Satrancın veziri: Pekin

0
404

Röportaj: Yaren Çolak

BirGün’ün giriş yazısı: Küresel aktörler yeni dönemde nüfuz alanını genişletme çabasında. Bu kapışmada AB ile ABD arasında Çin eksenli uyuşmazlıkların yaşanacağının sinyalleri geliyor. Pekin, Ortadoğu’da artan nüfuzunu Tahran ve Riyad arabuluculuğuyla taçlandırdı. Tayvan krizi, Çin’e biçilen arabuluculuk rolü derken gözler tüm dünyayı etkileyecek Pekin politikalarına çevrildi. Çin Shandong Üniversitesi’nde akademisyen Oktay Değirmenci, BirGün’ün sorularını yanıtladı.

>>> Kızışan Washington-Pekin rekabetine sahne olan Ortadoğu için Çin ne ifade ediyor?

ABD Ortadoğu’daki varlığını son yıllarda azaltırken, Çin’in yavaş bir biçimde de olsa bölgedeki ekonomik ve diplomatik varlığını, nüfuzunu ve etkinliğini arttırdığı görülmekte. Özellikle kilit altyapı sektörlerinde stratejik yatırımlar yaparak Çin Ortadoğu bölgesi için ana ekonomik partner haline geldi. Çin petrol ithalatının yarısının Ortadoğu’dan yapmakta ve özellikle Suudi Arabistan ve İran’ın bir numaralı petrol ithalatçısı konumunda. Ortadoğu ve hatta biraz daha geniş ifade edecek olursak Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi 2021 yılında Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki yatırımların yaklaşık yüzde 28,5 gibi önemli bir kısmını çekti. Mısır, İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Cezayir Çin’in kapsamlı stratejik ortakları. Türkiye, Irak, Ürdün, Kuveyt, Umman, Fas ve Katar stratejik ortaklar. 2005 yılından 2022 yılına kadar Çin’in bölgedeki toplam yatırımlarının miktarı 273 milyar dolar oldu. Bölgedeki yatırımlarının yüzde 46’sı enerji sektöründe gerçekleşti. Çin geçtiğimiz yıl ocak ayında Suriye hükümetiyle imzaladığı anlaşma neticesinde Suriye’nin yeniden inşasına yatırım yapmaya başladı. Son yıllarda Irak’ta enerji sektöründe, Mısır’da ise altyapı alanında yatırımlarını arttırmakta. Çin, Kuşak ve Yol girişimi kapsamında toplamda 21 Arap ülkesini projeye dâhil etmeyi başardı. Mallarının yaklaşık olarak 2/3’si Körfez ülkeleri tarafından yapılan altyapı projeleri vasıtasıyla Afrika ve Avrupa’ya taşınmakta.

Dahası Çin’in dış politikasının temel direğini barışçıl birlikte varoluşun beş ilkesi oluşturduğu sürece Çin bölgedeki tüm taraflarla dostane ilişkilerini sürdürebileceğinden bölge ülkeleri arasında dürüst aracı rolünü oynayabilecek ana aktör olarak ön plana çıkabilecek. Dolayısıyla Çin, Ortadoğu bölgesi için güçlü ve önemli bir ekonomik partner, bölge krizlerinde başvurulabilecek dürüst bir aracı, askeri, güvenlik ve teknolojik alanda yararlanılması gereken bir partner rolünde.

UKRAYNA’DA ARABULUCU ÇİN OLURSA

>>> Avrupa liderleri Çin yolcusu. Pekin, Washington’a Batı’da da Ortadoğu benzeri bir hamle yapabilir mi?

Çin’in Batı’da da Ortadoğu’dakine benzer bir hamle yapabileceği en önemli alan ve konu şu anda Ukrayna’da süren savaştaki arabuluculuk rolünü oynaması ve taraflar arasında bir ateşkes sürecinin mimarı olmasıyla mümkün olabilir.

Bunun için Çin’in hem Rusya hem de Ukrayna ile diyalog kanallarının açık olması ve Rusya’ya henüz askeri destek sunmamış olması arabuluculuk rolü için zemin yaratıyor. Dahası uluslararası ilişkilerde ihtilaflı iki gücün arasında arabulucu rolü oynayacak ülkenin ihtilafın taraflarından daha güçlü bir konumda olması avantajdır çünkü ihtilafa taraf olan devletler veya birinden daha güçsüz konumdaki bir devletin arabuluculuğu çok işlevsel olmayacaktır. Bu bağlamda savaşın bir tarafı olarak Rusya’dan daha güçlü pozisyonda uluslararası sistemde sadece iki ülke, ABD ve Çin’in var olduğunu düşünecek olursak ve ABD’nin Rusya’yı yıpratmaya çalıştığı bir ortamda yalnızca Çin arabuluculuk için bir seçenek olarak belirmekte. Çin arabuluculuk rolünde Rusya üzerinde pekala etkisini kullanabilir. Ukrayna üzerindeki etkisi ise nispeten daha sınırlı olacaktır çünkü Ukrayna’da ABD’nin ve Batılı müttefiklerinin etkisinin daha kuvvetli olduğu görülmekte. Ancak burada önemli bir husus Ukrayna’daki Savaş konusunda ABD’nin Avrupalı müttefikleri arasında savaşın uzaması konusunda yaşanacak bir fikir ayrılığı ile ortaya çıkabilir. Özellikle Avrupa birliği içinde Fransa ve Almanya gibi ülkelerin savaşın sona ermesinden yana tavır koymaları durumunda ki, bilhassa Fransa açısından bu ihtimal daha yüksek ve genel olarak Avrupa halklarında barış çağrısı da söz konusudur, o zaman Çin’in oynayabileceği arabulucu role sunacakları destek Ukrayna’nın batıdan alacağı desteğin azalmasına yol açabilir. Ve böylece Ukrayna Çin’in arabulucu rolünde olduğu müzakere masasında olmaya daha yatkın olabilir. Dolayısıyla, Çin’in Ukrayna meselesinde atacağı adımlar ve bunların Avrupalı ülkeler tarafından nasıl karşılanacağı esasında Ukrayna-Rusya arasındaki çatışmada Çin’in başarılı bir arabulucu rolü oynayıp oynayamayacağını belirleyecektir.

ARABULUCU AKTÖR: ÇİN

>>> Pekin’in soyunduğu arabuluculuğun iki ülkeyi yakınlaştırmasının yanı sıra Çin’in imajına etkisi nedir?

Pekin’in imajına en önemli yansıması özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD ve Sovyetler Birliği ve daha sonra da ardılı olarak Rusya’nın bölge siyasetinde oynadığı liderlik rolünü artık yeni bir oyuncunun üstlenebileceğini göstermiş olmasıdır. Çin’in Ortadoğu siyasetinde artık lider bir ülke olabileceği potansiyelini şimdilik ortaya çıkarmış ve Çin’in diplomatik nüfuzunun artık ekonomik gücüne paralel hareket edebileceğinin işaretini vermiştir. Ayrıca özellikle Körfez Arap ülkeleri açısından ABD’nin bölgedeki müdahalelerini sona erdirdiği veya erdireceği algısı göz önüne alındığında, Çin açısından İran ve Suudi Arabistan arasında varılan anlaşma önemli bir diplomatik başarı olarak görülmektedir. Çin sağlamış olduğu bu çok önemli başarılı diplomatik hamle sonrası hem bölge işlerinde hem de daha küresel ölçekte kendine güveni daha da artmış vaziyettedir. Üstelik bölgesel krizlerde arabulucu rolünü üstlenebilecek aktör olarak artık ön plana çıkmasını sağlayacaktır. Bunlara ek olarak, bu arabuluculuk Çin’in büyük bir güç ve sorumlu bir ülke olarak rolünü yansıtmakta ve Şi’nin “insanlığın ortak geleceğine sahip bir topluluk” planı için önemli bir başarı olarak görünmekte ve Çin’in ABD için yeteneğini sergilemekte ve ABD’nin Çin’in gelişimini engellemenin hiçbir yolu olmadığını göstermektedir.

TAYVAN’IN KORKUTAN SONUÇLARI

>>> Çin’in ABD’ye attığı çalımlara karşılık Washington Tayvan üzerinden kışkırtmaya devam ediyor. Bölgedeki olası sıcak çatışma ihtimali nedir?

Bölgede olası bir sıcak çatışma ihtimali her geçen gün artmakta. Bilindiği üzere Çin Tayvan’ı dönek bir eyalet olarak nitelendiriyor ve Tayvan’ı Çin’in ayrılmaz bir parçası olarak kabul ediyor. Çin’in uzun zamandır Tayvan konusunda düşündüğü şey yeniden birleşme. Bu hedef Ekim 2022’de düzenlenen Çin Komünist Partisi 20. Ulusal Kongresi’nde Şi tarafından yapılan konuşmalarda da açıkça ifade edildi. Ancak başta ABD olmak üzere ve bölgesel ve küresel müttefikleri ve ortakları, en azından bir kısmı, özellikle G7 ülkeleri Tayvan konusunu kışkırtmakta ve Çin’i askeri bir hamle yapmaya zorlamaya çalışmakta. Bunun temel nedeni hem Çin’in ekonomik gücünü tam manasıyla bir askeri güce dönüştürmeden önce askeri gücünün kırılması ve ekonomik yükselişinin durdurulması hem de Çin’in barışçıl yükseliş/kalkınma söylemenin yıkılmak istenmesi. Ancak Çin tüm olanların farkında ve mümkün olduğunca dengeleri gözeterek temkinli hareket ediyor. Şu anda henüz askeri açıdan adayla birleşmeyi sağlayabileceği noktada olmadığından, adanın bağımsızlığa gidişine engel olabileceği bir siyaseti izlemekte ve Tayvan’da mevcut Tsai Ing-wen başkanlığındaki Demokratik İlerici Parti yönetiminin yerine Çin’in “bir ülke, iki sistem” formülüne daha yakın ve sıcak bakan Kuomintang’ın gelmesini bekliyor.

Ancak bundan önce Tayvan bağımsızlık yönünde bir adım atacak olursa, Çin’in buna kesinlikle askeri bir yanıt vereceği beklenmeli. Bu askeri yanıtın üçüncü bir dünya savaşına neden olup olmayacağını belirleyecek olan ABD’nin vereceği tepki olacak. ABD’nin Tayvan ile ilişkileri 1979 Tayvan İlişkiler Yasası üzerinden yürütülmektedir ve Tayvan resmen devlet olarak tanınmadığı için ABD ile arasında resmi bir askeri ittifak anlaşması yok. Bu nedenle 1979’dan sonra ABD’nin Tayvan politikası “stratejik belirsizlik” politikası oldu. Yani ABD’nin Tayvan’ı olası bir askeri çatışma durumunda savunup savunmayacağı kesin değil. Eğer Tayvan’ı savunacak olursa, o zaman başta Japonya dâhil olmak üzere ABD’nin bölgesel ve küresel müttefiklerinin de savaşa dahil olması ve buna mukabil Çin ve Rusya arasındaki ilişkilerin askeri ittifaka dönüşmesi ve bu gruba İran ve Pakistan gibi ülkelerin de eklenmesiyle çatışmanın sınırlı bir bölgeden birden fazla kıtaya ve çok geniş bir coğrafyaya yayılma potansiyeli göz ardı edilemez. Dolayısıyla Tayvan üzerinden gerçekleşebilecek bir askeri çatışmanın bir üçüncü dünya savaşına dönüşme ihtimali bulunmakta. 

EN ÖNEMLİ ORTAK

>>> Moskova ziyareti ve iki ülke arasındaki ‘dostluğa’ dair ne söylemek istersiniz?

Şi Cinping açısından Moskova ziyaretinin önemi en basit tabirle, Şi’nin Çin’in yükselişine karşı olduğunu düşündüğü ABD ve demokratik müttefiklerini zayıflatma stratejisinin ve Rusya ile bağları derinleştirme ve gelişmekte olan dünyanın lideri olma ve çok kutuplu bir uluslararası sistem arzusu ve arayışının açık bir göstergesi olarak görülebilir. Putin açısından ziyaretin önemi ise, ziyaretin Putin’in Ukrayna’da savaş suçu işlemekle suçlayan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından 17 Mart’ta Rusya Devlet Başkanı Putin’i fiilen bir uluslararası parya ilan etmesinin arından gelmesi oldu. Zira Putin dünyanın ikinci büyük ekonomik ve askeri gücünün desteğini almayı sürdürdü. Şi’nin ziyareti Batı dünyasının Putin’i uluslararası arenada tecrit etme çabalarının bir sınırı olduğunu göstermesi noktasında önemli.

İki ülke arasındaki ilişkiler Çin dış politikasında, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde önem kazanan stratejik ortaklık diplomasisinin en üst düzeyi olan kapsamlı stratejik ortaklık düzeyinde ve her iki ülke açısından da bu mevcut ortaklık dış ilişkilerindeki en önemli ortaklık. Ancak ortaklığın geldiği boyut açısından iki ülke arasında askeri bir müttefiklik ilişkisi olup olmadığına dair bir dizi tartışma mevcut. Temelde iki ülkenin ilişkilerinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) 5. maddesinde belirtilen şekilde yazılı bir taahhüdü içeren açık bir anlaşma yok. Fakat iki ülke arasında 2001 yılında imzalanan ve 2021 yılında uzatılan resmi “Dostluk Antlaşması” mevcut. Bir “Danışma” anlaşması olarak kabul edilen anlaşmanın 9. maddesi şunu ifade etmekte: “Akit taraflardan birinin barışın tehdit edildiğini ve baltalandığını düşündüğü bir durum ortaya çıktığında… Akit taraflar derhal temas ve istişarelerde bulunacaktır.” Yani bu madde sadece bir danışma paktı olmadığını ve bunun ötesine geçilebileceğine işaret etmekte. Pakt, sadece bir “danışma” paktı değil. Bununla birlikte, iki ülke arasında “pakt” adı da verdikleri Şubat 2022 “Ortak Deklarasyonu” mevcut. Eğer 2001 anlaşmasını danışma paktı olarak ele alacaksak, o halde 2022 anlaşmasının dili, ilişkilerinin “sınırsız” olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmesi sebebiyle bir ittifaka yaklaşmakta olduğunu ifade etmek yanlış olmayacak. Zira deklarasyonda “İki devlet arasındaki dostluğun sınırı yok, ‘yasak’ işbirliği alanları yok” ifadesi deklarasyonun her alanı kapsamakta olduğu anlamına gelmekte. Buna askeri, ekonomik, politik, teknolojik, güvenlik gibi pek çok alanı dâhil edebiliriz. Ancak bu yine de dünya görüşümüz hepsinde tam olarak aynı demek değil.

AB’NİN PEKİN ÇIKARMASI

>>> Macron ve von der Leyen’in üç gün süren ziyareti dün sona erdi. Ziyaretin öne çıkan başlıkları ve arka planında yatanlar neydi? 

Fransa açısından Çin Ukrayna’da devam eden savaşta oyun değiştirici bir aktördür. Ya Rusya’ya desteğini arttırarak ve silah desteği sağlayarak çatışmanın Avrupa ülkeleri açısından daha olumsuz bir yöne evrilmesini sağlayabilir ya da çatışmanın sona erdirilmesi için diyalog yoluyla dengeyi olumlu bir şekilde döndürebilir. Fransa Çin’in Rusya’yı kınamayacağını ve Putin’in eylemlerini kınamayacağını zaten biliyor ve kabul ediyorlar. Ancak Macron, Çin’i Ukrayna’da devam eden çatışma üzerinde radikal bir değişiklik veya en azından radikal bir etki yapabilecek tek aktör olarak görmektedir. Macron, Çin ile Fransa’nın ticari bağlarını daha da güçlendirerek Çin ile bir stratejik ve küresel ortaklığı yeniden başlatmak istemektedir. Çin’in çatışmaya taraf olan tüm aktörlerle iletişim kanalları açabilen ve Putin’e etkili bir şekilde diplomatik baskı uygulayabilecek tek ülke olması nedeniyle Fransa açısından Çin ile ilişkiler mutlak önem taşımaktadır. Ziyarette diğer öne çıkan başlıklar ise iklim krizi, yenilenebilir enerji, kültürel bağların ve seyahatlerin yenilenmesi, Çinli turistlerin Fransa’ya ziyaretleri gibi konuları içermektedir.

PEKİN-WASHİNGTON REKABETİ

>>> Şi Cinping’in üçüncü dönemi garantilemesiyle Washington-Pekin ilişkileri boyutlandı. Geçilen yeni evreyi nasıl yorumlarsınız?

Aslına bakarsanız boyutlanan pek de yeni bir şey yok. Çünkü Şi’nin üçüncü dönemine devam edeceği bilinen ve beklenen bir şeydi. Yani Washington ve Pekin yönetimleri biraz bekleyelim belki Çin’de yeni bir liderlik değişimi olur düşüncesinde ve eyleminde olmadılar. Dolayısıyla son yıllarda aralarında dozu artmakta olan gerginlikler varlığını olduğu gibi sürdürdü ve şu anda da sürdürmektedir. Çin ve ABD ilişkilerinin rekabetçi doğası değişmeden devam etmektedir ve yakın ve orta gelecekte de bu ilişkilerin doğasının değişmesi beklenmemektedir. Zira ne Çin tarafından ne de ABD tarafından ilişkilerin yumuşatılması yönünde ciddi bir somut adım gelmemekte ve herhangi bir uzlaşı fırsatı şu an için ufukta gözükmemektedir. Hatta önümüzdeki yıl Çin, Tayvan üzerindeki baskısını arttırması muhtemeldir ve Pekin’in iradesini Hong Kong’a kabul ettirme noktasında çabalarını arttırması beklenmelidir. Pekin, üke içinde herhangi bir iç muhalefet hareketine karşı sert bir tutum almaya devam edebilir. Sincan, Tibet ve İç Moğolistan gibi Çin’in başına ağrıtabilecek ve azınlık etnik nüfusa sahip bölgeler üzerinde sıkı kontrolünü sağlamaya devama edecektir. Pekin, ekonomisine devlet müdahalesini desteklemekten ve yurt dışından fikri mülkiyet elde etme çabalarından vazgeçmeyecek. Bununla birlikte son dönemde artan Çin’in diplomatik aktivizminin devam etmesi kuvvetle muhtemeldir. Pekin yönetimi ayrıca Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun yetenekleri arttırmaya, operasyon menzilini ve sıklığını genişletmeye devam edecek. İlişkilerin gergin doğası düşünülürse, Çin, ABD’ye Kuzey Kore’ye balistik ve nükleer füze testleri ve diğer askeri provakasyonları konusunda herhangi bir iyilik yapmaya istekli görünmeyecek. Şi ve Putin ve Çin ve Rusya arasındaki ilişkilerin düzeyi muhtemelen artmaya devam edecek. Dahası, Suudi Arabistan ve İran arasındaki başarılı arabluculuk rolünden sonra Çin’in Ortadoğu’daki etkinliğinin artacağı göz önüne alınırsa iki ülke arasında rekabetin bir cephesinde daha yoğunlaşacağı kesindir.

Buna karşılık ABD ise Çin’in ilişkideki rekabetçi dinamikleri artırıcı olarak göreceği adımları atmaya devam ediyor ve bu minvalde Tayvan’a başka üst düzey Kongre ziyaretleri gerçekleştiriyor ve silah yarımını arttırıyor. Japonya’yı Tayvan meselesine daha angaje yapmak için diplomatik baskılarda bulunuyor. Amerikan kongresi, COVID-19’un kökenlerini araştırmak da dahil olmak üzere Çin’in faaliyetlerine yönelik kamuoyu eleştirilerini artıryor. Cumhuriyetçi başkan adayları, Çin konusundaki şahinliklerinde birbirlerini geçmek için yarışacakları gözüküyor. Biden yönetimi, Asya-Pasifik’te caydırıcılığı güçlendirmeye ve Çin’in ulusal güvenliğe duyarlı alanlardaki teknolojik ilerlemelerini sınırlamaya yönelik koalisyon çabalarına yatırım yapmaya karalı gözükmektedir. Dahası Amerikan yönetimi bölgesel müttefikleri ve partnerleriyle işbirliği içerisinde Çin’in stratejik çevrelemeyle sarmaya devam etmektedir. Ukrayna’da devam eden savaşta Çin’in Rusya’ya ekonomik ve silah yardımı yapmaması konusunda baskılarını sürdürmektedir.

Bununla birlikte Çin, hâlâ ABD’nin en büyük ticaret ortağıdır ve iki ülke arasındaki ticaret, COVID’e ve son birkaç yıldaki ekonomik ayrışmaya rağmen artmaya devam etmektedir. Buradaki ironi, ABD’nin bir yandan, Çin’i en büyük jeopolitik meydan okuma ve potansiyel bir düşman olarak ele alırken, aynı zamanda belirli sayıda mal, ticari emtia için Çin’e bağımlı olmasıdır. Yani bu iki bakış açısı ABD’yi aslında farklı iki yönde yalpalayabilmektedir. Çin açısından da şöyle bir durum söz konusudur. Örneğin, eski Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi geçtiğimiz ağustos ayında Tayvan’ı ziyaret ettiğinde Çin’in misilleme yapacağı düşünülüyordu ve Çin’in geçmişte en sık kullandığı araçlardan biri ekonomik yaptırımlar olmuştu. Ancak bu özel durumda, Çin’den ne ABD’ne ne de Tayvan’a ciddi bir ekonomik yaptırım gelmedi. Bunun nedeni, Çin’in kendisinin şu anda ekonomik bir yavaşlama içinde olması ile kısmen açıklanabilir. Bu nedenle böyle bir zamanda ABD ile ticaretini tehlikeye atmayı istememiş olabilirler. Dolayısıyla, tüm bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde ABD ve Çin arasında yaşanmakta olan stratejik rekabetin boyutları ve cepheleri her geçen gün genişlemekte ve taraflar arasında bir uzlaşma ihtimali giderek uzak hale gelmekte olduğu, ancak bununla birlikte ekonomik ve kimi iç dinamiklerin gerginliğin bir başka boyuta taşınmasını geciktirdiği yorumu yapılabilir.

BATI PROPOGANDASI

>>> Dünyada borç veren ülkeler arasında ilk sıralarda yer alan Çin, yoksul ülkeleri “borç tuzağına” düşürmekle suçlanıyor. Borçlarını ödemekte zorlanan ülkelerin, Pekin’den gelen baskıya karşı savunmasız kaldığı iddia ediliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Borç tuzağı kavramı ilk defa 2005 yılında Booz A. Hamilton’un ABD savunma bakanlığına hazırladığı bir raporda kullanılan bir ifadedir. Daha sonra kavram özellikle Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi projelerinden sonra Hintli akademisyen Brahma Chellaney tarafından 2017 yılında Borç Tuzağı Diplomasisi olarak yeninden kullanılmıştır ve Çin’e yönelik tamamen olumsuz bir yaklaşımı ifade etmektedir. Kavram daha sonra özellikle Batı akademi ve medyasında giderek sık bir şekilde kullanılmaya başlandı. Tabiki doğal olarak Çin yönetimi bu iddiaları reddediyor ve bunun aslında (post-)Washington Konsensus’un ortaya attığı kalkınma reçetesinin dışında bir seçenek olduğuna dikkat çekiyor.

Temel olarak kavram, borç verenin siyasi kaldıracını genişletmek için borç alan bir ülkeye borç alan bir alacaklı ülke veya kuruluşu tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu tür bir diplomasi, projelere veya kredilere, borç alan devletlerin geri ödeyemeyeceği kadar zorlu şartlar sunmasını ve nihayetinde onları ekonomik veya siyasi tavizleri kabul etmeye zorlamayı gerektirir. Basitçe ifade etmek gerekirse, borç tuzağı, birinin mevcut borçlarını geri ödemek için fazladan kredi harcamaya zorlandığı bir pozisyondur. Son zamanlarda bir grup, Çin’i bu stratejiyi Asya ve Afrika’daki jeopolitik çıkarlarını desteklemek için kullanmakla, onlara büyük krediler vererek ve geri ödeyemedikleri zaman borç alan ülkelerin varlıklarını satın almakla suçlamaktadır. Ancak bir diger grup da, Çin’i başarısız ülkelere kredi sağlamada ekonomik fırsat gören ve ondan hem para hem de kaynaklar açısından muazzam karlar elde eden mükemmel bir girişimci olarak tasvir etmektedir.

Burada Çin’den alınan kredilerle Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan alınan paraları karıştırmamak lazım. Bunlar birden fazla ülkenin üyesi olduğu ve kurumlar olduğu için anlşamanın koşulları konusunda daha açık ve şeffaf olmaları gerekmektedir. Çin ise tek bir ülke ve kreditör olduğundan erken fesih ve kredilerın tamamen geri ödenmesi hükümleri ile belirsiz sözleşmeler kapsamında teklif verir. Dahası, ister imtiyazlı ister ticari olsun, Çin kredileri Çin bankaları tarafından sağlanıyor. Bu da Çin ve borç alan ülkeyi iligili iki taraf yapıyor. Dolayısıyla şartlar ilgili taraflar için anlaşılı olduğu sürece, Çin bankaları sözleşmeye doğrudan dahil olmayan hiç kimseye karşı sorumlu değildir. Ayrıca şu ana kadar kredi alan ülkelerden hiçbiri Çin’i gizli veya belirsiz şartlar ve koşullarla suçlamadı. Fakat Çin kredilerinin faiz oranlarının yüksekliği konusunda yakındılar. Ayrıca, uluslararası finansal sistemdeki kötü kredi notları nedeniyle alternatiflerin olmaması konusundaki endişelerini dile getirdiler. Fakat bu ülkeler bu endişelerine ragmen ve yüksek faiz oranlarına ragmen neden Çin’den kredi alıyorlar? Çin kredi almaları yönünde onları zorluyor mu? Hayır tabiiki de. Çin kredi verirken IMF ve Dünya Bankası gibi özelleştirme, hukukun üstünülüğün tesis edilmesi, serbest piyasa ekonomisi, iç gümrük duvarlarının indirilmesi, demokratikleşme vs. gibi koşulları krediye bağlamıyor. Bu da Çin kredilerinin cazibesini arttıran en önemli unsur. Yani ortada kimseyi zorla Çin’den kredi almaya zorlayan bir Çin yok. Dolayısıyla borç tuzağı diplomasisi yaygın bir batı propagandasından ibaret. Burada mesela borç tuzağı diplomasisi üzerinden Çin’e eleştiriler yöneltilirken en sıklıkla dile getirilen örnek Sri Lanka örneği. Sri Lanka hükümeti Çin’den aldığı kredileri geri ödeyemeyince Hambantota limanının 99 yıllığına işletim hakkı Çin’e geçmişti ve dahası ülkenin içine düştüğü ekonomik krizden Çin sorumlu tutuldu adeta. Oysa Srilanka’nın Çin’e olan borcu ülke borcunun yüzde 10’u gibi bir oranı teşkil ediyordu. Ancak batı medyası ve akademisinin yaygın söylemleri manzarayı oldukca farklı sundu.

MASADAKİ BAHÇE

Şi, Macron ve von der Leyen görüşmesine masa damga vurdu. Masanın ortasındaki bahçeyi Değirmenci, “Özel bir anlamı var mı yok mu bilmiyorum ama masanın ortasındaki bahçe gibi alanla ‘Çin ile işbirliği size baharı getirebilir, zira kişi oldukça soğuk geçirdiniz’ gibi bir mesaj vermiş olabilirler” şeklinde yorumladı.

Kaynak: BirGün

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.