Eylül Kalkan
30 Ağustos Zafer Bayramı, yalnızca bir askerî başarı değildir; bir halkın bağımsızlık iradesinin, devrimci ruhunun ve tarihsel kimliğinin ete kemiğe bürünmüş halidir. O gün, emperyalizme karşı verilen mücadelenin taçlandığı; ulusal onurun, laikliğin, özgürlüğün ve bağımsızlığın kök saldığı gündür. Bugün 30 Ağustos’a sahip çıkmak, bu değerleri yeniden hatırlamak ve savunmak anlamına gelir.
Tarihi yalnızca katliamlar ve yenilgiler üzerinden okumak, halkın belleğini ve kimliğini yok saymaktır. Oysa 30 Ağustos, halkın bağımsızlık için topyekûn ayağa kalkışının simgesidir. Bu mücadeleyi küçümsemek ya da görmezden gelmek, halkın devrimci damarını reddetmek anlamına gelir. Bugün tarihsel mirasa mesafeli duran anlayışların halktan uzaklaşması da bu noktada anlaşılır hâle geliyor.
Cumhuriyet’in kazanımları 30 Ağustos’un üzerine kurulmuştur. Laiklik, bilimsel eğitim, kamuculuk ve halkçı politikalar bu zaferin toplumsal meyveleridir. Yani bu kazanımlar, temeldeki mücadelelerle gelişmiştir. Ancak bugün bu değerlerin aşındırılmaya çalışıldığını, Cumhuriyet’in temel taşlarının sarsıldığını görüyoruz. 30 Ağustos’a yönelik duyulan rahatsızlık, aslında bu değerlere duyulan rahatsızlığın bir yansımasıdır. Saflar burada netleşiyor: Bir yanda tarihiyle barışık, bağımsızlıkçı bir halk iradesi; diğer yanda bu mirası küçümseyenler.
30 Ağustos’un ruhunu anlamak, yalnızca askerî bir zaferi anmak değil; toplumun bütün kesimlerinin eşitlik ve özgürlük iradesini sahiplenmektir. O günkü zafer, yalnızca komutanların değil; kadınların, gençlerin, işçilerin ve köylülerin ortak mücadelesinin sonucuydu. Bugün bu ruhu sahiplenmek, halkın birliğini ve devrimci gücünü yeniden hatırlamak anlamına gelir.
Kurtuluş Savaşı esas olarak ülkemizin aydınları ve ezilenleri tarafından verildi. Başta dünyanın sosyalist güçleri olmak üzere, emperyalizme karşı ezilen halklar Kurtuluş Savaşı ile dayanışma içinde oldular. Zafer, dünya devrimci hareketine önemli katkı sağladı.
Ancak savaşın asıl yükünü çeken yurtsever aydınlar ve ezilenler, zaferin bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm yolunda ileriye götürülmesini sağlayamadılar. Bu yüzden kapıdan kovulan emperyalizm, egemen güçler tarafından bacadan içeri alındı. Türkiye yeniden emperyalizme bağımlı hâle geldi. Burjuvazi, bir süre sonra laikliğe karşı saldırılarını yoğunlaştırdı. İşçiler ve emekçiler hak ettikleri sonuçları alamadılar. Başta Kürtler olmak üzere ülkemizin ezilen milletleri bekledikleri ulusal demokratik haklara kavuşamadılar.
Ancak emperyalizme karşı kazanılan büyük zafer, özellikle 1950 sonrasında bu doğrultudaki mücadelelerin gelişmesine olanak sağladı. Devrimci gençliğin Denizlerde, Mahirlerde ve İbrahimlerde cisimleşen anti-emperyalist mücadelesi, bu temel sayesinde gelişti.
Aradan yüz yılı aşkın zaman geçti. Fakat 30 Ağustos’un mesajı hâlâ günceldir. Emperyalizm ve işbirlikçiler, 1920’li yıllarda ezilen halklara esin kaynağı olan ülkemizi bugün gericilik merkezi durumuna getirdiler. Türkiye, ABD oltasındaki balık hâline getirildi.
Rockefeller ailesinden Nelson Rockefeller, zamanın ABD Başkanı Eisenhower’e daha 1956 yılında şöyle yazıyordu:
“Türkiye her alanda ABD’ye muhtaç hâldedir. Bu nedenle artık onlara mâli yardımlar yapılması lüzumsuzdur. Oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur.”
Durum ne yazık ki bugün daha da kötüleşmiş bulunuyor. Öyle ki, 30 Ağustos sonrası kurulan Cumhuriyet, emperyalizmin işbirlikçisi burjuvazi tarafından yıkıldı. Emperyalizm, halkımızı iradesizleştirmeye; ülkemizin yer aldığı coğrafyayı İsrail çıkarları doğrultusunda atomlarına ayırmaya çalışıyor.
30 Ağustos Zaferi halkın en kötü şartlarda bile kendi kendisini kurtarma potansiyeline olan inançla kazanıldı. Bugün mücadele konusunda, o günlere kıyasla çok daha büyük olanaklara sahibiz. 30 Ağustos’u yeniden hatırlamak, geleceği kurmak için de zorunlu bir adımdır.
Devrimciler olarak, Büyük Zafer’e bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm yolunda mücadeleyi işçi ve emekçi devrimine dönüştürme anlayışıyla sahip çıkıyoruz.