Emek Mücadelesi: Kazanımlar ve Kayıplar

0
295

Mehmet Çınar, 1 Ağustos 2025

Sendikalar, işçilerin ekonomik, sosyal ve politik çıkarlarını korumak için oluşturdukları örgütlenmelerdir. Ülkemizde düzen yanlısı sendikalar ise, Türk-İş örneğinde olduğu gibi, sınıf hareketini kontrol altına almak amacıyla kurulmuştur. Egemenler bu alanı hiçbir zaman boş bırakmamıştır. Tarihsel sınıf savaşımı sürecinde, sendikalar demokratik taleplerin, ekonomik mücadelelerin, sosyal hakların ve değişim isteğinin taban bulduğu yapılar olarak yerini alsa da, kimi dönemlerde bazı sendikalar bu özelliklerini yitirerek sınıfına ihanet etmiş; bazıları ise niteliğini ve sınıfına hizmet eden rolünü korumayı başarabilmiştir. Bu, büyük oranda toplumsal muhalefetin ve devrimci hareketlerin güçlü oluşuyla mümkün olmuştur.

Bu coğrafya da, diğer coğrafyalar gibi, işçi sınıfının tarihsel mücadelelerinde dönüm noktalarına sahne olmuş; pek çok olay hafızalarımızda yer etmiştir. Neoliberal politikalarla egemenler, işçi sınıfının burjuvazi karşısındaki mücadele araçlarını ortadan kaldırmak için pek çok girişimde bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yılları, tek partili sistemin de etkisiyle, sendikalar ve sendikacılık oldukça sınırlı bir alanda varlık gösterebilmiştir. Bugün anladığımız anlamıyla sendikacılık yapabilmenin zemini, sendikalar ve işçi sınıfı tarafından, her zaman olduğu gibi, kendi mücadelesiyle 1940’lı yılların sonunda Sendikalar Kanunu’yla kazanılmıştır.

Baskı dolu dönemden çıkışta Bursa Merinos ve Zonguldak Maden İşçileri Direnişi gibi eylemlerin ardından, işçi sınıfının örgütlü mücadelesi sayesinde toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı gibi kazanımlar elde edilmesi, sınıf mücadelesine ivme kazandırmıştır.

4 Temmuz 1968 yılında Derby fabrikasında Lastik-İş sendikasının engellenmesine karşı başlatılan Derby işgali, 6. günün sonunda başarıyla sonuçlanmıştır. 9 Eylül 1968’de Maden-İş sendikasının Kavel fabrikasında örgütlenmesi için verilen mücadelede gelişen iş yeri işgali de kazanımla sonuçlanmıştır. 1963’te gerçekleşen ilk Kavel Direnişi’nden sonra, 1968’de gerçekleşen bu ikinci direniş, metal sektöründeki iş yeri işgallerini büyük ölçüde tetiklemiştir.

Singer fabrikasında Maden-İş sendikasının yetkili hale gelmesi için verilen mücadelede işçiler, 10 Ocak 1969’da sendikadan habersiz şekilde fabrikayı işgal etmiş, bu da başarıyla sonuçlanmıştır. Bu direniş, metal sektöründe militan mücadelenin gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur.

Türk Demir Döküm fabrikasında 31 Temmuz 1969’da başlayan direniş, adeta savaşı andıran görüntülere sahne olmuştur. Üç hafta süren eylemlere karşı fabrikayı kuşatmak için 4 bin asker, 5 tank, 40 zırhlı personel taşıyıcı araç ve 72 askeri kamyon sevk edilmiştir. Direniş büyük bir kararlılıkla sürdürülmüş ve kazanımla sonuçlanmıştır.

29 Aralık 1969’da Şerif Aygün’ün öldürüldüğü Gamak Direnişi, ses getiren önemli direnişlerden biri olmuştur. Sungurlar Kazan Fabrikası’nda 8 Nisan’da ve ardından 4 Mayıs 1970 tarihinde “ölmek var, dönmek yok” sloganıyla başlatılan işgal, tüm taleplerin kabul edildiği çok etkili bir direniş olmuştur. 7 Mayıs 1970’te gerçekleşen ECA fabrikası işgali de en önemli direnişlerden biri olarak tarihe geçmiş ve başarıyla sonuçlanmıştır.

Derby, Kavel, Singer, Türk Demir Döküm, Gamak, Sungurlar ve ECA fabrikalarındaki işgal ve direnişler, emek hareketini köklü şekilde etkilemiştir. Kavel Kablo Direnişi ile ilk fabrika işgalini gerçekleştiren işçilerin örgütlü mücadelesi, Derby Direnişi gibi halk desteği bulabilen direnişlerin ardından güçlenmiş ve 31 Temmuz 1952’de kurulan Türk-İş’in ardından, tam da onun içinden, 13 Şubat 1967’de DİSK kendini ilan etmiştir.

DİSK’in kuruluşu, Türk-İş’in elinde tutulan sendikal tekelin kırılmasını amaçlamıştır. Giderek örgütlenen, birlikte hareket eden bir proleter sınıftan korkan burjuvazi; gücünü ve egemenliğini korumak için emekçilerin hareket alanını kısıtlamak istemiş ve 1970’te Adalet Partisi eliyle sendikal haklara saldırıya geçmiştir.

Emekçinin yanında olan ve düzeni rahatsız eden sendikalar önce faşist girişimlerle yok edilmek istenmiş, başarılı olunamayınca Türk-İş’in gündeme getirdiği yasal düzenlemelerle DİSK’i işlevsizleştirecek ve işçileri Türk-İş’e mahkûm edecek adımlar atılmıştır. Sendikalar ve toplu sözleşmelerle ilgili 274-275 sayılı düzenlemeler bu amaçla gündeme gelmiştir.

İşçi sınıfı, 15-16 Haziran sürecinde Kavel ve Paşabahçe gibi hem sembolik hem de büyük dayanışma ruhuna sahip grev ve direnişlerden aldığı güçle bu saldırıya karşı koyabilmiş; kitlesel biçimde iradesini ortaya koyarak kazanılmış haklarını savunmuştur.

Neoliberalizm, 1976 1 Mayıs’ında kendini kanıtlayan işçilere, 1977 1 Mayıs’ında zulüm ve kan getirmiş; masum insanları ve emekçileri katletmiş, onlara sert bir mesaj vermeyi amaçlamıştır. Nitekim bu katliamı 1980 darbesi takip etmiş, DİSK ve bağlı sendikaların faaliyetleri durdurulmuştur. Hem 15-16 Haziran süreci hem de 1980 darbesi, Türk-İş’in konumuna dair sorgulamaları beraberinde getirmiştir. Zira Türk-İş, 1980 darbesi sonrası kapatılmayan tek sendika konfederasyonudur. Türk-İş Genel Sekreteri ise bu darbenin Çalışma Bakanı olmuştur.

Türk-İş, 15-16 Haziran Direnişi’nin karşısında yer alsa da, birçok fabrikadaki üyeleri bu direnişte yer almıştır. 15-16 Haziran’da almış olduğu tavır, işçi sınıfına zulüm ve kan getirenlerin ekmeğine yağ sürmüştür.

Tarihin tekerleği her zaman olduğu gibi ileriye dönmüş; kamu emekçilerinin 1989’da üstlendikleri öncü rolle başlayan Bahar Eylemleri’nde işçi sınıfı yeniden kendini göstermiş, bunu 1990’daki Büyük Madenci Yürüyüşü ile pekiştirmiştir.

Yaşadığı onca ihanete ve acıya rağmen işçi sınıfı, irili ufaklı direniş ve grevlerle “itici güç” olduğunu kanıtlamıştır. TEKEL Direnişi ve izleyen yıllardaki Gezi Direnişi, tüm emekçilerin hafızalarında aslında hiç de yalnız olmadıkları bilgisini tekrar filizlendirmiştir.

DİSK-AR, ÇSGB ve hatta OECD verilerine bakıldığında görülen tablo oldukça nettir. Neoliberal politikaların etkisiyle, burjuvazi tarafından çeşitli hileler ve korkularla düşürülen sendikalaşma oranları, Gezi Direnişi gibi toplumsal muhalefetin ortaya çıktığı dönemeçlerde tekrar yükselme eğilimine girmektedir.

Bu yükseliş; Metal Fırtına olarak hatırladığımız Renault, TOFAŞ, Coşkunöz direnişlerinde; Şişecam Direnişi’nde, 3. Havalimanı İşçi Eylemleri’nde, Yemeksepeti, Trendyol, Getir kuryelerinin direnişlerinde, Migros Depo, Lila Kağıt, Temel Conta, TPI, DYO, belediye, Beltur ve Queen işçilerinin mücadelelerinde kendisini fazlasıyla göstermiştir.

İSİG Meclisi’nin açıklamasına göre, iş cinayetlerinde ölenlerin sadece %1,48’i sendika üyesidir. Yani ölenlerin yaklaşık %98–99’u sendikasızdır. Daha fazla kâr hırsı için insan canını hiçe sayanlara karşı birlikte mücadele etmek tek çıkış yolumuzdur.

2011’de yapılan bir çalışma, sendikalı işçilerin saatlik ücretlerinin sendikasızlara göre yaklaşık %90 daha fazla olduğunu göstermektedir. Yani insanca yaşamak için de tek çıkış yolumuz birlikte mücadele etmektir.

Bizler biliyoruz ki, işçi sınıfının kurtuluşu kendi ellerinden olacaktır. Sermayenin, kendi çıkarı için bizi din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet, yönelim ya da başka herhangi bir dinamik üzerinden bölmesine izin vermeden birleşebildiğimiz kadar, bir olabildiğimiz kadar varız. Yine sınıfımızın tarihi bize öğretiyor ki, edindiğimiz tüm kazanımları gösterdiğimiz dayanışmaya ve irademize borçluyuz.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.