Ümit Güler
Kalbinde iyiliği barındıran, onu koruyup büyüten ve saklayan; içinde sevgiye ve vicdana dair bir ışık taşıyan her varlık, devrimci bir hücredir.
Nezaketini kaybetmeyen, güler yüzünü ve inceliğini paylaşan her varlık, devrimci bir hücredir.
Başkasının yediği tokatla yüzü kızaran, başkasının yaşadığı acıyı kalbinde hissedebilen herkes, devrimci bir hücredir.
Devrimciliği bir kültür olarak beslemeyen; aksine yaklaşımlar, devrime değil tarikat tarzı gruplaşmalara hizmet eder. Mücadeleyi değil, grupçu aidiyet hastalığını besler. Sadece solu soldan ayırmakla kalmaz, toplumları da paramparça ve birleşemez hale getirir.
Kendini toplumdan üstün, seçilmiş, elit bir zümre gibi gören bir sol da aynı felakete hizmet eder. Niyet ve dil ne kadar iyimser olursa olsun, sonuç değişmez.
Devrimci, sadece doğruyu bilen değil; doğruyla nezaketi birleştirendir.
Mütevazı olmayan, dili doğru olmayan her iletişim istisnasız kopacaktır.
Kirliliğin, yozlaşmanın ve maskelerin bu kadar yoğun olduğu bir çağda, devrimciler ağızlarından çıkacak her cümleyi değil; her kelimeyi bile ince ince dokumak zorundadır.
Sosyalistler, kendilerini önce kendilerine ispatlamak zorundadır. Başkalarına değil. Önce kendimizi gerçekleştirmek zorundayız. Yani devrimci tutarlılık, sayıdan ve güçten daha önemlidir.
Bir miting ya da yürüyüşte, A örgütünün B örgütünden, B örgütünün C örgütünden daha fazla kitlesi olması gözlemlenebilecek bir niceliktir. Ama bunu gözlemlemeye kalkmak bile tek başına komiktir.
Lümpen izleri sonuna kadar taşıyan, egolarından ve komplekslerinden arınmamış hiçbir birey veya örgüt, mücadeleyi ileriye taşıyamaz. Çünkü değil A örgütü; bu birbirimizden kopuk ve rekabet içindeki halimizle A’dan Z’ye bütün devrimciler, ilericiler, aydınlar, Kürt Hareketi ve Kemalistler bile bir araya gelsek, görüyoruz ki düşmanın faşizmi karşısında sadece tamamen yok olmamayı başarıyoruz.
En devrimci benim ya da en devrimci biziz diyenler, esasında bu iddiadan en uzak olanlardır. Çünkü bu dil, geri kalan herkesi öteki ilan eder. Biz ötekileştirmeye değil, birliğe mecburuz.
Kimin daha çok bayrak taşıdığı, kimin sesinin daha çok çıktığı değil; bizi ileriye taşıyacak olan, bizim ne kadar “biz” olabileceğimizdir.
Nezaketi ve tevazuyu mücadeleye ne kadar kazandıracağımıza bağlıdır bütün insanlığın geleceği.
Direniş, Nezaket ve Cesaret olmalı şiarımız.
Egemenler, bizi doğamız gereği bencil varlıklar olduğumuza inandırmaya çalışır. Bu çaba, kendimizi yalnız hissetmemize neden olma çabasıdır. Kendimizi yalnız hissedersek, güçsüzleşiriz. Bencilleşip yalnızlaştıkça korkarız. Bu korku, bizi bir kat daha bencilleştirir.
Bencil varlıklar olduğumuza ne kadar inandırılırsak, birlikte hareket etmemiz o kadar güçleşir. Toplumsal bir varlık olduğumuzu unutur ve bunlara neden olan bencilliğe iyice hapsoluruz.
Kastettiğim bencillik sadece bireysel bencillik değildir. Ondan daha tehlikeli, onun daha görünmez ve daha yıkıcı ürünü bir bencillik türü vardır; grupların, örgütlerin ve toplumların birbirlerine karşı bencilleşmeleri, yani kutuplaşmaları, insanlığın başına gelen en kötü şeylerden biridir.
Çünkü görünmezdir. Başkalarından birlikte nefret eden insanlar, kendilerini kendilerine haklı çıkarır. Başkalarına birlikte zulmeden insanlar, bu zulmü kendilerine birlikte aklarlar.
Bir zamanlar “farklılıkları”yla bir araya gelen insanlar, şimdi onları bir araya getiren farklılıklarıyla aynılaşmışlardır. Artık onlar gibi olmayan herkes de onlara “farklı”dır.
Bu talihsiz mekanizma, kapitalizmin insanlık tarihi öğretisindeki insanın özüne ait bir şey değildir. Aksine, bütün doğa ve onun bir parçası olan insan da her zaman zayıf olandan yanadır ve onu korur. Evrim buna hizmet eder.
Bu duyguyu her zaman cesaret ile eyleme dönüştüremeyiz, ama önemli olan kime hak verdiğimizdir.
Aklımız aynılaştığımız grupla kalmaya, grubumuzu haklı çıkarmaya zaaflandırılmış olabilir; ama vicdanımız hiçbir zaman bir çocuğun hayatını ya da geleceğini elinden alan kötülükten yana olamaz.
Psikolojik olarak sağlığını kaybetmiş bireylerin dışında hiçbir insan, bir çocuğun katilini vicdanıyla aklayamaz. O kanı alıp alnı ak gezemez.
Saf kötü olan insan değil, kapitalizmdir. Kapitalizmi doğuran ve sürdüren de vicdanını kaybetmiş hasta ruhlardır.
Çaresiz olan iyiler değil, onlardır. Çünkü onlar kaybetmemek zorundalar. Hiç durmadan tüketmek, hep kazanmak, her gün bir öncekinden daha çok kazanmak zorundalar.
Ve sırf bu yüzden bile bir gün kaybedecekler. Çünkü hiçbir kaynak sonsuz değildir.
Bizim ise kaybedecek bir şeyimiz yok. Yani hiçbir şey yapmayarak, bugün elimizde sandığımız, bizim olduğunu sandığımız şeyleri kaybetmeme garantisi vermiyor bize bu düzen.
Ailemizden birine, sıradan bir günde bir trafik kazasında, AKP’li bir bakanın, vekilin ya da müdürün çocukları çarparak öldürüp hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edebiliyor.
AKP’li bir grup mafya, çok iyi para kazandığınız iş yerinize gelip, yıllarınızı harcadığınız şirkete ve emeklerinize el koyabiliyor. Karşı koyarsanız sizi ve çocuklarınızı öldürebiliyor.
Devlet dediğiniz kurumlar, tapulu malınıza mülkünüze “kamulaştırma” adı altında el koyabiliyor.
Yıllarınızı verdiğiniz diplomalarınızı bir günde iptal edebiliyor.
“Ailemden başka kimseye ihtiyacım yok.” derken, bir sabah çocuğunuzu annesiz babasız, sizi evlatsız bırakabiliyor bu düzen.
Hatta kendinizi bu sömürü ve kötülük çarkının içinde dokunulmaz sanırken, tıpkı Cemaat’in öğretmenleri, polisi, memuru, yandaşları gibi bir sabaha işkencelerle uyanabilirsiniz.
Sizi kurşuna dizmek üzere duvara dizen güç kötülüğün kendisi olduğunda, “Ben diğerleri kadar kötü değildim.”, “Ben kötü olduğumun farkında değildim.” ya da “Ben iyi biriydim.” demenizin bir faydası olmayacak. Artık her senaryoda onun düşmanısınız.
Bunlar oldu ve olmaya devam ediyor. İyi ve cesur olmak; iyiliği ve adaleti örgütlemek zorundayız.
Devrimciler, ezilen insanlıktan yana herkesin dostudur. Kapitalist kültür içerisinde küçük balık ya da büyük balık olmak zorunda değiliz.
Nezaket, sevgi ve her gerektiğinde cesareti de içimizde barındırmamız her şey için yeterli olacaktır.
Bugün dünyada ve Türkiye’de olan budur. Sokakta direnen milyonlarca insan sadece örgütlü oldukları için değil; vicdanlı oldukları için bir araya geldiler.
Erdoğan’ın ya da dünyadaki diğer egemenlerin zulmünden artık herkesin etkilendiği bir çağdayız.
Sadece kendisini, kendi ailesini umursayan insanlar bile nefes alamaz, yaşayamaz hale geldi; çünkü kapitalizm sürekli tüketmek zorunda. Son hücreye kadar.
Biz dünyayı kurtarabiliriz; onlar ise sadece herkesin sonunu biraz daha geciktirebilir.
Ya hep beraber yok olacağız, ya da iyiler olarak kazanacağız. Kötülük asla kazanamayacak!
Bu durumu netleştirmenin tek yolu dayanışmadır.
Yıllardır süregelen insanlık mücadelesini birlikte ve daha örgütlü bir şekilde yürütmeliyiz.
Kapitalizmden kurtulmanın yolu, bencillikten arınmakla gerçekleşir.
Bencillik dayanışmayla yok edilir.
Ve dayanışma ise bencil bir hayata göre çok daha zahmetsizdir.
Kötü bir gün geçiren bir insana gülümsemek bile bazen çok büyük bir dayanışmadır o insan için.
Çünkü ancak o zaman insanın insanın kurdu değil, yoldaşı olduğunu görürüz.
Türkiye’de ve Kürdistan’da yükselen adalet talepleri, yarının olmasa bile hiç de uzak olmayan bir zamanın güzel habercisi niteliğindedir.
Toplumun her kesiminden, her şehrinden milyonlarca insan, adalet ve vicdan şiarıyla direnişte birleşti.
Bu gelişmelerde en önemli nokta ise; kimsenin ya da hiçbir grubun kendilerine ait “farklılıkları” ya da çıkarları değil, sadece adaleti öne çıkarmaları oldu.
Yıllardır devrimcilerin adalete olan çağrıları bu defa ülkenin bütün muhalif kesimlerinde yankı buldu.
Devrimciler dövüşür, tutsak düşer ama asla yok olmazlar. Çünkü Che’nin dediği gibi: “Yaşayan her insan devrimci bir hücredir.”
Ancak hissettiğimiz ve olmaktan gurur duyduğumuz şey, hiçbir zaman “farkında” olmanın getirdiği elitist bir duygu olmamalı.
Ya da kendimizi daha güçlü hissettirmesi için, hiçbir zaman en kötü günümüzde yanımızda olacak siper yoldaşlarımızla kendimizi kandıracak bir nicelik kıyasına düşmemeliyiz.
Bu mücadelede tek bir insan bile birçok şeyi değiştirebilecekken, hiçbir gruba sırtımızı dönemez ya da onları küçük göremeyiz.
Bu eğilim, sistemin beslediği bir eğilimdir.
Bu eğilime karşı mücadele etmek, her devrimcinin ilk görevidir.
Bu yazımı 10 yıl önceki bir yazımdan alıntı yaparak bitirmek istiyorum: “Gericilik ve bencillik hiçbir zaman insanlığın seçimi olmadı. AKP bu ülkenin seçimi değil, çaresizliğidir. Açlığın, yoksulluğun kullanılmışlığıdır AKP. Yolsuzluğun, hırsızlığın aynasıdır. İnsanlık hep gelişmeye, ilerlemeye odaklı oldu. Ateşi biz bulduk, biz yakarız. Hayır sandığımız şer, şer bildiğimiz hayır çıkmadı bizim. AKP, AKP’dir. Sigara sağlığa zararlıdır. Ahmet Davutoğlu Başbakandır. Osmanlı’da kukla gösterileri çok yaygındı. Tanzimat ilan edilene kadar padişahların soytarıları vardı. Mussolini İtalya’nın devlet başkanıydı. Hitler Almanya Cumhurbaşkanıydı. Erdoğan, ‘Gönlümde başkanlık yatıyor.’ dedi.”
Kurtuluş yok tek başına; ya hep beraber ya hiçbirimiz…