Odak Dergisi ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmeleri Türkiye ve dünya devrimci hareketi açısından anlamaya çalışıyor. Bu maksatla bir önceki söyleşi dizimizde “Fransa’da Sol Birlik” konusunu işlemiştik. Değişik konu başlıklarından oluşan söyleşilerimizde sosyalist örgütlerden ve kişilerden aldığımız görüşler ile ortak bir eleştirel düşünceye varmayı umuyoruz. Dizimizin bu konusu ise dünyada yükselen savaş tehdidi ve bu savaş tehdidine karşı geliştirilebilecek “Anti-Emperyalist Barış Hareketi İhtiyacı” olacak. Aşağıda sorularımıza 1968’li yıllardan bu yana sosyalist hareket içinde yer almış olan Selçuk Şahin Polat’ın verdiği cevapları yayınlıyoruz.
ODAK: Emperyalizm savaşları hangi amaçlarla, nerelerde ve nasıl kışkırtıyor?
Selçuk Şahin Polat: Emperyalizm ile ilgili en isabetli ve aydınlatıcı bilgiyi elbette ki Lenin’in EMPERYALİZM adlı çalışmasında bulabiliriz. Fakat adı geçen çalışmasında siyasi analizlere yer verilmemiştir. Ne var ki kapitalist ekonominin, şiddet temelli bir politikayla ancak ayakta kalabileceğini biliyoruz. Savaşlar, siyasetin silahla yapılan bir biçimi ise eğer, bu siyaset de sistemin doğal ve olmazsa olmaz bir uygulaması olarak karşımıza çıkıyor. Bu yaklaşımın ışığında şu özlü sonuca varabiliyoruz: Emperyalizm aslında modern sömürgeciliktir.
Sadece mal ve sermaye ihracıyla değil, aynı zamanda her türlü bilgi içeren teknolojiyi de ihraç ederek sömürü ağını kurmuş bulunuyor.
Bu ağı genişletmek ve sürdürülebilir kılmak için, alınan tedbirler sayısızdır (ideolojik-kültürel-psikolojik-askeri-politik-örgütsel olarak algı yönetme-komplo kurma-şiddet-ambargo-tehdit-satın alma-reform-mafya-uyuşturucu vb. sayısız yol ve yöntemler). Konu başlığımız şiddet içeren savaş taktikleri ve araçlar üzerine olduğuna göre, bu sorunu çok yönlü ele almalıyız. Peki, bu araç ve taktikler “hangi amaçlarla, nerelerde ve nasıl” ve kimlere karşı kullanılmaktadır?
Emperyalizmi, siyasi olarak “modern” feodalizm diye değerlendirecek olursak eğer, onun ancak tekçi ve şiddet içeren yol ve yöntemle ayakta durmak zorunda olduğunu da kabul etmek durumundayız. Çünkü feodalizm yüzlerce yıl bu yol ve yöntemle ayakta kalabilmiştir. Fakat mevcut emperyalist sistem, aynı zamanda emekçiler ve tüm halk kesimleri için hiçbir kazanımı olmasa da allayıp pulladığı demokrasi şaklabanlığını hayata geçiriyor. Bu da onun modern yanını oluşturuyor. Bu modernlik ise şöyle: Görünüşte kadın hakları var fakat erkek egemen toplum yapısı hâkim. İnsan hakları savunuluyor fakat Filistin’de; Endonezya, Japonya vb. ülkelerde çoluk çocuk binlerce insan katledilip en ufak bir pişmanlık duyulmuyor. Kendi çıkarlarına hizmet eden mafya ile (sendikaları mafya ile baskılarlar) birlikte çalışıyorlar. İnsanları uyuşturucularla ve sağlıksız gıda ürünleriyle besleyip hasta edip bundan para kazanıyorlar. Bu liste uzar da gider!
Sonuçta emperyalizmin savaşlara iki temel nedenle ihtiyaç duyduğunu görüyoruz:
1- Daha fazla kar hırsı ile bölgeleri kendilerine bağlamak, yeni alanlar açmak ve de sömürüyü daha da yoğunlaştırmak için savaşlara (zora) ihtiyaç duyuyor. Bunu da üç biçimde hayata geçirdiğini söyleyebiliriz:
A.) Bunun için ülkeleri işgal edip kendilerine karşı koyan yurtseverlerle savaşıyorlar. Cezayir, Vietnam vb. gibi!
B.) En kolay ve zahmetsiz şekilde yönetebilmek için ülkeleri parçalıyorlar veya oralarda darbeler yapıyorlar.
C.) Rakip kapitalist ülkelerin etkinliklerine karşı hamleler de yapmaktadırlar.
Bu hamleler, Birinci ve İkinci Küresel Paylaşım Savaşları’nda aleyhlerine yol açan sonuçlar ürettiği için, “eşitsiz gelişme yasasını” baskılayacak yol ve yöntemler kullanıyorlar: Kapitalist ülkelerin sömürü payını uluslararası şirketler aracılığıyla paylaşma yoluna gidiyorlar. Yine geri kalmış ülkeleri aralarında paylaşmaktadırlar. Fakat rakip (ortak sömürü sistemine yanaşmayan) kapitalist devletlerin (özellikle Rusya-Çin gibi) etkin olduğu bölgelerde, oraları kontrol edebilmek için taşeronlar aracılığıyla dolaylı da olsa savaşlar çıkartarak, yeni tip paylaşım savaşlarını organize etmektedirler. İsrail ve Ukrayna’nın yürüttüğü savaşlar gibi.
2- İkinci savaş nedeni ise; esas olarak ekonomik çıkarlardan bağımsız olmayan fakat ideolojik kaygıların belirleyici olduğu siyasi adımlardır. Irak işgali, Arap Baharı (bir dizi Arap ülkesindeki operasyonlar), İran’ın ablukaya alınması için İsrail’in yürüttüğü savaş, Küba vb. ülkelere yapılan ambargolar sayılabilir.
ODAK: Ukrayna ve Orta Doğu’daki savaşlar dünyayı nasıl etkiliyor?
Selçuk Şahin Polat: Ukrayna ve diğer savaşlar (Türkiye-Suriye, Yemen-ABD ve İngiltere, İsrail-Filistin, Kafkas ülkeleri arasındaki ve Sudan’daki savaşlar, Türkiye-PKK vb.) dünyayı yaşanmaz hale getiriyor ve mülteciliği ve göçü kitleselleştirmektedir. Avrupa’nın ve ABD’nin mülteci akınına uğraması bu savaşlar nedeniyledir. Dolayısıyla bizim gibi ülkeler bu süreçte emperyalist devletlere önemli destekler sunuyorlar. Örneğin ülkemiz mülteciler açısından ara toplanma kamp alanı olarak büyük paralar karşılığında görevlendirilmiş bulunuyor. Suriye-Afganistan buna en güzel örnektir. Sonuç olarak mülteciliğin yoğunlaştığı ülkelerde demografik yapı ve dinamikler, gelişen kapitalist krizin yarattığı olumsuzluğun yanında ayrıca etkilenmekte ve siyaseten neo-sağcılığın gelişmesinde temel rol oynamaktadır.
ODAK: Emperyalist saldırganlık karşısında ülkemiz emekçileri, halkımız ve ezilen insanlık lehine barışı nasıl savunabiliriz?
Selçuk Şahin Polat: Barışı savunmak için bir güç gerekir ve bu devrimcilerde bulunmuyor. Çünkü bir araya gelme şansları yok. Ayrıca devrimcilerin önemli bir kesimi dolaylı da olsa Kürt Özgürlük Hareketiyle birlikte emperyalizme karşı üç maymunları oynamaktadır. Bu iki faktör devrimci gruplarla bir anti-emperyalist mücadelenin yürütülme şansını sıfırlamaktadır.
Bu nedenle ülkemizde anti-emperyalist mücadele, ODAK grubunun yaklaşımında olan az sayıdaki devrimcilerin, geniş kesimler arasındaki ajit-prop çalışmalarıyla belki gündeme getirilebilir. Bunun için somut fırsatlar mevcuttur: CHP tabanında çalışmak gerekmektedir. Ayrıca Filistin’deki İslamiyetçi çizginin kitleler arsında yarattığı sempati de bu çalışmada göz ardı edilmemelidir. Direnişin olduğu her yerde bu çalışma uygun ajitasyonlarla sürdürülebilir.
Ayrıca yükselen anti-mülteciliğin geliştirdiği ırkçılığı ve iktidarın gerici güvenlik politikalarını, bu anti-emperyalist mücadelede ciddi engeller olarak düşünülmeli ve gerekli taktikler ve tedbirler geliştirilmelidir. Bu konudaki taktikler şunlar olabilir: Suriye’den can derdiyle gelenler ile bizzat iktidarın emrinde savaşmak için getirtilen gerici çeteler arasında ayrım yapılmalı. Yine Afganistan’dan ve Suriye’den gelen mülteciler, iktidarın desteği ve teşviki ile gelmektedirler: Çünkü hükümet bu insanların her biri için ABD ve Avrupa ülkelerinden para almaktadır. Dolayısıyla para hırsı ve de emperyalistlerin emriyle ülkemizin bütün sathı, mülteci kampı haline getirilmiştir. Bu işten para kazanan iktidar bu politikasıyla savaşlar, yıkım ve ölümlerden sorumludur vb. ajitasyonların etkili olacağı kanısındayım.