Ferda İlter
Hayatı anlatmak kolay da, hayatları anlatabilmek zor. Hele yüreği dağ, sevdası Diyarbekir olan bir şairi anlatmak daha da zor. En iyisi kendi şiirinden iki satırla başlamalı anlatmaya:
“Ve ben şairim.
Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi”
Bu şair, bu yürek işçisi, ‘hasretinden prangalar eskiten’ Ahmed Arif’tir. (1)
İlk şiiri “Rüstemo”, Varlık Dergisi Antoloji-1948’de yayımlanmıştır. İtalyan komünist önderlerinden Palmiro Togliatti’nin öldürülmesi üzerine yazdığı “Palmiro” şiiri nedeniyle 1948’de gözaltına alınıp serbest bırakılır, ancak Dışişleri Bakanlığınca açılan sınavda kazandığı işinden de olur. 1950 ve 1952 yılları arasında ise 141-142. Maddelerden dolayı iki kez tutuklanır, işkence görür.
Ahmet Arif şiirimizde gelenekten evrensele ulaşan bir şairdir. Onun şiiri karşısındakiyle konuşur, sohbet eder. Diyarbekir’i, Urfa’yı, yöre insanlarını, mahpushaneyi, tütün işçilerini, baskı ve zulmü, ama mutlaka umudu anlatır.
Şöyle tanımlar şiir anlayışını: “Yaşam ile şiir bir bütündür, yaşamımda ne varsa şiirimde de o vardır. (Şiir) Sevdadır, hasrettir, kavgadır, savaştır, barıştır, isyandır, öfkedir, devrimdir, başkaldırıdır, bolluktur, berekettir, yoksulluktur, sömürüdür, soygundur, zulümdür, özgürlüktür, adalettir…Kısacası yaşanan hayattır.” (2)
Yaşanan hayata şehirlerden değil, dağlardan bakar Ahmet Arif. Hayat şehirlerin tersine, yavaş akar dağlarda. Zaman kavramının dışında, uçsuz bucaksız bir gökyüzü altında, ağır ağır yol alır sözcükler…
“Uy havar” der, “uy havar, Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu!”
Bakar yanı başında kan akan Şah Murat Suyu’na, der;“hesap dağlarladır/umut, dağlarla.”
Bu ‘hesap ve umudun’ neye ilişkin olduğunu şairin kendisini tanımladığı şu sözlerde bulabiliriz: “Ben Doğuluyum. ‘Az gelişmiş’ değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin, aşiret töreleriyle yetişmiş çocuğuyum.” (3)
Bu geri bırakılmışlık, yokluklar ve zulüm karşısında kaderci bir anlayışla boyun eğmez Ahmet Arif, tam tersi başkaldırır, teslimiyeti değil direnmeyi seçer.
“Ne İskender takmışım,
Ne şah, ne sultan
Geçip gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Görüyor musun?” (4)
Ve sessiz kalanı, umutsuzluğa düşeni de mücadeleye çağırır:
“Öyle yıkma kendini
Öyle mahzun, öyle garip…
(…)
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni” (5)
Görüşmecisinin soğan göndermesiyle mutlu olacak kadar hayatla içiçe olan Ahmet Arif, hasretinden prangalar eskitmesine rağmen inancını ve umudunu kaybetmez. Çünkü bilmektedir ki, dışarda döğüşenler de vardır ve umut şimdilik dağlara çekilmiş kar altındadır!
Bu yazının amacı Ahmet Arif’i anmak değil, Onun günümüze bıraktığı mirası sahiplenmektir.
Bu miras, nerede olursak olalım; bilim, sevda, umut ve inatçı bir kavgadır. Halkını sevmek, halkın yarattığı değerleri sahiplenerek daha ileriye taşımaktır. Bu miras, bir ayağı Diyarbekir’de, bir ayağı Cibali’de, ruhu dağlarda, aklı Cezayir’de Cemile Buhayrad’da, kalbi İtalya’da Togliatti’de olmak, kendi coğrafyandan dünyanın en uç köşelerine ulaşmaktır. Ve ne olursa olsun, teslim olmamak asla vazgeçmemektir.
Son Söz Yerine
“Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm
Karnımda sözüm var
Haldan bilene…”
Dağların ve Emeğin şairi Ahmet Arif’e saygıyla…
Kaynaklar
(1) Asıl adı Ahmed Hamdi Önal olan şairimiz, edebiyat alanında ön adına babasının adını ekleyerek Ahmet Arif adını kullanmış ve bu isimle tanınmıştır.
(2) Kaynak: Yusuf Aydoğdu, Bingöl Ünv., Ahmet Arif’in Şiir Anlayışı ve Gelenekle İlişkisi
(3) Yusuf Aydoğdu, A.g.e
(4) Ahmet Arif, Hasretinden Prangalar Eskittim, Cem y. Sy.71,40.baskı
(5) A.g.e sy 73
[…] https://odakdergisi2.com/seni-anlatabilmek-seni/ […]