24 KASIM: KUTLAMA GÜNÜ MÜ YOKSA MÜCADELE GÜNÜ MÜ OLMALI? TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ VE ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU

0
447

Nuray Ertaş

24 Kasım Öğretmenler Günü, 1981’de Kenan Evren cuntası tarafından ilan edilmiş bir gündür. UNESCO’nun tavsiyesi ve İLO’nun oy birliği ile aldığı karar üzerine 5 Ekim de öğretmenler günü olarak kutlanmaktadır. Öğretmenler günü için farklı ülkelerde farklı tarihler belirlenmiştir. Yani Öğretmenler Günü; 1 Mayıs gibi, 8 Mart gibi evrensel olarak kabul görmüş bir gün değildir. Birçok ülke 5 Ekim’de kutlarken kimi ülkeler kendilerince eğitim öğretim açısından özel anlam içeren bir günde kutlamaktadır. 

24 Kasım, Millet Mektepleri Talimatnamesi’nin 24 Kasım 1928’de yayınlandığı, Atatürk’ün “başöğretmen” unvanını kabul ettiği gün olarak resmileştirilmiş günün yıldönümüolarak kutlanmaktadır. Faşist darbeye karşı çıkan geniş bir öğretmen kesimi 24 Kasım yerine 5 Ekim’de öğretmenler gününü kutlamayı tercih etmektedir. Öğretmenler Günü ister 5 Ekim’de isterse 24 Kasım’da kutlansın; bugün kutlama havasından çok, öğretmenlerin yıllardır artarak biriken sorunlarına dikkat çekilmesi gereken bir mücadele günü olarak ele alınmalıdır.

Eğitime ilk büyük; çok büyük darbe özgün bir öğretim sistemi olan köy enstitülerinin 1947’de kapatılmasıyla vurulmuştu. İkinci çok büyük darbe ise AKP iktidarı döneminde yavaş ama istikrarlı sürdürülen politikalarla vurulmuştur. Bu politikalardan öğretmenler de kendi payına düşeni almıştır.

2002 yılından itibaren uygulanan neoliberal politikalar, öğretmenlik mesleğini bir dönüşüm sürecine sokmuş, ekonomik ve sosyal açıdan öğretmenlerin statüsü giderek zayıflatılmış, aynı zamanda iktidarın bilinçli yıpratma çabalarıyla öğretmenlerin saygınlığı zedelenmiştir. Eğitim alanındaki özelleştirme dalgası, güvencesiz istihdam modellerini (sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik) yaygınlaştırmış; okullar ticarethaneye, öğrenci müşteriye, öğretmen ise kapıkuluna dönüştürmüştür. Özel okul öğretmenleri ağır çalışma koşullarıyla karşı karşıya bırakılmış, iş güvenceleri işverenin iki dudağı arasına sıkıştırılmıştır.

Öğretmen maaşları, enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında ciddi değer kaybetmiştir. Bugün bir öğretmen maaşı, 2002’deki satın alma gücüne kıyasla ciddi şekilde azalmış durumdadır. Bir nevi mevsimlik işçi gibi çalıştırılan ücretli öğretmenler asgari ücretin altında çalıştırılırken; özel okul öğretmenlerinin ezici çoğunluğu ise asgari ücrete, hatta bazıları da asgari ücretin altındaki ücretlere çalıştırılmaktadır. Öğretmenlerin ekonomik ve sosyal haklarının sınırlandırılması, toplumsal itibarlarını da olumsuz etkilemiştir.

Dindar kesimlerin oylarını alarak iktidara gelen AKP, dini kullanarak eşi benzeri görülmemiş bir sömürü ve yolsuzluk çarkını hayata geçirdi. “Zengine (yandaşa) han hamam, fakire din iman” söyleminin acımasız uygulayıcısı oldu. İktidarınıkalıcılaştırmak için dini örgütlenmelere, mafyatik unsurlaraalabildiğine alan açtı, basını tekeline aldı, ordu ve polis teşkilatlarının yapısını ve kadrolarını değiştirerek militarist silahlı güç oluşturdu. Önemli miktarda sermayeyi yandaşlar, özellikle de holdingleşen dini grupların elinde topladı. Hattayönetim şeklini değiştirerek monarşik bir yapı kurdu. 

Tüm bunları yaparken eğitimi de bilimsel temellerden uzaklaştırarak dindar ve kindar nesiller hedefledi ve hedefine adım adım ilerledi. Böylece bir yönüyle geleceğin, kendilerine baş kaldıramayan biatçı neslini yaratmak isterken, diğer yönüyle selefi İslam ideolojisini topluma benimsetmeyi hedefledi. Hal böyle iken 2002’den bu yana özellikle 2007’den sonra artan bir ivme ile 1960ların rüzgarından esinlenen eğitim felsefesinden arta kalanları yok etti.Medyanın azımsanamayacak etkisiyle oldukça yozlaşan ve ben merkezci yanı özellikle öne çıkarılan insan tipi yeni değer haline getirildi. Aynı zamanda Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yerleştirmeye çalıştığı toplumsal değerler adım adım tırpanlandı ve büyük ölçüde de bitirildi. Tüm branşlarda bilimsel içeriklerin yerini dini içerikler aldı. 

“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ise adım adım gelinen sürecin son halkasıdır. Fesli Kadir’i tarihçi diye gözümüze sokan AKP, Nurettin Topçu’yu da bu modelle eğitim filozofu diye gözümüze sokmuştur. Nakşibendi tarikatı üyesi Nurettin Topçu’nun eğitim zırvalarına dayanan bu modelle AKP kendi eğitim hedefini büyük ölçüde hayata geçirmiştir. 2011-2012 yılında proje olarak eğitim hayatımıza giren değerler eğitimi kavramı, bu modelle eğitimin başat ögesi olmuştur. Eğitimden beklentiyi “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli medeniyetimizin üzerine inşa edildiği temel kavramlar olan aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim nesiller yetiştirmek için madde-mana, akıl-duygu, nefis-vicdan, insan- toplum ve zaman-mekân dengesini gözetir.” şeklinde tanımlayan bu modelin yetiştirmeyi hedeflediği insan tipi gayet açıktır. Eğitim bilimlerinin temelini oluşturan psikoloji, sosyoloji, pedagoji gibi kavramların bazıları bu metinde hiç yoktur bazıları da bir iki yerde vardır. Daha ötesi modelde çocuk kavramı yoktur, eğitim bilimi kavramı bile yoktur. Model eğitime kabaca bir tabir ile bireylerin terbiye edilmesi olarak bakmaktadır. Yani bu modelden gelişmeye, paylaşmaya, eleştirel düşünmeye, bilimsel düşünmeye açık, birbirini seven, içinde bulunduğu topluma aidiyet hisseden; aydınlık insanların çıkması mümkün değildir.

Modelin eğitim öğretim süreçlerini içinden çıkılmaz hale getirmesi kaçınılmazdır. Hedefler muğlak, öğrenciden de öğretmenden de beklenenler muğlak, kişilere kazandırılması istenen davranışlar soyuttur. Üniversitelerdeki öğretmenlik meslek eğitimi ile örtüştürülmesi mümkün değildir. Esasen kendisi bir model de değildir. Çünkü modelin dayandığı bir felsefi altyapı yoktur. Ancak uzunca bir süredir öğretmenlik mesleği bir kısım öğretmen için bir nevi çobanlık seviyesine indirgendiği için; öğretmenlerin bir kısmı eğitim kavramından bihaber, diğer bir kısmı da AKP politikalarının yılmaz savunucusu, çeşitli tarikatların müridi olduğu için ilk çağ eğitim modellerine bile aykırı olan bu modele karşı yeterince itiraz yükselememiştir. 

Maarif modeli üzerine kafa yormaya gerek duymayan öğretmenlerimiz aksine yeni öğretmenlik meslek kanununu halen tartışmaya devam etmektedir. Ancak bu tartışma kanunun neler götürüp neler getirdiğini enine boyuna değerlendirmek yerine, kariyer basamaklarının yaratacağı ücret farkları üzerinedir.

Eğer demokrasinin kurallarının işletildiği, mesleğe alım ve ilerlemelerde liyakatin esas alındığı, yargı süreçlerinin adil işletildiği bir ülkede yaşıyor olsaydık bazı eksikliklerine rağmen genel hatlarıyla bu kanunu olumlu olarak değerlendirebilir, sadece eşitlik ilkesine aykırı maddelerine itiraz edebilirdik. Ancak mülakat süreçlerinde gördüğümüz gibi liyakatsizliği ve kayırmacılığı yasallaştıran bir özellik taşıyor.

Örneğin; Madde 7/2; “ ….. en az lisans düzeyinde yükseköğretim programlarından veya bunlara denkliği kabul edilen yurt dışı yükseköğretim programlarından mezun olan ve hazırlık eğitiminde başarılı olanlar arasından seçilir.” Maddesindeki denkliği kabul edilen üniversiteler içinde oldukça şüphe çeken okullar vardır ve bir çoğu para ile diploma vermektedir. Kanuna göre bu okulların denkliğine milli Eğitim Bakanlığı karar verecektir. Hele hele elini kolunu sallayarak sınırdan geçenlere neredeyse üste para verilerek vatandaşlık verilmesi yüzünden bizim çocuklar mülakatları aşamayıp intihar ederken AKP torpilli birçok yabancı kamu kurumlarımızda çalıştırılması artık sıradan uygulamalardır. 

Madde 9/4 ile hazırlık eğitimine alınacaklara güvenlik soruşturması yapılacak. AKP’nin beğenmeyeceği twiti atanın ceza aldığı, hapse girdiği ülkede muhalif adayların sosyal medya hesaplarının bile önemli eleme aracı olarak kullanılması yasalaşmış oldu.

Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda; Milli Eğitim Akademisi ve öğretmenlikte kariyer basamakları kavramları öne çıkıyor.

KPSS Sınavında başarılı olan öğretmen adaylarından atama için açılan kontenjan kadarı 10-14 hafta arasında burada yetiştirilecek Teorik ve uygulama sınavından başarılı olanlar eğitimi tamamlamış sayılacak. Yani mülakat biraz daha kamufle edilmiş olarak uygulanacak.

Kanunun önemli bir kısmını öğretmen adaylarının disiplin suçları oluşturuyor.

Taciz, mobing  gibi ifadeler disiplin suçları içinde geçmiyor.“Kaba, yaralayıcı, haysiyet kırıcı” ifadeleri yer almış, ancak bu kavramların kimler tarafından kimlere söylendiği zaman suç kapsamına gireceği (günümüz uygulamalarından anlaşılacağı üzere) değişkenlik gösterecektir. 

Aday öğretmenlere verilecek ücret tutarı 23 000 TL. Ortalama sözleşmeli öğretmen maaşına eşdeğer olduğu söylenebilir, ancak bu ücretler kadrolu öğretmen ücretlerinin yarısı kadar bir ücrete denk gelmektedir. Zaten adaylık süreci tamamlandığında da arşiv araştırması, başarı sıralaması gibi engelleri aşabilirlerse sözleşmeli öğretmen olarak atanacaklar.

Kanun öğretmenleri 3 kariyer basamağına ayırıyor. Kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almamış olmak ve akademinin açacağı eğitimlere katılmak şartıyla 10 yılını dolduran öğretmenlere “uzman öğretmen”; 10 yıl uzman öğretmenlik yapanlar kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almamış olmak ve akademinin açacağı eğitimlere katılmak şartıyla “baş öğretmen” ünvanı alacaklar. Bu ünvanlar öğretmenler arasında ciddi ücret farklılıkları yaratacak. Ayrıca her unvan için öğretmene 1 derece verilecek. Ancak bu statünün haklar ve sorumluluklar açısından başkaca neler doğuracağı belli değil. Yönetmelik çıkarılacakmış.

Aynı işi yapan öğretmenlerin kadrolu öğretmen, sözleşmeli öğretmen, ücretli öğretmen gibi farklı statülerde çalıştırılması öğretmenler arasında çok ciddi ayrımcılık yaratmışken, şimdi de kadrolu öğretmenler normal öğretmen, uzman öğretmen ve baş öğretmen olarak farklı statülere ayrılarak öğretmenler arasındaki iş barışı daha da içinden çıkılamaz hale getirildi.Şimdiden öğretmenler karpuz gibi yarılmış durumda. Uzman ve baş öğretmen olabilecekler yasayı şiddetle desteklerken bu “hak”tan henüz yararlanamayacaklar ve sendikalar kariyer basamaklarına şiddetle karşı çıkıyor.

Sonuç olarak; bugün, öğretmenlerin eğitim sistemine ve mesleki haklarına yönelik tehditlere karşı örgütlenmesi ve mücadele etmesi gereken bir gün haline gelmiştir. Öğretmenler, sadece ekonomik hakları için değil, aynı zamanda laik, bilimsel ve çağdaş bir eğitim sistemini savunmak için de ön saflarda yer almak zorundadır.

24 Kasım, yalnızca öğretmenlerin fedakarlıklarının hatırlandığı bir gün olmamalıdır. Aksine, çağdaş ve eşitlikçi bir eğitim sistemi için öğretmenlerin taleplerini güçlü bir şekilde dile getirdiği bir mücadele gününe dönüşmelidir. Eğitimin niteliğini ve öğretmenlerin haklarını tehdit eden sistematik politikalara karşı durulmadıkça, gelecekte Türkiye’nin eğitim sistemi ve toplumsal yapısı daha büyük zararlarla karşılaşacaktır. Bu nedenle, 24 Kasım’ın kutlama günü olmaktan çıkıp, öğretmenlerin hakları ve laik eğitimin savunusu için bir direniş günü olması şarttır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.