Odak İsveç
İsveç makamları bu ay bütün hanelere “krize ve savaşa” karşı yeni bir hazırlık broşürü daha dağıttı. Aynı başlığı taşıyan ilk broşür 2018 yılında dağıtılmıştı. Yenisinin, aradan geçen sürede tehlikelerin arttığı gerekçesiyle kararlaştırıldığı belirtiliyor. NATO üyeliği İsveç’i tehlikelerden korumayacak mıydı? Yaşananlar İsveç halkının nasıl oyuna getirildiğini gösteriyor. Yöneticiler İsveç’i ABD emperyalizmine teslim ettiler.
“Kriz ya da savaş geldiğinde (Om krisen eller kriget kommer) başlıklı yayın Ukrayna’daki savaşın, İsveç’in NATO’ya üye edilmesinin ve ABD’ye teslim edilmesinin bir plan dahilinde geliştiğine işaret ediyor. Broşür’ün 2018 yılında dağıtıldığı günlerde Ukrayna’da dört yıldır bir iç savaş yaşanıyor olduğu halde İsveç halkının ve dünyayı Batılı medyadan izleyenlerin bundan pek haberi yoktu. Batılı ajanslar Meydan Darbesi’ni, Odesa katliamını ve Ukrayna ordusuna eklemlenen faşist Bandinistleri gözlerden uzak tutuyordu. Bunlar çok az insanın okuduğu bazı sol yayınlarda, zaman zaman, yer alıyordu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceği ufukta görünmüyordu. Ukrayna’daki sorunun Minsk anlaşmalarıyla çözülmesi için çalışılıyordu. Zamanın Almanya Başbakanı Merkel daha sonraları bu süreçte aslında Rusya’yı oyalanıp Ukrayna ordusunu inşa ettiklerini söyleyecekti. İsveç hükumetinin Ukrayna’da Rusya’ya karşı faşist birliklerin içine yerleştirildiği büyük bir ordu inşa edilmesini yüksek bir gayretle destekliyor olduğu da pek bilinmiyordu. Bu çabalar halka “otoriter rejimlere karşı demokrasinin desteklenmesi” olarak gösterildiği için dikkat çekmiyordu. Yani broşürün yayınlanması sonrası gelişmelerin tahmin edilmesi zordu. İktidardaki Sosyal Demokratlar İsveç’i ABD’nin peşinde yürütmekle birlikte İsveç’in bağlantısızlığının sürdürülmesi gerektiği düşünülüyordu.
Broşürü bir kısım İsveç kamuoyu gibi biz de kuşku endişeyle karşılamıştık. Bu tarz broşür İsveç’te son elli yılda ilk kez dağıtılıyordu. Daha öncesinden 1943, 1952 ve 1961 yıllarında “Savaş çıkarsa (Om kriget kommer) başlığı altında 9’ar yıl arayla benzeri yayınlar yapılmıştı.
Biz kaygılandık çünkü İsveç’te o günlerde çok garip bir şekilde artan çeteleşmenin ve silahlı çatışmaların arkasında halkı korkutarak onları demokratik özgürlüklerden vaz geçmeye hazır hale getirmek isteyen güçlerin varlığını seziyorduk. Aynı yıl çıkan orman yangınlarının basın ve yetkililer tarafından halkı telaşlandıran tarzda sunulmasını da benzeri kaygılarla karşılamıştık. Aradan geçen 8 yılda yaşadıklarımız endişelerimizde haksız olmadığımızı hatta egemen güçlere karşı daha kuşkucu olmamız gerektiğini ortaya koydu.
Önce Pandemi çıktı. Bu hastalık halkları iktidarlar tarafından güdülmeye alıştıracak şekilde kullanıldı. Pandemi döneminde servetin zenginler elimde toplanması arttı. 24 Şubat 2022 tarihinde başlayacak olan Ukrayna savaşı arifesinde İsveç halkı, yetkililerin açıklamalarını bol zeytinyağlı dolma yutar gibi yutmaya hazırdı. Savaşın öncesinde medyalarda Rusya’nın kedilerine dahi ayrımcılık uygulayacak kadar azdırılmış bir Rusya düşmanı yayını yapıldı. Sıradan insanlara objektif haberlermiş görünen yayınlar elbette Batılı sistem içinde merkezi üretiliyordu. Rusya yetkililerinin Ukrayna’daki sorunu savaşsız çözme yolundaki görüşme çabaları “tarafsız” İsveç medyasında alayla karşılandı. Putin şeytanlaştırıldı. Ukrayna savaşı patladığında, kamuoyuna aşırı koşullandırıcı bir şekilde yayın yapıldı. İsveç egemenleri Rusya’yı yoğun bir şekilde suçlayıp Rus basınına sansür uygulayarak onun yanıt vermesini yasakladılar. Zelenski’nin İsveç parlamentosuna konuşması bir tarikat ayini gibi verildi. İsveç Ukrayna’ya silah gönderme kararı yani ateşe benzin dökme kararı aldı. Sonra hızla NATO üyeliği gündeme geldi. İsveç egemenleri halka sormaktan özellikle kaçınarak NATO’ya girme kararı aldılar. İsveç’in NATO’ya sokulmasıyla İsveç halkı sadece demokratik hak ve özgürlüklerinden değil ulusal bağımsızlığından oldu. Egemen güçler halkın korkutulup şaşkına çevrilmesi ardından İsveç’i ABD’nin sömürgesi durumuna dönüştüren bir Savunma İşbirliği Anlaşması (DCA-avtalet) yaptılar. İsveç’in NATO’ya katılmasıyla sadece bağımsızlığını kaybedilmekle kalmayıp halkın can güvenliğini de büyük tehlikeye atıldı. İsveç devleti resmi söylemlerde nükleer silahlara karşıyken İsveç silahlı kuvvetlerinin NATO mutabakatı gereği ABD emperyalistleri ve NATO nükleer bomba taşıyan uçaklarına İsveç sınırları içinde nezaret etmesi kabul ediliyordu. Dahası devlet İsveç’in 17 kritik bölgesinde hükümranlık haklarını ABD’ye devrediyordu.
Aslında Türkiye’deki Ergenekon operasyonları döneminden bile daha derin bir süreç yaşandı. Bütün bunlar Rusya korkutması propagandası eşliğinde yapılıyordu, Türkiye’de devleti ele geçirmiş olan Cemaat’in Ergenekon operasyonları eşliğinde halkı askeri darbeyle korkutmasının bile çok çok ötesinde olaylar İsveç’te yaşanıyordu. İsveç dış güçlerin yani ABD emperyalizminin ve küresel güçlerin aşırı inisiyatifine girmişti. ABD emperyalistleri İsveç’te Türkiye’dekinden çok daha yönlendiriciydi. Eğer egemen güçler yetersiz kaldıklarını düşünselerdi muhalefeti hapse tıkmaktan kaçınmazlardı. İktidardaki Sosyal demokrat parti ve hatta Sol Parti içindeki muhalefet sindirilmişti. Milliyetçi geçinen yabancı düşmanı İsveç Demokratları (SD) da İsveç’in teslim alınmasına ses çıkaramadı.
Şimdi İsveç tarihindeki en kötü süreçlerden biri yaşanıyor. Bu sürecin bir benzeri İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi ordusuyla işbirliği şeklinde olmuştu. İsveç egemenleri Norveç’e ve Rusya’ya geçmek isteyen Hitler Almanya’sı ordularına engel olmayıp kolaylaştırıcılık etmiş ve hatta onların savaşma gücüne destek olacak şekilde ticaret yapmıştı. Karşılığında ekonomik imkanlar elde ettiler. Nazilerle işbirliği İsveç burjuva ekonomisini zenginleştirdi. İsveç hükumeti savaş sonrasında ABD’ye yanaşarak hem kendisini affettirdi hem de burjuva ölçülerle demokratik bir sürece girdi. İkinci dünya savaşı sonrasında ve özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda İsveç hem bir refah devletiydi hem de Batıdaki en ileri demokrasilerden birine sahipti.
Bugün ABD ve NATO ile işbirliği ise İsveç’i adeta mahvediyor. İsveç Başbakanı Olof Palme’nin öldürülmesinden bu yana yaşanan süreç sonucunda İsveç AB ülkeleri arasında servetin dağılımı, ekonomik gelişme ve toplum yaşamı bakımlarından en hızlı kötüleşen ülkelerden birisi durumuna düştü. İsveç çeteleşmede Avrupa’da baş çeken ülkelerden biri haline geldi. Ekonominin büyüme hızı sıfırın altında gidiyor. Kapitalist rekabette dünyanın en güçlülerinden biri kabul edilen, ihracata odaklı, yüksek teknolojiye, eğitilmiş bir işgücüne ve çeşitlendirilmiş bir ekonomiye sahip İsveç’te artık üretkenlik azalıyor, altyapı ve araştırmalar yetersiz hale geliyor ve ülke küresel pazarda zemin kaybediyor.
“Ülkemizi savunuyoruz”, adı altında İsveç’i ABD emperyalistlerine peşkeş çektiler.
İsveç mevcut yapısıyla Rusya hem de Çin ile ilişkilerini koruyup geliştirerek hem muazzam bir ekonomik gelişme sağlar, sosyal yapısını iyileştirir hem de dünyada çatışan taraflar arasında iletişim sağlamaya yardım ederdi. Bunları yapamadı. Çünkü İsveç’te sermayedarlar çok güçlendiler ve siyaseti ellerine aldılar. ABD hem sermayedarların hem de politikacıların boğazına basarak onları teslim aldı. ABD sermayesi şimdi de İsveç’in çok iddialı bateri fabrikası Northvolt’u bedavaya kapatmaya hazırlanıyor. Kapıya konulan işçiler de büyük ihtimalle ücretlerini bile alamayacaklar. Dahası, Nothvolt’a yatırılmış olan milyarlarca dolarlık emekli fonları da buhar olmuş durumda.
“Savaş ya da kriz gelirse” başlıklı broşür aslında savaşı ve krizi getiren güçler tarafından hazırlandı. Kapak resminde güvenliği sağlanan biri siyah diğeri sarı saçlı iki çocuk aslında İsveç’in güvenliği tehlikeye atılan çocuklarıdır. İsveç halkını dezenformasyondan yani yanıltılmaktan koruma adı altında kandırıyorlar.