeni şiir kitabını tanıtım etkinliği kapsamında Konak’ta bulunan Na&Kil Kitap Kafe’de bir araya geldik. Saat 15.00’de gerçekleşen etkinlikte bir araya gelen insanlar, hem Çelik’in şiirlerini inceledi hem de bu kapsamda bir söyleşti.
Odak Dergisi’nin düzenlediği söyleşi etkinliğinde şair Mustafa İzzet Çelik, “Ne Tuhaf: Bir Aşk Hikayesi” adlı şiir kitabı üzerine soruları yanıtladı, şiirler okudu ve yaşamından kesitler paylaştı. Etkinlik, Odak Dergisi’nin hazırladığı dört sorunun yöneltilmesiyle başladı; ardından katılımcılar da kendi sorularını sordu.
Etkinliğe Enver Topaloğlu, Ümit Fatma, Fırat Ahmet Tahta gibi şairler de katıldı.
Program, soru-cevap bölümünün ardından katılımcıların kitaplarının imzalanması ile etkinlik sona erdi.
Aşağıda, Mustafa İzzet Çelik’e sorduğumuz soruları ve onun yanıtlarını sizlerle paylaşıyoruz:
ODAK: Yazdığınız şiir kitabının nereden esinlenerek yazdınız? Hayatınız ile bağdaşan yönleri var mıdır?
Mustafa İzzet Çelik: İnsanın kendi hayatıyla bağdaşık olmayan bir şiir yazması zaten mümkün değil. Şiir esas itibarıyla insanın yaşamında, kendisinde iz bıraktığı konular üzerinde belki onunla bir hesaplaşması, onun bıraktığı etkileri silmeye yönelik sağaltma çabası belki de. Şiir esasta kesinlikle insanların kendi yaşadıkları travmaları yansıtması için yapılmış bir sanat.
Herkes yazabilir şiiri, yaşadığınız travmaları sağaltmak için olabilir, insanlarla paylaşmak adına olabilir. Duyguları başkalarına yansıtma amaçlı olabilir. Ancak ben şiir yazan ile bir şair arasında bir fark olduğunu düşünüyorum. Şairin, sanat olarak şiiri tercih eden kişinin, mutlaka birtakım özellikleri, birtakım disiplinleri dikkate alması gerekiyor. Öncelikle evrensel olarak incelenmelidir şair sanatında şiiri ya da şiirleriyle. Bir de ulusal olmalıdır; sahip olduğu ve içinde bulunduğu ulusun dertlerini, tasalarını içermelidir. Artı üretim araçları karşısındaki durumlarına göre çıkarları birbirinden farklı insan grupları anlamındaki sınıfı da ifade etmelidir, yani sınıfsal olmalıdır. Bütün bunlar da yetmez, aynı zamanda da kişisel olmalıdır. Yani bu dört temel özelliği zaten yansıtabiliyorsa şairdir bana göre.
Benim yaşım yetmiş ama ben kırk senedir şiir yazıyorum. Kırk senedir kaygılarım vardı. “Acaba doğru yolu buldum mu? Kendime hası yakaladım mı?” Ben sıradan bir şair olmak istemedim. Yazdığım şiirleri sürekli elden geçirdim. Kendimle, kendi olgunlaşma sürecimle beraber şiirimi de olgunlaştırmaya çalıştım. Hayatım bu anlamda şiirime birebir yansıdı zaten. İnsan hangi yaşta olursa olsun mutlaka değişir, olgunlaşır ve şiiri de bu süreç içerisinde inceleyerek değiştirir, olgunlaştırır. Yani bu anlamda şu söz bence gerçekten çok önemlidir: “Şiiri kitaplaştırırsanız şiire ihanet etmiş olursunuz.” Çünkü artık şiiri değiştirme şansınız yok, orada kalır. Ben bu kitabı okuduğum zaman, tekrar basıldıktan sonra kitabı şöyle yapsa mıydım acaba diye düşündüğüm bölümler de oldu. Çünkü insan sürekli değişir, hareket eder, dönüşür. Klasik bir laf vardır; değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
Evet sevgili dostlar, sizin hayatınızdan kesitler taşıyor mu diye sordunuz; duygulandım. Dostlarımın bir kısmı biliyor. Ben cezaevine üç buçuk aylık evliyken girdim ve on bir buçuk sene cezaevinde kaldım. O süreçte eşim düşük yaptı. Hatta şunu da sizinle paylaşayım: gerçekten çok anlamlı, benim şiirlerime de yansımıştır mutlaka. Ben dedim ki “Zübeyde, ben çok uzun süre cezaevinde kalacağım. Beni terk edebilirsin.” Öyle dedim diye üç ay konuşmadı benimle. “Ölene kadar terk etmeyeceğim seni.” sözleri, tavrı oldu. Çok morali bozuk geliyordu. Aklıma geldi, “Bir evlatlık alalım, hem senin için de iyi olur.” dedim. Şimdi bir oğlum var, 45 yaşında. Ona yazdığım bir şiir de var. Belki birazdan onu da okurum…

Hissettim, duygulandım yazdım, sevdim yazdım, kızdım yazdım, umutlandım, ağladım yazdım. Ama kavgaya dair umutlarım, aşka dair umutlarım, insana dair umutlarım, geleceğe dair umutlarım… Bütün şiirlerim bunlar değil.
Evet, bu şiiri okuyan arkadaşlarım da belki bir şeyler hakkında birtakım şeyler söyleyebilir ama tamamen beni anlatan bir şey. Tamamen beni anlatıyor. Kristalize olmuş Mustafa İzzet Çelik. Hayatı var, duyguları var, sevgileriyle, umutlarıyla, hırslarıyla…
ODAK: Yazdığınız şiir kitabında sizi en çok duygulandıran şiir hangisidir ve bize nereden esinlendiğinizi anlatabilir misiniz?
Mustafa İzzet Çelik: Şimdi ne diyeyim, şair arkadaşlarımız da var burada. Hepsi benim evlatlarım gibidir. Ama onun yerine şöyle bir şey yapalım mı? Bir temsilci seçin içinizden, 1-64 arasında bir sayı söylesin. O şiiri okuyayım.
Şimdi beni en çok etkileyen şiirlerden birisi olarak Hatice arkadaşın biraz önce ifade ettiği şiiri okuyayım o zaman. Ama bunun bir öyküsü yok gerçekten, genel geçer bir şey.
“Uçarı gönlüm takıldı gölgesine bir kez sözlerini.
Ah bir büyüse sevdalı bakışlarında gözlerim. Bir büyütebilse, kanatlansa arzusu yüreğimin.
Alıp terkisine sevdamı bırakıverse senin boşluğuna.
Kentlerimizi alır mı muradını gözlerinden? Duyar mı sözlerini şiir dillerine?
Sevgiden süzülmüş geleceğimi.
Güncellenir halbuki kuş deliklerinden başka sevgilere tutsak sevdamız.
O yüzden geçerlilik düşer savaşçı yine aşkın. Gökkuşağı tutmuş.
Omuzlayıp ardına atmış geleceğini kalbimin. Sanki.
Vatansız kalmışım,
sırasız, yersiz, yaylasız…
Olsun.
Ben senin kadar aşkı sevmişim, güzelim. Bir de yetermişim gözlerine.
Sürebilmeyi gönlüme. Bir de gözlerinle görebilmeyi, her şeyi görebilmeyi…”
Evet, gerçekten beni etkileyen bir şiir.
ODAK: Kolektif olarak seçtiğimiz ‘Kollarında Ölmek’ şiirini bizlere seslendirip hikayesini anlatabilir misiniz?
Mustafa İzzet Çelik: Genç yaşlarda, güzel bir yaştan sonra insan ölümle özdeşleştiriyor kendini. Gerçekten ölümü düşünüyor. Benim kendi değerlendirmem, yaşamı seviyoruz, herkes seviyor ama ölümü de sevmek zorundayız. Çünkü ölüm olmazsa yaşam olmaz. Tıpkı zamanla hareket arasındaki bağlantı gibi, ölümle yaşam beraber varlar. Ama ölüm gerçekten ayrılık. İnsan ayrılığa üzülüyor, yoksa başka bir şeye değil.
Ayrıca benim annem babamın kollarında öldü, ben gördüm. O da benim hayatımda önemli.

Ne olursa olsun, insan sevgilisiyle, eşiyle ne yaşarsa yaşasın, ne kadar sıkıntılı süreçler geçirirseniz geçirin (her evde, her evlilikte mutlaka olur) insan yalnızca onun kollarında ölmek istiyor, ne yaşarsan yaşa, son anda gözlerine bakarak onun kollarında ölmek…
“Doğdum
Emekledim, yürüdüm, koştum
hami kollarında anamın
Büyüdüm
deneyim acılarıyla hayatın
Ve coştum
kızıl yollarında kavganın
Seni buldum kavgasında
umudun
Yoldaşımdın
Yol arkadaşımdın
Direndim ben
kör karanlıklara
Direncim oldun
Duvarlara göğüs gerdim
ufuksuz ovalarında ülkemin
İnancım oldun
Yokluğumu koydum avuçlarına
Umutla doyurdun
Acılar çektin ama
sen sevinç verdin
sevdiklerine
Ebemin ellerine doğdumsa da
alışılmaz acılarına
yeni ivmeler katsa da
sensiz gömülmek
Bir daha bakamasam da gözlerine
yeter bana
kollarında ölmek…”
Biraz önce anlattığım öyküyü herhalde yansıtıyor. Hani cezaevinde beni beklemesi…
ODAK: Cezaevine girdiğiniz konu neydi?
Mustafa İzzet Çelik: 26 Aralık 1979’da biz bir grup insan, örgütsel yapımızdan ayrı bir örgütsel yapı kurmak için paraya gereksinim duyduk. Bu yüzden bir kuyumcu soyma girişiminde bulunduk. İki arkadaşım öldü çatışmada. Ben yaralı olarak İzmir Gültepe’de yakalandım.
O zaman örgütte bulunduğum Türkiye Emekçi Partisi’nin iki tane yayın organları vardı; “Bağımsız Türkiye” ve “Emekçi” dergileri. Onların da yazı işleri müdürlüğünü yapıyordum, onlardan da bir kısım aldım. Daha sonra işte çatışmadır, gasptır…
Ben işi siyasete çok sokmadım yakalandığımda. Dolayısıyla ben gasptan ceza aldım. Arkadaşlarımı korumak maksadıyla örgütü bulaştırmadım, kendim kişisel olarak ceza aldım. Ayrıca yazı işleri müdürlüğünden de ceza aldım. Toplam 120 sene ceza aldım, 36 seneye bağlandı.
Teşekkürler.
ODAK: İleride başka bir şiir kitabı çıkarmayı düşünüyor musunuz? Eğer çıkaracaksanız şiir kitabının konusu ne olacak?
Mustafa İzzet Çelik: Belli zaten. Ancak biraz üzerinde çalışacağım.
Ben kavganın, aşkın şairi olarak görüyorum kendimi. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce kavgaya ve aşık olmaya devam edeceğim. Çünkü seveceğim ya, sevmek güzel bir şey. Niye insanlardan nefret edeceksiniz ki? Sevmek bir duygudur sadece. Benimki de o, başka bir şeydir sevmek.
Bundan sonraki şiir kitabının ilk şiirini size okuyabilirim, ezberimde var. Sizi şaşırtabilir ama hazır mısınız?
Yol temalı, kavga ve yol… Bir yol, değişim, hareket.
“Yol göründü, yoldan çıktım.
Yola girdim, kuldan çıktım.”
Yani nasıl anlatmalı bunu? Bilmiyorum da… Yoldan çıkmak imgesel bir şey; bir heyecan. Komünizmi, Marksizmi gördüm, yoldan çıktım; hemen yola girdim, bu sefer de kul olmaktan çıktım, artık kimseye biat etmiyorum, parti şefi de dahil. Çünkü benim mantığım var, mantığıma uymayan hiçbir şeyi kabul etmiyorum.