Türkiye Devrimci Hareketinde Pay ve Payda

0
2403

Hamza Yalçın

Türkiye solunun bütünü mü daha büyüktür yoksa tek tek parçaları mı? Solda ortak devrimci değerler ve birikim mi daha önemlidir yoksa her bir örgütün ayrı değerleri ve birikimi mi? Soruya yanıt vermek ilk bakışta kolay görünüyor. Ama pratikte önemli zorluklarla karşılaşıyoruz. 

Teoride mahalle her bir evden, şehir mahallelerden, ülke şehirlerden, dünya ülkelerden, evren dünyadan yani bütün, onu oluşturan her bir parçadan daha büyük kabul edilir. Sosyalist anlayışa göre grubun çıkarları bireyinkinden, toplumun çıkarları grubunkinden daha önemli ve insanlığın genel ve uzun vadeli çıkarları ise en yüksek önemde kabul edilir. Bireylerin toplum aleyhine, bir ulusun insanlık aleyhine gelişme stratejisi veya mesela altın çıkarmak için veya petrol üretimi yoluyla doğanın katledilmesi ideal burjuva vicdana ve hukuka bile aykırı gelir.

Bir devrimci hareket içindeki kişilerin gözü örneğin mücadeleyi geliştirmek yerine orada kendilerine itibar ve güç kazanmaktaysa, kişiler emek ve irade isteyen ve çok insana zor ve sıkıcı gelen işlere değil de kolay yoldan itibar ve etki sağlamasına hizmet edecek işlere talip olurlarsa, çevrelerinde devrimci mücadeleye hizmet edecek dayanışma yerine rekabetçilik ve hakimiyet ilişkileri yaratırlarsa, ilişkilerini mücadeleyi geliştirmeye değil şahsi tercihlerine göre kurarlarsa; gruplar devrimci hareketi geliştirmek yerine kendi varlıklarını korumayı ve geliştirmeyi esas alırlarsa (1), iktidarı ele geçiren partiler bir süre sonra halkın efendisine dönüşürlerse; sosyalist devletler dünya devrimi yerine kendi ulusal varlıklarını esas alırsa sonuçta kişilerin, örgütlerin birbirine güveni kaybolur, Sovyetler Birliği gibi bir dünya çöker ve devrimci hareketin o koca ülkede bir tek şehri hatta binası bile kalmaz. 

Tek tek bireylerin kendilerini değil örgütü, örgütün kendisini değil bu hareketi, hareketin bir parçasını değil bütününü, onun belli bir döneme özgü çıkarlarını değil uzun vadeli çıkarlarını esas alması beklenir. (2)

Ama yabancılaşmış insan ilişkileri ve bencillik, virüs gibi sosyalist hareketleri de kuşatmış ve içlerine girmiştir. Bu virüsün en önemli özelliklerinden birisi girdiği bünyeyi etkisine alarak saklanması ve kılıktan kılığa girmesidir. Bu virüsü taşıyan kişiler ve örgütler bencilliklerini inkar ederler ve parça-bütün, pay-payda ilişkisine uygun durduklarını iddia ederler. Kendilerine eleştirici olmaktan ne denli uzak ve propaganda metoduna ne denli yakınsalar virüsü taşımaya ve yaymaya o denli açık hale gelirler. İnkar edilen bencillik tıpkı inkar edilen diğer zaaflar gibi daha yıkıcı hale gelecektir. İdeolojik ayrılıkların abartılması, bu bencilliğin kendisini açığa vurduğu biçimlerden biridir. 

Devrimci temeldeki birlik mi daha önemlidir görüş ayrılıkları mı? 

Grup bencilliği ve sekterlik soldaki ideolojik ayrılıkları abartarak parça-bütün ilişkisini tepetaklak eder. Sol gruplar arasındaki ayrılık alanı birlik alanı aleyhine büyür. Ayrılıklar sevimli, birlik sevimsiz olmaya başlar. Her bir örgüt ve birey, bir olanı ve birliği küçültmenin ve ayrılığı büyütmenin aktörü haline gelir. Ayrılıklar birlik alanının üzerine yayılarak onu kaplar ve hatta görünmez hale getirir. Örgütler mücadelenin tarihini grup kimliğine uygun olarak daraltır ve çarpıtırlar. Rekabetçilik dayanışmanın yerini alır. Devrimci hareketler burjuvazinin egemenliği altındaki bölgelerde düşmanı bırakıp birbirlerine düşerler. Çalışmalarını, birbirlerini engelleme üzerine kurarlar. Devrimci değerler de bu gelişmeye bağlı olarak değişirler. Gruba yakınlık, devrimciliğin önüne geçer. Böylece bütün, sadece tek tek parçaların güçlerinin aritmetik toplamından değil her bir parçadan bile daha küçük hale gelir. Oysa birlik yani bütün, onu oluşturan tek tek parçaların güçlerinin aritmetik toplamını çok aşan bir dinamizme sahiptir. 

Burada Mihri Belli’den bir anlatımı hatırlıyorum. Mihri Belli, Kıvılcımlı yanlısı bir grubun toplantısına davet edilir. Grubun önde geleni, kürsüde yaptığı konuşmada Kıvılcımlı’yı överken Mihri Belli için küçük-burjuva sosyalisti der. Cevaben Mihri Belli ona, “Kıvılcımlı yaşasaydı ve örgüt kurmaya kalksaydı ilkin seninle mi görüşürdü benimle mi?” diye sorar. 

Evet, söz konusu şahıs Kıvılcımlı’nın Mihri Belli’den farklı olan fikirlerine daha yakın görünmektedir fakat bütüne bakıldığında Kıvılcımlı ile Mihri Belli aslında birbirlerine çok daha yakındırlar. Çünkü ikisi de hayatlarını ezilenlerin mücadelesine adamış samimi devrimcidir, mücadeleye en kötü zamanlarda sahip çıkmışlardır. Hapislik ve işkence gibi çetin alanlarda  çok başarılı sınav vermişlerdir. Devrimci bilinç, öngörü, bilgi, deneyim ve kavrayış sahibidirler. 

Benzer bir yaklaşım da İbrahim Kaypakkaya üzerinden yapılmaktadır. Kim, “Kemalizm faşizmdir” demiyorsa o, sözde İbrahim Kaypakkaya devrimciliği adına bilinçsiz ve hatta faşist sistemden kopamamış bir şovenist ilan edilmektedir. Sanki İbrahim’i İbrahim yapan, onun Kemalizm konusundaki görüşüymüş gibi… İbrahim’in özgürlük mücadelesine güçlü bağlılığını, cesaretini, özverisini sahiplenirken onun Kemalizme faşizm demesini ya da Çin Devrimi’ni model alan görüşlerini kabul etmediğimizde bize, “İbrahimden geriye bir şey kalmadı ki” diye itirazda bulunulmaktadır. 

Sözde İbrahimci yaklaşım, İbrahim’in Mahirlerle ve Denizlerle ortak olan devrimciliğinden çok, onlardan farklı saptamalarını önemser. Hatta İbrahim’e Deniz’den ve Mahir’den daha fazla ilgi duyan bir kişi ona, isterse mücadeleye bağlılığı zayıf olsun, Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri birlikte sahiplenen ve mücadeleye bağlılığı güçlü devrimcilerden daha yakın gelir. Çünkü o bir grupçudur; kimlik ve etiket onun için devrimci özden daha önemlidir. 

Birbirini tamamlayan ve geliştiren devrimci zenginliğimiz

Bütün aleyhine parçayı esas alan sekter tutumlar, devrimci görüşlerin ve pratiklerin birbirini tamamlama ve geliştirme potansiyeline sırt çevirerek devrimci hareketin yoksullaşmasına ve bölünmesine katkıda bulunurlar. “Kemalizmi ve devleti bir tek İbrahim doğru teşhis edebildi, Denizler ve Mahirler başka güçlere umut bağladı” gibi iddialar bunlardan biridir.

Oysa Denizler de Mahirler de İbrahimler de devrim için başka güçlere bel bağlamadan yola çıkan insanlardı. Kaldı ki 12 Mart 1971 askeri darbesine karşı ilk eyleme geçen Denizler oldu. Deniz’in Kemalizm hakkında en iyimser görüşlere sahip olması, onun ilk devrimci çıkışı yapmak için harekete geçmesine engel olamadı. Onları gene Kemalizmin olumlu yanlarını öne çıkarmış olan Mahirler izledi. İbrahim Kaypakkaya 1971 çıkışına en son katıldı. Üstelik Denizler devlete karşı silahlı mücadeleye daha 12 Mart askeri cuntası gelmeden hazırlanmaya başladılar. Deniz Gezmiş idam edilmeden önceki savunmasında mücadelelerini net bir şekilde Türkiye’deki aydınlanmacılığa, istibdada karşı mücadeleye, 1908 gençlik eylemlerine, ikinci Dünya Savaşı yıllarında Mihri Belli liderliğindeki devrimci gençlik hareketine bağlamıştır. Deniz”in aydınlanmacılığa ve Kurtuluş Savaşı’na yaklaşımı onun aynı zamanda Kürtlere, Rumlara, Ermenilere karşı sevgisine ve bağlılığına engel oluşturmamıştır. O kesinlikle burjuvaziye karşı ve emekçiler, köylüler ve ezilenler için mücadele etmiştir. “Kemalizm faşizmdir demezsek milliyetçilikten ve şovenizmden kurtulamayız ve devrimcileşemeyiz” kaygısının neden geçerli olmadığı üzerinde düşünülmelidir. 

Deniz’in hala çok etkili olan pratiği ve devrimci örneği halkın gönlünde yaşıyor olmasaydı Deniz’i sosyalist hareketten aforoz etmek isteyen sekterler zorlanmazlardı. Bütüne değil de parçaya ve ayrılıklara yoğunlaşan grupçu bakışla Nazım Hikmet de değersizleştilmeye çalışılmaktadır. Sosyalizme Amerikalı siyahlar arasında çalışarak başlayan, Yunan iç savaşında Türkiye’den tek enternasyonal savaşçı olarak yer alan Mihri Belli’nin bazı söylemlerini anlamaya kapalı bir tutumla onu şovenist görenler vardır. 

Devrimci geçmişimize eleştirici bir gözle ve bütünsel bir sahiplenmeyle baktığımızda olanaklarla karşılaşıyoruz. Örneğin devlete ve orduya yaklaşımda Mahir Çayan, Denizlerin düşüncelerini daha da netleştirmeye yardımcı olacak düşünceler geliştirdi. Devrimci kişiliği ve pratiğiyle en güzel örneklerden birini oluşturan Kaypakkaya’nın Kemalizme eleştirileri de görüşlerimizi netleştirmeye yardımcı öğeler taşımaktadır. 

İbrahim mücadeleye Kürtlerin, Ermenilerin ve azınlıkların gerçekliğinden bakmaya Denizlerden, Mahirlerden ve sosyalist hareketin diğer liderlerinden daha çok yer verdi ve bu yaklaşımıyla Kurtuluş Savaşı ve Kemalizm hakkında Denizlerden ve Mahirlerden farklı sonuçlara ulaştı. Ancak İbrahim Kaypakkaya bu tutumunu Kurtuluş Savaşı’nın reddedilmesine ve Kemalizmin faşizm, Kemalistlerin ise faşist görülmesine kadar götürdü. Bu yaklaşım İbrahim sonrasında ne yazık ki giderek Türklüğe karşı bir tepkiye dönüşecekti.

Denizler ve Mahirler ise mücadeleye Türkiye sol hareketinin ana çizgisinden, Mustafa Suphiler, Şefik Hüsnüler, Nazım Hikmet ve Mihri Belli tarafından savunulan sosyalist Türk kimliği ağırlıklı bakıyorlardı. Onlar ulusal hareketlerin emperyalizm karşısındaki konumlarına önem verirken İbrahim’in ulusal hareketlerin emperyalizmle ilişkisine Denizler ve Mahirler kadar önem vermeyişi aralarında sorun oluşturuyordu (3).

Ama İbrahim Kaypakkaya’nın yaklaşımı ile sosyalist hareketin ana devrimci çizgisinin yaklaşımının birbirlerini anlamaları zor değildi. Sosyalist hareket içinde gelişen, körlerin fili tarifi öyküsündekine bezer bir sekterlik buna engel oldu. Yaşanan uzun süreçte sol hareket içinde birbirini anlama yeteneği ne yazık ki azaldı. Bunu bizim sağlamamız gerekiyor. Kemalizm konusunun AKP iktidarı ve hele hele Ortadoğu’da Arap Baharı sonrası dünyada ayrıca tartışılması gerekir.

Sonuç

Türkiye solunun durumu, parçayı bütünden daha büyük gören bir yaklaşıma denk düşüyor. Halbuki devrimcilik ortak paydası, devrimciler arasındaki görüş farklılıklarının çok çok ötesinde muazzam bir olanaklar alanına sahiptir. Grupçu ve sekter anlayış bunu değerlendirmeyeceği gibi fark bile edemez. Çünkü grupçu ve sekter anlayışın gerçek dünyası, ayrılıklar üzerine kuruludur. Bu anlayış için parça bütünden daha büyük ve daha önemlidir. Bu anlayış bölünme sayesinde nefes alabilir, birliğe değil ayrılığa çalışır (4). 

İşte bu yüzden Türkiye solu olarak egemen güçlerin manipülasyonlarının kolay hedefi olmaktayız. AKP tek tek örgütlere küçük küçük gelişme olanakları göstererek muhalefeti güçsüzleştirmekte ve kendisine iktidar alanı yaratmaktadır. Türkiye solu olarak parça-bütün ilişkisine yaklaşımınızı köklü bir şekilde sorgulamaya; bütünü göz ardı eden ve bütün aleyhine gelişmeyi amaçlayan bireysel ve grupsal yaklaşımlar yerine mutlaka bütünü öne çıkaran ve mutlaka onu geliştiren yaklaşımlara ihtiyacımız var. 

(1) Örgütün, bireyleri ezen ve istismar eden aygıtlara dönüştürülmesi de grupçuluğun tipik biçimlerinden biridir. İlk bakışta bütünü savunuyor görünen bu grupçuluk, aslında mücadelenin genel ve uzun vadeli çıkarlarının ve özgürlük mücadelesinin grup iktidarına kurban edilmesidir. 

(2) Bakınız: Komünist Manifesto, Marks-Engels. 

(3) Muzaffer Oruçoğlu, Yoldaşı Kaypakkaya’yı Anlatıyor. İzlenme tarihi 19.06.2020. https://youtu.be/_j3CCwXGbT

(4) İbrahim Kaypakkaya geleneğinden arkadaşları biz Türkiye solunda özellikle sekter bir anlayış görmüyoruz. Sekterlik bizim de bir parçasını meydana getirdiğimiz ve sorumluluğuna ortak olduğumuz sosyalist harekette genel bir sorundur. Yoldaşça tartışmayla ve birlikte mücadeleyle onu daha iyi teşhis edebilir ve ondan daha sağlıklı arınabiliriz. 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.