Haftanın Özeti: İşçilerin direnişi ezilenlerin umudunu yükseltiyor

0
292

Haftalık özetimizde, Türkiye’de ve dünyada yaşanan gelişmelere, işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelelerine ve kazanımlarına, Batı ve ABD emperyalizminin neden olduğu olumsuzluklara, seçim sürecine yaklaşan Türkiye’deki siyasi tartışmalara ve olaylara değineceğiz. Özetimize Türkiye ile başlayalım.

30 Aralık günü Ankara’nın göbeğinde gerçekleşen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayeti ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Hatırlanacağı üzere öldürülen şahsın, MHP ile ilişkisi olmasına ve hatta MHP örgütlenmesi içerisinde üst düzey görevler yapmasına rağmen parti arkadaşlarının kendisini sahiplenmemesi tartışılmış; uzun süre ne MHP’den ne de AKP’den bir açıklama gelmişti. Cinayetle ilgili çok çeşitli iddialar var. Ateş’in MHP’nin politikalarından rahatsız olduğu ve İyi Parti’ye katılacağı; saldırının Mersin’de daha önce gerçekleşen başka bir olayın rövanşı olduğu ve hatta Ateş ile MHP’liler arasında gelişen ve kirli ilişkilere dayanan çıkar çatışmasından kaynaklandığı iddiaları ortaya atıldı. Cinayet, “devlet-siyaset-mafya” ilişkisini görünür kılmasından nedeniyle Susurluk ile de benzeştiriliyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medya hesabından cinayetle ilgili MHP’li Bahçeli’ye, “Bahçeli, ne zamana kadar susacaksın? Mafyalarla fotoğraflar çekmeye devam edersen, yanındaki çocuklar da mafyacılık oynamaya başlar. Teslim edeceksin yanındaki çocukları, 3-5 torbacı ile geçiştiremezsin” ifadelerini iletti. Bahçeli ise partisinin grup toplantısında Kılıçdaroğlu’na karşılık olarak, “Tek bir evladımı al da, ciğerinin kaç okka olduğunu göreyim” dedi. Bahçeli’nin bu açıklamaları hükümete meydan okuma olarak da anlaşılabilir.

Cinayet, MHP’nin Türkiye’de faşizmin para-militer sokak gücü olarak örgütlendiğini bir kez daha doğrulamaktadır. İsimlerine “ülkücü” diyen faşistler, ilerici harekete ve emek hareketine karşı kendisini örgütlemiş, ülkemizde birçok cinayete ve katliama imza atmışlardır. “Komünizmle mücadele” maksatlı organize edilmiş bu grubun, ABD emperyalizmiyle derin ilişkileri bilinmektedir.

Kendisini “ülkücü” olarak adlandıran ve MHP’nin affıyla salıverilen mafya lideri Alaaddin Çakıcı’nın Yunanistan’dan yediği vize reddi de bu hafta konuşulanlar arasında oldu. Çakıcı, Schengen Vizesi’nin reddedilmesinden sonra, sosyal medya hesabından kendi el yazısı ile bir açıklama yayınladı. Açıklamasında, Yunanistan’a seslenen Çakıcı, aslında bir yandan da Türkiye’deki muhalefete gözdağı vermeye çalıştı. 1 Kasım 2015 seçimleri öncesinde iktidarın izniyle “oluk oluk kan akıtacağı” tehditleri savurtulan Sedat Peker’in görevi anlaşılan bu seçimlerde Çakıcı’ya verilmiştir. Vize reddinin ardından siyah kıyafetleri, kar maskeleri, uzun namlulu silahları ve mühimmat yelekleriyle IŞİD’i andıran, kendilerine “Çakıcı’nın adamlarıyız” diyen grubun videosu da sosyal medyada dolaşıma sokuldu. Videoda açıklama yapan “Çakıcı’nın adamı”, “Alaattin Çakıcı reisimiz ne derse onu yaparız” ifadesini kullandı. Faşist, gerici güçlerin seçim sürecinde ve sonrasında ilerici muhalefete saldırılar gerçekleştirebilmek için örgütlendiği; devletin türlü olanaklarından yararlandırıldığı ayan beyan ortadadır. Buna karşı, meşru zeminlerde halkın dayanışmasını örgütlemek, sol açısından yapılabilecek en olanaklı şey gözükmektedir.

Seçimler yaklaşırken ittifaklarda yaşanan gelişmeler de bu hafta konuşulanlar arasında oldu. HDP’nin, “Kendi Cumhurbaşkanı adayımızı ilan edebiliriz” çıkışı, bir yandan kaygılara neden oldu bir yandan ise HDP’nin anlaşılır haklılığına dikkat çekti. Uzun zamandır Millet İttifakı’nın aday profiline odaklanan ve adı geçen bazı isimler haricinde çıkacak adayın desteklenebileceğinin sinyallerini veren HDP, biraz da CHP’ye sitem olduğu görülen bir biçimde, kendi adaylarını yakın zamanda açıklayacaklarını söyledi. Yapılan çıkışın, HDP’nin de içerisinde bulunduğu “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın çeşitli bileşenleriyle görüş ortaklığı süreciyle sunulmaması ve HDP’nin bir ittifak içerisinde ve o ittifakın en önemli gücü olmasına rağmen, ortaklarını yok sayarak “biz aday çıkaracağız” ifadesini kullanması bir çok bakımdan düşündürücü de bulunuyor.

Öte yandan 6’lı Masa’nın HDP’yi bırakın masaya dahil etmeyi, o yokmuş gibi davranması ve masanın kurucusu CHP’nin, mevcut çizgisinin daha sağına meyletmesi de ilerici muhalefetin en büyük kaygılarından birisidir. Aylardır Millet İttifakı’nın adayı belli dahi edilemiyor ve bunun hala netleşmediği biliniyor. CHP ve özellikle de Kılıçdaroğlu, yüzde 1 oyu dahi olmayan gerici, neo-liberal partilerin, ülkemizin bu hale gelmesinin sorumluluğunu taşıyan partilerin geleceğimiz hakkında söz söylemesini; demokrasiden, özgürlüklerden, eşitlikten yana olan insanların, ilerici-devrimci grupların sözünden çok daha önemli görüyor olduğu açıktır. Altılı Masa’nın bileşenleri yaptıkları açıklamalarda masada “eşit ilişkiler” kurulduğunu, seçimlerin kazanılması durumunda her bir bileşenin Cumhurbaşkanı Yardımcısı görevini üstleneceğini, oy oranına bakılarak gruplara bakanlıklar verileceğini ifade ediyor. Bileşenlere baktığımızda elbette Türkiye’nin geleceğini “sermayeden yana, sağ bir gelecek” olarak düşündükleri ortadadır. Öte yandan HDP’nin bu çıkışı, masada Kılıçdaroğlu’nun elini kuvvetlendirebilir ve masanın tartışmalarını HDP oylarını alabilmek için Kılıçdaroğlu’nun aday olması sonucuna da götürebilir.

11 Ocak Çarşamba günü yapılan ilk duruşmasında, Şebnem Korur Fincancı’nın tahliye edildiği güzel haberiyle karşılaştık. Fincancı tahliye edildi ancak kendisine 2 yıl 8 ay 15 gün de “ceza” verildi. Karar muhakkak ki istinaf mahkemesine ve Yargıtay’a taşınacaktır. Fincancı’ya verilen bu haksız ve hukuksuz cezanın, Türkiye muhalefetine verildiği açıktır.

Ülkemizdeki emek mücadelesi, yaşanan işçi direnişleri, emekçilerin kararlılığı ve direnenlerin başarısı umudumuza umut katıyor. Her hafta yeni bir “işçinin patrona itirazı” haberiyle karşılaşıyoruz. Ezilenler, egemenlere boyun eğmiyor, örgütleniyor, arkadaşlarıyla direniyor.

Barutçu Tekstil’de sendikaya üye oldukları için işlerinden atılan ve 90 güne yakın bir zamandır direnen 9 kadın işçinin mücadelesi sürüyor. Kartonsan’da işçilerin grevi, 20 günden fazladır devam ediyor. Heyecan, coşku attıkları sloganlara, çektikleri halaylara yansıyor. Promosyon hakları ve maaşları için direnen LCW işçileri direnişte. “İyi giyinmek herkesin hakkı” sloganıyla servetine servet katan marka, işçilerine ise köleliği uygun görüyor; bu duruma karşı geleni de işten çıkarıyor. LCW işçileri, yağmur demeden, soğuk demeden direnişlerini sürdürüyor. Direnenlerin kazanacağını ise Pulver Kimya işçileri gösterdi. 161 gün sonra direnişleri kazanımla sonuçlanan Pulver Kimya’da, atılan 3 işçinin işe geri alınacağı, patronun sendika yetkisine yapacağı itirazı geri çekeceği ve TİS görüşmelerine sendikanın hazırladığı taslak üzerinden devam edileceği belirtildi.

Dünyadan gelişmelerle devam edelim. Batılı güçler bu hafta Ukrayna’da gerilediler. Rusya önemli bir kasabayı ele geçirdi. Ukrayna şu anda harap olmuş durumda ve Batılılar savaşın her iki ülkeyi birden harap etmesi için çalışıyorlar. Diğer yandan “çok demokrat” AB’nin üyesi Letonya Rusça’nın resmî yerlerde ve okullarda kullanılmasını sınırlamaya ve yer yer de yasaklamaya başladı. Aynı amaçla Letonya’daki bazı sarayların ve heykellerin yıkılması da bekleniyor. Gerekçe olarak entegrasyonu kolaylaştırmayı gösterdiler. Letonya nüfusunun yüzde otuzundan fazlasını Ruslar oluşturuyor. Zelenski iktidarının AKP iktidarından bile çok daha gerici olduğu açıktır.

Almanya’da, Fransa’da, ABD’de, Belçika’da ve dünyanın daha birçok bölgesinde insanlar gericiliğe, emperyalist müdahalelere ve neo-liberalizme karşı direniyor.

Fransa’da Macron’un “reform” paketine karşı Sarı Yelekliler yeniden sokağa çıktı. 62 olan emeklilik yaşının “reform” ile 64 veya 65 yaşına yükseltileceği ifadesi, binlerce insanın sokaklarda gösterilerde buluşmasına yol açtı. Gösterilerden bir gün sonra “reform” paketinin açıklanması ile toplum, emeklilik yaşının 64’e yükseltileceğini öğrendi. Sendikalar ise “reform”a karşı 19 Ocak’ta genel greve hazırlanıyor. Gösteri ve tepkilerin daha da artacağı öngörülüyor.

Almanya’nın Solingen kentinde Borbet isimli jant fabrikasının “iflas kararı” alması sonucunda 650 işçinin işten atıldığı ve direnişe geçtiği biliniyor. İşçilerin yarısından fazlasının Türklerden oluştuğu kaydedildi. Direnen işçiler, şirketin aldığı kararın hukuksuz olduğunu belirterek haklarına sahip çıkıyor.

Yine Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde bulunan Lützerath Köyü’nde neo-liberal çevre tahribatına karşı direnen köylülerin mücadelesi gündemde. RWE isimli şirkete peşkeş çekilen köy boşaltılıyor ve köylüler bu duruma karşı geliyor. Köy arazisi içerisinde bulunan 280 milyon ton rezervli kömürün çıkarılmasına bilim insanları da şiddetli şekilde karşı geliyor. Hükümet ise, Ukrayna savaşını ve gaz krizini bahane ediyor. Direnenlere karşı ülkemizdeki Cengiz Holding-kolluk kuvvetleri (jandarma-polis) ittifakını aratmayan saldırılar organize ediliyor. Polisler, gözaltı aracı olarak şirketin otobüslerini kullanıyor. Şirketin istediği haberciler bölgeye alınıyor, istemeyenler uzaklaştırılıyor.

Belçika’da Ryanair firması çalışanları 7-8 Ocak’ta grev gerçekleştirdi. Grev nedeniyle, 100’den fazla uçuş iptal edildi. Çalışanlar iş koşullarına ve düşük ücretlere itiraz ediyor. ABD’de ise New-York kentinde sağlık çalışanları grevdeydi. Ülkede piyasacı sağlık politikalarından ötürü bu alanın gittikçe gerilediği, çalışanların yükünün fazlalaştığı ve ancak “parası olanın” sağlık hizmetinden yararlanabileceği bir durumun geliştiğini biliyoruz. 7 binden fazla çalışanın grevi, gündem oluşturdu.

Brezilya’da faşist Bolsonaro’nun ABD’ye kaçmasının ardından taraftarları geçtiğimiz günlerde Başkanlık Sarayı’nı, Ulusal Kongre Binası’nı ve Federal Senato’yu bastı. Baskın yapan kitlenin buraları yağmalamaya çalıştığı görüldü. Kitle, solcu Lula’nın tutuklanmasını talep ettiklerini belirtti ancak baskın kısa sürede kontrol altına alındı. Baskın, Bolsonaro’nun “sığındığı” yer dikkate alınacak olursa, ABD’nin desteğini almaya çalışan bir girişim olarak görülebilir. Saldırının başarısızlığının sağlanmasında, Lula destekçisi ezilen halkın da hızlı bir şekilde sokağa çıkmasının ve ülkelerine sahip çıkmak için yürüyüşler düzenlemesinin etkisi kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.

Mücadeleye gönlü olanlar umut dolu, coşku dolu, direniş dolu bir dünya ve Türkiye; yılgınlar, çaresizler ise karanlık, katlanılamaz bir dünya ve Türkiye göreceklerdir. Mücadele etmek isteyenler direnenleri, çaresizler ise yalnızca kötülüğü görür. Evet, kötülükler de, gerici saldırılar da, halka dayatılan ekonomik zorluklar da bir gerçektir ancak eğer direnmek istiyorsak, yukarıda aktardığımız gibi, çevremizdeki onca mücadeleyi, onca kazanımı da rahatlıkla görebiliriz. 2023’ün direniş yılı olacağı açıktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.