Anıları devrimcileri birleştirsin!

0
611

Hamza Yalçın

62 yıl arayla 28/29 Ocak tarihinde gerçekleşen iki devrimci kıyımı Türkiye’de iki büyük tarihsel yön değişmesine denk geldi. Sosyalist hareket, gelişme için en büyük fırsatlara sahip olduğu bu iki dönemde de ağır yenilgiler aldı. Bu yazıda Mustafa Suphiler ve Ömerler nezdinde devrimci kahramanları anarken bu iki dönemi gözden geçirerek günümüze bakacağız.

Aralarında TKP liderleri Mustafa Suphi ve Ethem Nejat’ın da bulunduğu 15 devrimci 1921 yılının 28 Ocak’ı 29’una bağlayan gecesinde katledildiler. Mustafa Suphilerin katledilmesiyle, Türkiye’yi bugünlere getiren en büyük kırılma oldu. Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşının verildiği bir zamanda meydana gelen bu katliamla Türkiye devrimci hareketi ülkede etkili bir güç olma tarihsel fırsatını kaybetti. Güçlü bir sosyalist hareket olanağından yoksun kalan Türk ulusal kurtuluş savaşı bağımsızlık ve demokrasi yönünde derinleşemedi. Feodalite devrimci yoldan tasfiye edilemedi. Ulusal sorun çözülemedi. 1923 yılında kurulan Cumhuriyet sola büyük ölçüde kapalı oldu ve solu sürekli tasfiye etti. Komünistler sürekli baskı altında tutuldular.

Sosyalist hareket ikinci büyük gelişme olanağını 1970’li yıllarda elde edecekti. Ancak 12 Eylül (1980) darbesi süreci ülkemizin elinden bu şansını aldı. Ömer Yazgan ve 5 arkadaşının katledilmesi 12 Eylül askeri darbesine karşı direniş çabalarından birinin daha ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Etkili bir direniş ortaya konulamadan gerçekleşen yenilgi, Türkiyeyi bugünkü karanlığa getirdi.

Onbeşler

Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Azerbaycan Bakü’de Türkiye Komünist Partisi’ni kurduktan sonra Anadolu’da gelişen emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşına katılmak için Türkiye’ye gelmişlerdi. Mustafa Suphi Ekim Devrimi’nin ateş çemberinden geçmiş çok gözüpek bir devrimciydi. Onbeşler, Kurtuluş Savaşı’na Kemalistlerle omuz omuza katılmak istiyorlardı ve Azerbaycan’dan Türkiye’ye Ankara hükümetinin bilgisi dahilinde gelmişlerdi. O sırada Ekim Devrimi yeni yapılmıştı. Rusya’da 1917 yılında iktidarı alan devrimciler Türkiye’de emperyalizme karşı 1919 yılında başlatılan ulusal kurtuluş savaşına büyük destek veriyorlardı. Bu destek sayesinde tüm dünya sosyalist hareketi de Kemalistlerin yanında yer alıyordu. Kemalistler, sosyalistlerle ittifakı açıktan reddetmek yerine, Rusya’nın ve dünya devrimci hareketinin desteğini riske atmamak için, “halk istemiyor” sahtekarlığına giriştiler. Bu süreçte kendi aralarında iktidar kavgası nedeniyle düşman olan İttihatçılarla (Enver Paşa vb) Kemalistlerin Komünistlere karşı işbirliği yaptıkları görülmektedir. 15 devrimci “Can güvenliğiniz yok, halk sizi istemiyor” mesajıyla deniz yoluyla Rusya’ya dönmeye ikna edildiler. Silahsız olarak bindirildikleri motor Yahya Kahya adlı İttihatçı çete reisi ve adamlarının silahlı saldırısına uğradı.

Mustafa Kemal’in bu konudaki gizli meclis konuşmaları tutanakları katliamın sorumluluğunu reddederken Mustafa Suphi hakkında düşmanca ifadeler kullanmaktadır. O sırada İttihatçıların Orta Asya’da bulunan lideri Enver Paşa cinayeti çevresiyle yazışmalarında üstlenmiştir.

Katliam Türkiye’nin yönünü değiştirdi

Mustafa Suphiler Kurtuluş Savaşı’nı işçi köylü devrimine dönüştürmek istiyordu. Başarılı olsalardı hem Türkiye’nin hem de dünyanın yönü değişirdi. O yıllarda Ekim Devrimi dünyayı derinden etkilemişti. Gerek dünya çapındaki Türkçü ve İslamcı hareket gerekse Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketi içinde sosyalizme çok belirgin bir ilgi vardı. İstanbul’da sosyalist aydınlar işçiler arasında çalışarak Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası adlı Marksist örgütü kurmuşlardı (1919). Bakü’de toplanan (1-7 Eylül 1920) Doğu Halkları Kurultayı’nın hemen ardından Türkiye’deki bütün sosyalist güçleri birleştiren TKP kurulmuştu (10 Eylül 1920). Doğu Halkları Kurultayı dünya Müslümanları için çok önemli bir çekim merkezi olmuştu. TKP hem Türkiye’deki sosyalist birikimi hem de Mustafa Suphi’nin Rusya’daki devrimci çalışmalarını birleştiriyordu. Mustafa Suphi’nin Rusya’daki Türk savaş esirler arasındaki çalışmalarıyla, Türkiye’deki ulusal kurtuluş savaşına katılmak için Bolşevik Tabur adıyla bir askeri birlik oluşturulmuştu. Sosyalizme dünya çapında artan yüksek ilginin bir ifadesi olarak Türkiye’de Yeşil Ordu adlı bir dernek vardı. Ulusal Kurtuluş savaşının başlatılmasında çok etkin olmuş Çerkes Ethem güçleri de sosyalizme ilgi gösteriyordu. Komünizme karşı artan ilgiyi kontrol altına almak amacıyla Kemalistler sahte bir TKP kurmuşlardı. Enver Paşa bile Ekim Devrimi’nin en önemli müttefiklerinden biri görünmeye başlamıştı. Sosyalist hareket Osmanlı’daki yurtsever Ermeni aydınlar arasında daha önceden gelişmişti. TKP’nin Türkiye halklarının ulusal özgürlüklere sahip olduğu bir düzeni savunuyor olması onun etki potansiyelini artırıyordu. Bu muazzam tarihsel koşullar değerlendirilemedi.

Her ne kadar TKP ve Bolşevik Rusya 15’lerin katledilmesinden Kemalistleri sorumlu tutmadıysa da Kemalistlerin bu cinayette ortaklığı bulunuyor.
Bununla birlikte bu cinayet bugün Kemalistlerle sosyalistler arasında ittifakın önünde engel görülmemelidir. Sosyalistler bile geçmişte birbirlerini sistematik olarak öldürdüler. Türkiye devrimci hareketinin yakın tarihinde bile sol içi cinayetler yaşandı. Burada dikkat edilmesi gereken, burjuvaziyle ittifak yapılırken tedbirli olmaktır. Mustafa Suphi ve Ethem Nejat gibi TKP’nin lider ve ileri kadroları Türkiye’ye gelirken imha edilebileceklerini hesaba katmamış görünmektedirler. Mustafa Suphi yeni evlendiği eşini bile beraberinde getirmiştir. Katliamdan sağ bırakılan Maria Suphi’nin yaşadığı aşağılanmalardan sonra intihar ettiği ileri sürülmektedir. Devrimciler tedbirsiz davrandıkları için tuzağa düşürülerek Karadeniz sularında katledildiler. Bu da Türkiye’nin çok önemli koşullarda etkili bir sosyalist hareketten mahrum kalmasına yol açtı.

1970’li yıllar ve Ömerler

28/29 Ocak gecesi askeri cunta tarafından idam edilen Ömerler aynı çalışmalar içinde bulunduğumuz ve bugüne gelmemize doğrudan emek vermiş olan arkadaşlarımızdı.

Ömerler 1970’li yıllarda mücadele ettiler ve 12 Eylül askeri faşist darbesine karşı bir direniş azmi ortaya koydular. Ömerler 1970’li yıllardaki devrimci yükseliş içinde yetiştiler. Bu devrimci yükseliş, sosyalist hareketin Türkiye tarihinde en yaygın olduğu bir süreçti. Devrimci düşünce ve eylem 1970’li yıllarda Türkiye’de öyle hızlı yaygınlaştı ki sadece işçiler, emekçiler, öğrenciler değil askeri öğrenciler ve genç subaylar bile devrimci hareketin etkisine girmişti. Ömer Yazgan’ın kendisi de mücadeleye TSK içinde, Kara Harp Okulu’nda öğrenciyken katılmıştı. O dönemde Kara Harp Okulu’nda gelişen devrimci örgütlenmeler öğrencilerin çoğunluğunu etkisi altına almıştı . Sosyalizme ilgi diğer askeri okullarda da vardı. Ömer Yazgan çalışmasını orduyla sınırlanmayıp yoksul halk arasında çalışan devrimcilerden biri oldu.

Bu yıllarda öğrenciler, işçiler, Aleviler, Kürtler, Dersim, Hatay, Fatsa, Divriği vb. sosyalizme aktı. Bu yükseliş o dönemin koşullarında belki bir sosyalist devrimin gerçekleşmesiyle sonuçlanmayabilirdi fakat 1970’li yılların sosyalist potansiyeli ile bambaşka bir ülke kurulabilirdi! Bir ülkede etkin bir sosyalist hareket varlığı, iktidar burjuvazide olsa bile, o ülkeye aydınlık ve ferahlık sağlar. O zaman burjuvazi ülkeyi cehenneme çeviremeyecektir. Hatta 1980 askeri darbesi engellenemezseydi bile hem ordunun onca büyük devrimci potansiyele rağmen göz göre göre iktidara gelmesine karşı hem de darbe rejiminin kurumlaşmasına karşı etkili bir direniş ortaya konulabilirdi. İşte o zaman Türkiye’nin tarihi değişirdi. Ömer Yazgan üç arkadaşıyla birlikte darağacına çıkarılırken elleri kelepçeli yazabildiği son sözlerinde “Halkımızın yazgısı bu değil. Çok evladını kaybetti. Ama bir gün kazanmayı da öğrenecek.” ifadesi bu anlama gelmektedir.

1920 yılı başlarında devrimciler Kemalistlere karşı tedbirsiz davrandıkları için gafil avlandılar. 1980’li yıllardaki yenilgi ise Türkiye solunun, devrimci örgütler kuramaması ve güçlerini birleştirmeyi başaramaması nedeniyle yaşandı. Birbirleriyle rekabet içinde solda öne geçmeyi çok önemseyen devrimci gruplar güçlü örgütler kuramadılar. Kitle hareketine güçlü ve etkili katkılarda bulunamadılar. Devrimci güçler grup çıkarlarını değil de mücadeleyi başa alacak bir perspektifle, birbirleriyle dayanışma içinde çalışabilseydi bambaşka sonuçlar alınırdı. 1970’li yıllarda sınıf mücadelesi, sivil faşistlerle devrimci güçler arasında binlerce devrimcinin hayatını kaybettiği küçük çaplı bir iç savaşa dönüşmüştü. Devrimciler, dağınık hallerine rağmen, militan bir mücadeleyle sivil faşist saldırıları bozguna uğratmayı başarsa da burjuvazinin askeri darbeyi devreye sokmasına karşı konulamadı. Eğer Türkiye solu 12 Eylül darbesine karşı etkili bir direniş ortaya koymayı başarabilseydi süreç bambaşka bir yönde gelişirdi.

Günümüz gerçekliği

Türkiye bugünkü duruma güçlü bir direniş hareketi oluşturulamadığı için geldi. 12 Eylül 1980 yenilgisini Rusya ve Doğu Avrupa’daki “reel sosyalist sistem”in hızla gerilemesi ve yıkılması izledi. 1990 sonrası böylece dünyayı gericilik dalgası kapladı. ABD emperyalizminin ele geçirdiği dünya egemenliğini, küresel bir imparatorluk düzenine dönüştürmeye girişmesinin sonucunda Türkiye’de dinci faşist bir iktidar kuruldu. Türkiye solu bu süreçte zayıflayarak hem emperyalist güçlerin yaydığı liberalizmin hem de Kürt siyasal hareketinin güçlü etkisi altına girdi.

Emperyalizm reel sosyalizme karşı mücadeleyi demokrasi, özgürlük, barış ve refah vadederek sürdürmüştü. Reel sosyalizmi yıkan emperyalizm vadettiği barışı, demokrasiyi ve refahı sağlayamadığı gibi dünyayı karanlığa boğdu. Ortadoğu dinler ve mezhepler savaşıyla kaynadı. Bugün Avrupa, Hindistan, ABD vb yerlerde ırkçı faşist güçlerin önü açılmış bulunuyor. Batılı emperyalistlerin Rusya’ya karşı Ukrayna’da başlattıkları savaşın Batılı güçler ile Rusya arasında doğrudan savaşa dönüşmesi riski, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasıyla daha çok artmaktadır. İsrail Gazze’de çoğu kadın ve çocuk on binlerce Filistinliyi dünyanın gözleri önünde katlediyor. Savaş’ın Kürtleri de içine çekerek Ortadoğu’ya yayılması ihtimali mevcuttur. ABD emperyalistleri Çin’in gelişmesini önleme yolundaki çabalarını, askeri seçenekleri de içerecek şekilde, artırıyor. Emperyalizm kararttığı dünyanın üzerinde ölüm bulutları gezdiriyor.

Türkiye’de bir dinci faşist tek adam iktidarı kuruldu. Burjuva muhalefet bu iktidarın bir parçası durumuna düştü. Sosyalist hareketler muazzam potansiyellerine rağmen örgütsüz ve dağınık durumdalar. Bu karanlık tablo karşısında zayıf ve ümitsiz duruma düşen aydınlar ve tahsilli insanlar Türkiye’yi terk ediyorlar.

1920’li yıllarda sosyalizm muazzam umutsuzluğun içinde bir umut ışığıydı. 1970’li yıllarda gençlik dünyayı değiştirme heyecanıyla yanıp tutuşuyordu. Bugünkü durum ise daha çok 12 Eylül askeri faşist darbesi günlerini hatırlatıyor. Emperyalist sistem tarafından pompalanan bireycilik bu umutsuzluğu derinleştiriyor. Kitlelerde mücadele azmi adım adım gelişiyor olduğu halde sosyalist hareket özellikle bireycilik nedeniyle güçsüz düşmekte ve kitlelere önderlik edememektedir. Kitleler önlerinde örgüt gördüklerinde zulme karşı mesela Filistin’de yiğitçe savaşabiliyorken Türkiye’de öncü göremedikleri için ileriye atılamamaktadırlar.

Bu karanlık günlerde biz devrimcilere düşen görev bu sürecin halktan ve insanlıktan yana değişim dinamiklerini keşfetmek ve buradan hareketle umudu geliştirmektir. Emperyalist sistem ve dinci faşist iktidar yenilmez değildir. Batılı emperyalistlerin nasıl zorda olduklarını Filistin direnişi ve Husiler ortaya koymuş bulunuyor. Halk AKP rejimine karşı tepki dolu fakat bir alternatif göremiyor.

1921’de Karadeniz sularında katledilen Mustafa Suphiler, Ethem Nejatlar Birinci Dünya Savaşı’nda dağılan Osmanlı imparatorluğu içinde yurtsever aydınların arayışlarının ürünü olarak çıktılar. Ömer Yazgan ve arkadaşları 1980 darbesi karanlığına karşı direnişin ifadesi oldular. Ülkemizde o günlerde Ömerler gibi başka nice yiğitler vardı. Bugün de ülkemiz yiğitlerle dolu. Türkiye yiğitler ülkesidir. Eksik olan, örgüt ve birliktir. Ayrıca sosyalizm aydınlar arasında düne kıyasla çok daha yaygındır. Türkiye’nin neresine gitseniz sosyalist hareket hakkında bilgisi hatta tecrübesi olan insanlara rastlarsınız. Kararlı ve etkin bir şekilde mücadele eden devrimciler hemen her yerde bu insanların desteğini alabilmektedir. Sosyalist hareketin bu süreçten güçlenerek çıkması için en küçük bir grup bile bu şartlarda çok önemli rol oynayabilir. Yeter ki devrimci olsun ve yeter ki grupçuluğu aşan bir perspektifle çalışsın!

İşte bu koşullarda Mustafa Suphiler ve Ömerler nezdinde yaşamlarını devrim yoluna adamış devrimcilerin iradesini kuşanarak mücadele etmeliyiz. Devrimci önderlerin anıları her gelenekten her örgütten devrimcilere mücadele azmi ve dayanışma aşılamalı ve bizleri birleştirmelidir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.