Başarımızın Yolu Rekabetten Değil, Yoldaşlıktan Geçiyor

0
536

Hamza Yalçın

Türkiye bir siyasal devrime gebe. 19 Mart sonrası gelişmeler, Türkiye’deki devrimci potansiyeli güçlü bir şekilde açığa çıkardı. Sosyalist hareket bir kez daha başkaları için mücadele eden konuma düşmemelidir.

Halk, dinci bir rejimle yönetilmek istemiyor. İktidar, Suriye’deki zorlukların altından zor kalkar. Ülkemize egemen olan Batılı emperyalist güçler ve onların işbirlikçileri, Erdoğan ve İmamoğlu arasında bölünmüş durumdalar. 19 Mart, halkın hoşnutsuzluğunun buradan gelişme imkânını ortaya koydu. Ancak 19 Mart sonrası gelişen direnişleri gençler yaratmış olmasına rağmen, ürünlerini başkaları topluyor.

1 Mayıs gösterileri, sosyalist sol açısından geçen yıla kıyasla daha geniş katılımlı ve coşkulu geçti. Gösterilere gençlerin yoğun katılımı dikkat çekiciydi. 19 Mart sonrası gelişen gençlik eylemlerinin sosyalist harekete güç kazandırdığı görülüyor ki bu oldukça önemlidir. Nitekim gençler, daha 1 Mayıs’tan önce yükseköğrenim kurumlarında birlikte mücadelenin sorunlarını tartışmaya başlamışlardı. Sosyalist harekete artan ilgiyi iyi değerlendirmemiz ve bu ilgiyi daha ileriye taşımamız gerekiyor. Sosyalist soldaki, yer yer endişe veren Taksim tartışmasına da bu temel üzerinden bakmalıyız.

Başarılı olmak için iddialarımız ve görünümümüz, gerçekliğimizle uyumlu olmalıdır. 1 Mayıs gösterileri nihayetinde bir görünümden ibarettir. Devrimci bir örgüt içindeki bilinç, fedakârlık, mücadelecilik, örgütlülük düzeyi ve yoldaşlık ilişkileri, bu gerçekliğin çok önemli boyutlarıdır. Aynı şekilde işçi, gençlik, kadın ve mahalle gibi alanlardaki çalışmaların kalitesi ve etkinliği, bu gerçekliğin esas yönlerini oluşturur. Sosyalist örgütler arasındaki ilişkiler de bu cephelerden az önemli değildir.

Evet, mücadelenin ilerletilmesi yalnızca grupların kendi çalışmalarıyla sınırlı olarak ele alınamaz. Her sosyalist grup, devrimci hareketin bir parçası olduğunun bilinciyle davranır ve yalnızca kendi gelişimine odaklanmaz; bu gelişimi devrimci mücadelenin genel ihtiyaçlarıyla uyumlu hâle getirir. Devrimci harekete zarar verecek tutum ve davranışlardan özellikle kaçınır. Devrimci gruplar –yani partiler ve örgütler ile çeşitli eğilimleri temsil eden devrimciler– arasında, hem yerellerde hem de ülke genelinde sağlıklı bir iletişim kurulması, güçlerin mücadelede koordine edilmesi, tüm örgütlerin ve her bir devrimcinin ortak sorumluluğudur. Her devrimci örgüt ve birey, devrimci harekete bu bütünlükle yaklaşmalıdır.

Egemen güçler, sosyalist hareketlerin gücünü birbirine karşı kullanarak saf dışı etmek ister ve solun kendi içinde dayanışma yerine rekabet ilişkilerinin gelişmesini körükler. Hatırlanacaktır, 1970’li yılların ikinci yarısında halk muhalefeti olağanüstü bir gelişme göstermiş ve sosyalist örgütler geniş kitlelerle temasa geçmişti. Ancak egemen güçler bu yükselişi etkisizleştirmeyi başardı. Kızıldere gibi dayanışma örneklerine rağmen sosyalist hareket, 1975 sonrası süreçte rekabet ilişkilerine sürüklendi. Örgütler, birbirini anlamak ve birlikte gelişmek yerine, birbirini tasfiye ederek ilerleme stratejisi izledi. Sosyalist örgütler arası ilişkilerde, burjuva şirketler ve devletler arasındaki rekabet anlayışı egemen hâle geldi. Bu anlayış, haliyle, her bir örgüt içindeki yoldaşlık ilişkilerini de zedeledi. Sonuçta sol hareketler, birbirlerini engelleyen yapılar hâline dönüştü. Örgütlerde sonu gelmeyen bölünmeler yaşandı.

Burjuva basın, 1977 yılında kontrgerillanın Taksim’de gerçekleştirdiği 1 Mayıs katliamını bile sol güçler arasındaki çatışma olarak gösterecekti. Sosyalist solun kendi içindeki kötü iletişim ve rekabetçilik yüzünden egemen güçler tarafından nasıl birbirine karşı kullanıldığı ve nasıl manipüle edilerek etkisizleştirildiği ise özel olarak araştırılması ve tartışılması gereken bir konudur.

İşbirlikçi tekelci sermaye ve onun çıkarlarına hizmet eden devlet aygıtı, o dönemde yarattığı sağ-sol çatışmasını, toplumsal sistemi dönüştürme çabalarının önünü kesmek için kullandı. Bu süreçte yapılan 12 Eylül askeri darbesiyle hem sosyalist hareket hem de toplumsal muhalefet tasfiye edildi. O günlerde, işçi, emekçi ve gençlik arasında bugünle kıyaslanamayacak kadar büyük güç oluşturmuş olan sol örgütler, yaklaşan Amerikancı darbeye karşı birleşik bir direniş geliştiremedi. Askerî darbe sonrası Türkiye solu, ülke politikasını etkileyebilecek düzeyde bir direniş de ortaya koyamadı. Bütün kahramanca direniş örneklerine rağmen sosyalist hareket etkisiz kaldı.

Bugün sol hareket yeniden canlanırken, sol içi rekabetin aşılması ve dayanışmanın geliştirilmesi yönündeki sorunlar da yeniden gündeme geliyor. Sosyalist hareket içinde bu yöndeki bazı çabalar umut verici olmakla birlikte, endişelerimiz var. Gençlik örgütlerinin mücadeleyi ortaklaştırmak amacıyla çeşitli okullarda gençlik meclisleri kurduklarını öğreniyoruz. ODTÜ ve Hacettepe Üniversitelerinde öğrencilerin 1 Mayıs’ta ortak pankartla yürümelerinin, birleşik mücadele yönünde atılmış olumlu adımlar olmasını umuyoruz. Aynı okulda birbirinden ayrı birkaç meclisin kurulmasını ise üzüntüyle karşılıyoruz.

Bir kısım sol gençlik, Kürt ulusal hareketi sayesinde ve ne yazık ki ancak millî bir hareketin yörüngesinde birleşebiliyor. Bu durum, solun ülke gerçeğinden uzaklaşmasına yol açıyor. Bağımsız davranma eğilimindeki örgütler ise grup çıkarlarına ve grup iktidarına, devrimci hareketin genelinden daha çok önem veren grupçu eğilimlerin üzerine çıkacak kolektif bir bilinç ve irade yaratamıyorlar.

Sosyalist soldaki Taksim tartışmasına da bu temel üzerinden bakmalıyız. Tartışma sırasında bazı devrimci grupların, Taksim’in zorlanmasını esas almayanlara karşı kullandıkları aşağılayıcı üslup ve ifadeleri doğru bulmuyoruz. Bilindiği gibi, bazı sol gruplar 1 Mayıs’ta güçlerini Taksim’e yoğunlaştırırken, bazıları ise Kadıköy ve Kartal’daki gösterilere katılmayı tercih etti. Esas olarak kitlesel kutlamalara yoğunlaşırken Taksim’i zorlayanlar da oldu. Biz Direnişçiler olarak, 1 Mayıs’ın İstanbul’da Taksim’de kutlanması talebini destekledik. Taksim’in simgesel bir önemi vardır. Taksim’in fiilen zorlanmasına çeşitli yıllarda biz de katıldık. Bu yıl hem Taksim’e yönelmeyi hem de Kadıköy’deki gösterilere katılmayı düşünmüş, ancak son anda yalnızca Kadıköy’de kutlamayı tercih etmiştik. Taksim’i zorlayan arkadaşların yanlış yaptığını düşünmüyoruz. Kartal’da Türk-İş’in düzenlediği mitinge katılan sosyalist örgütleri de asla kınamadık. Ancak bazı arkadaşların, Taksim’in zorlanmasını esas almayanlara karşı küçümseyici bir dil kullanmasını endişeyle karşılıyoruz. Bu tür tutumlar, solda sağlıklı bir iletişimin gelişmesini engellemektedir. Birbirimize yönelik eleştirilerimiz yıkıcı değil, yapıcı olmalıdır. Sosyalist hareket içinde birbirimize karşı kutuplaştırıcı tarzda mücadele, hepimize zarar verecektir.

Solda yaşanan canlanmayı omuz omuza mücadele ederek ileri götürmeliyiz. Rekabetçilik yoluyla birbirimizi aşağıya itmek yerine, birbirimizi yapıcı tutumla anlamayı ve güçlerimizi koordine etmeyi öğrenebilirsek verilen emekler ve çekilen sıkıntılar boşa gitmeyecektir. Aksi hâlde, bir kısım devrimci mücadelenin yükünü çekerken, bizden çok daha örgütlü durumdaki burjuva muhalefete hizmet etmiş olacağız. Burjuva basın, on yıllardır hapiste yatan devrimcileri yazmıyor. Oysa Erdoğan, üç aylık lüks hapislikle hürriyet kahramanı kesilmişti. Çünkü gerisinde emperyalistler vardı. Bugün hürriyet kahramanı ilan edilen İmamoğlu’nun gerisinde de ABD ve AB’li güçler ile yerli burjuvazinin önemli bir kısmı yer alıyor.

Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Türkiye solu birbiriyle rekabet içinde olduğu sürece bölünüp manipüle ediliyor. Nasıl ki işçilerin gücü birliğinden geliyorsa devrimci hareketlerin gerçek gücü de aralarında sağlıklı bir iletişim ve koordinasyon kurulmasıyla ortaya çıkacaktır. Başarıya, birbirimizi yapıcı şekilde anlamaya çalışarak ve omuz omuza mücadele ederek ulaşacağız.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.